SAYFALAR

Çarşamba, Temmuz 10, 2019

Neden Mazeret Üretiyoruz?


                Bizim toplumda sorumlu insanlar genellikle mazeret üretirler başarısızlık durumlarında. Sorumlu olunan alanda yaşanan olumsuzluk başaramayandan çok idareciyi ilgilendirir bence ancak ben bu yaşıma kadar altındaki personelin başarısızlıklarından kendisini sorumlu gören bir idareciye rastlayamadım. Her zaman alttakilerin başı yanar üsttekiler kurtulur hatta iyi oynamışsa ödül bile alır, terfi ettirilir sanki suçluyu ortaya çıkarmış gibi. Aslında tek suçlu vardır o da idarecidir.
                İdareci, alt birimlerinin başarılı olabilmesi, önlerindeki işlerini başarıyla halledebilmeleri için önlerindeki engelleri açmalı ve imkânlarını genişletmelidir. Eleman sistemsel ve idari engelleri aşamaz, bir şekilde aşabileni de istisnadır her zaman.
                Her zaman başarılı olan ve olamayan en küçük olumsuzluk durumunda mazeret düşünmeye başlar kendisini temize çıkarmak için. Hiç kimse de demez ki ben şurada şöyle yapmakla hata yaptım ve sonunda anladım bu durumu. Sıkıyorsa bir desin. Başına gelecekleri bilir ezelden. Daima öyle olmuştur çünkü amiri de memuru da bilir bunu.
                Hâlbuki başarısızlık yaşamak insana çok şey öğretir. Sürekli başarısızlık varsa eğer bir yerde orada idarecilere iyi bakmak lazım. Ya yalakalık diz boyudur ya da başka dalavereler vardır işlerin içinde. Böyle durumlarda her şey civa gibidir bir türlü yakalanmaz hiçbir şey. Elde avuçta her zaman sıfır vardır.
                Peki, neden savunmaya geçiyoruz?
                Bir düşünelim, nerede kendimizi savunmak zorundayızdır? Tabii ki yargılanma esnasında yani mahkemede. Bu mahkeme illaki adliyede olması şart değil, nice mahkemeler kurulur hayat içinde. İş yerlerinde, evde aile içinde, sokakta, çarşıda, pazarda gibi aklımıza neresi gelirse orada yargılama vardır, mahkeme vardır.
                Çocuk bir hata yapar, baba hemen celallenir, astığı astık kestiği kestiktir. Anne çocuğuna bir iş buyurur, yapmak istemez çocuk ve anne elinden gelen bir şey olmadığı için baba silahını çeker “hele bir akşam baban gelsin, o zaman görürsün gününü sen”
                Kılık kıyafeti perişandır sokakta, görenler binbir tür sebep bulur böyle olduğu için. Ya müşkülpesenttir, ya dikkatsiz, patavatsız birisidir, ya aklından zoru vardır… eğer kadınsa beceriksizlik dahil ne kadınlığı kalır ne insanlığı.
                Her şeye bir mazereti, bir sebebi vardır insanlarımızın. Yargılamada üstümüze yoktur desek yeridir. Bilgi ve görgü eksikliği temel neden olabilir mi acaba bu halde olmamıza? Çünkü bilir bilmez her konuda o kadar ciddiyetle konuşuyoruz ki karşıdan gören de o işin profesörü sanır.
                Bir örnek vereyim. Yıllar öncesi bir tanıdığım ev yaptıracakmış. Kulağıma geldi bu durumu, araştırıyormuş. Düşündüm ki, araştıracak en son bana gelecek. Gelmese de olur, benim için fark eden bir durum olmayacak. Nihayet geldi. Kahveleri söyledim. Sohbete başladık havadan sudan. Suçlu gibi duruyordu. Belli ki kendisini suçlu hissediyor projeyi başkasına verdiği için. Ben üzerinde durmadım ama anladım hal ve hareketlerinden. Gözlerini benden kaçırıyordu sürekli.
                Nereden inşaat meselesine gelindi anlayamadım bir anda dubleks, normal daire konusu açıldı. Anladım ki öğrenmek istediği dubleks ve normal daire arasındaki fark. Ama bana çaktırmadan öğrenmeye çalışıyor aynı zamanda da benim dubleks tarifime de itiraz ediyor. O kadar ciddiyetle konuşuyor ki neredeyse ben bile şüpheye düşeceğim dediklerimde ve bildiklerimde. Benim işim bu. İnşaat mühendisiyim ve serbest proje işi yapıyorum. İnatlaşmaya gitmeye başladı iş ben konuyu değiştirerek yığma mı yapacağını yoksa betonarme mi yapacağını sordum.
                Arsası iki kat imarlıymış ve yığma yapacağım dedi. Projesini yapacak meslektaşla öyle konuşmuşlar, meslektaş önermiş yığma olsun, daha ucuza gelir demiş. Sevdiğim, değer verdiğim bir kişidir bu kişi. Gerçekten işini bana yaptırması veya başkasına yaptırması aklımdan geçmedi ve önemsemedim ancak dedikleri şeyleri kendisine anlatmak istedim.
                Yığma değil betonarme yapmasını önerdim. Kabaca bir hesap çıkarıverdim o anda, yığma yapıdan daha ucuza geliyor veya başabaş gelecek. Betonarme olmasının avantajı var depreme karşı daha dirençli olacak. Yığma yaptığında, briket büyüklüğünde yığma tuğlalar kullanılacak ve bu tuğlalar normal tuğlaya göre oldukça pahalı. Betonarme olduğunda yığma tuğla kullanılmayacak normal tuğla kullanılacak ve binanın yükünü çeken betonarme kolonlar ve kirişler olacak. 
                İstiyordum ki aynı maliyete bile gelse, daha dayanıklı bir yapısı olsun. Anlatamadım. Beni kıskandı diye düşünmeye başladı sanıyorum savunmaya geçti. Meslektaşa da kızdım aslında. Kendisinin proje çizim ve hesaplamalarından kaçınmak için işin kolayına kaçması meslek ve kişisel ahlakla bağdaşan bir durum değildi bana göre.
                Nihayet binası yapıldı ve ilk katın içine girdi. Daha ilk yağmurlarda bina yer yer oturmaya başladı ve sağından solundan bir yerlerinde çatlamalar başlamış. Geldi yanıma yoğurt çanağı arkasında.  Yine kahveleri söyledim. Konuya kendisi girsin istedim. Fazla üzerine düşüp dikkatimi vermemiş gibi davranmaya başladım bilgim yokmuş gibi. Çünkü yapılabilecek bir şey yoktu artık. Tek yapacağı şey yağmur sularının binadan uzaklaşmasını sağlayacaktı.
                Herkes her şeyi bildiği zaman asıl bilenlere iş kalmıyor ama sonradan işin arkasını toplamak kalıyor. Biraz az bilsek ne olur sanki. Herkes her şeyi bilmek zorunda mı bu memlekette? Sanki öyle bir zorunluluk varmış gibi, sanki bir gün sınava girecekmiş gibi hazırlanıyoruz. Ya başaramazsak diye var gücümüzle öğrenmeye çalışıyoruz her şeyi diyenden koyandan. 
                Benim önerim, bir şey öğrenilmek isteniyorsa bir bilenden öğrenilmeli mutlaka ama çaba gösterip bir de araştırılmalı. Çünkü bu memlekette bir bilenler daima vardı ve daima da olacaktır. Her bilen bir bilen olmayabilir de üstelik. Dün dündür bugün bu gündür mesela. O kadar çok şey anlatıyor ki bu cümle. Anlayana.



Görsel: Google Görseller

6 yorum:

  1. Oh olmuş diyorum kusura bakmayın olur mu?:)
    Oh çok iyi olmuş hem de...müstahak yani...ben böylelerine zerrece üzülmüyorum.
    Mazeret üretmek konusunda da haklısınız ismi lazım değil birisi var ya ülkede 17 yıldır acaba TEK bir konuda sorumluluk aldı mı? "İçine ettik her şeyin, batırmadığımız yeri kalmadı" diyebilir mi? Demez hep suçlu hatta GÖRÜNMEZ HAYALİ VARLIKLARa atıyor suçu. Hani psikolojisi bozuk çocukların hayali / görünmez arkadaşları gibi. Ben yapmadım dış güçler yaptı (onun hayali arkadaşı da dış güçler)
    Neyse işte böyle:) haklısınız velhasıl:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bücürükveben, Ben hiç bir yerde Atatürk'ün düşman yarattığını okumadım da duymadım da. İyi liderler hedefler belirler ve yönlendirir. Kapasitesi olmayan liderlerse daima düşman yaratırlar ve kendi varlıkları yarattıkları hayali düşmanlar sayesinde ayakta kalır. Aslında Devlet mantığının temelinde de benzer bir durum söz konusudur. Katılıyorum size, haklısınız.

      Sil
  2. Cezalar alttakine, ödüller üsttekine:)
    Yığma tuğlalı dubleksi de ilk defa duydum, sonuç kaçınılmaz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. GeCe, kendi kararlarımızla kaçınılmaz sonuçlara ulaşıyoruz daima.

      Sil
  3. Tecrübeden, bilgiden, birikimden istifade etmekte fayda var..

    YanıtlaSil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.