“Geçmiş olsun Hayri, ne bu hal?”
dediğinde Kutbettin olduğunu anladım sesinden. Epeydir görüşmemiştik. Şaşırdım
da bir bakıma. Sabahın erken saatlerinde acilde karşılaşmak tuhaf geldi bana.
Kafamı kaldırıp bakamıyordum, dikiş atılıyordu kafamdaki yaraya. “Sağol”
diyebildim güç bela. Sesim de kısılmış sanki zorlandım o an. Aklımdan sana ne
oldu demek geçti ama yutkundum, vazgeçtim sonra.
Geçmiş olsun dediler hemşire ve
doktor. İşlerinin bittiğini anladım. Kafamı kaldırıp Kutbettin’i aradım
etrafta. Uzanmış yatıyordu boylu boyunca üç yatak ötemde. Gideyim yanına istedim ama lafa tutacaktı
beni ayaküstü. Anlat da anlat artık. Başıma iş almaktan korktum. Sonra ne de
olsa kırk yıllık dostum deyip gittim. Başucunda dikildim elim kafamda. Az ağrı
vardı başımda. Ağzımı açmadan uyuyor
olduğunu görüp çekildim bir adım geriye.
Hemşirelerden biri boştaydı o an.
Durumunu sordum Kutbettin’in. Mide bulantısı ve baş dönmesi şikayetiyle gelmiş.
Doktor bekleniyormuş. Hemşire de sıcakkanlı birisine benziyor, öyle kel hodul değil
hani. İçim ısındı ama sohbet edilecek zaman değil. Zaten kalabalık hastalar,
yeni gelenlerle anacık babacık gününe döndü acil servis. Kaza olmuş dediler.
Dışarıda ağlayıp, bağıranlar içeride koşuşturanlar.
Bir kaza daha yaşamamak için çıktım
dışarıya. Kantin açılmış, kendimi korunaklı bir köşeye attım. Beklemeye
başladım Kutbettin’in çıkışını. Karısı Gülay neden yok yanında diye düşündüm.
Hemen kötü düşünmemek lazım diye kendimi ikna ettim. Kadının günahını almak
bana mı düştü. Evde yoktur. Yoksa niye bu adamı bu halde yalnız göndersin
hastaneye. Başı da dönüyormuş. Belki de kurtulurum Gudubet’ten diye
düşünmüştür, olamaz mı? Muziplik yapmanın zamanıydı sanki. Adam can derdinde
ben muziplik derdinde. Sanki kendim iyiyim de sıra Gudubet’i düşünmeye geldi.
Gülay, kızdığı zaman Kutbettin’e
“Gudubeeeet” diye bağırır, kim var yok diye hiç düşünmez o an. Sonra da
“Gudubet’im benim” der çark ediverir hemen. O kadar tatlı yapar ki şahit
olanlar gülmeden yapamaz. Gülünmesinden alınmaz tam tersine hoşuna gider.
Kutbettin o an kızarır bozarır, alınır ama ses çıkaramaz. Çıkardığı ses de
“emret sultanım” olur emret komutanım der gibi. Oturuyorsa kendine çeki düzen
verir. Bacak bacak üstündeyse yıldırım hızıyla indirir ayaklarını. Kadınlar
kıkır kıkır güler davranışlarına. Gülay sevdi mi süs köpeğini sever gibi sever,
döveceği zaman da evire çevire döver. Olduğu yerde kıvrılır kalır elleri
başının üstünde. Tek korumaya çalıştığı kafasıdır.
Neredeyse kırk yıla yakındır
tanışırız, daha ilk günlerden dost olduk. İçleri dışları birdir aslına
bakılırsa. Çok sancı atlattılar birlikte. Kutbettin oldukça çektirdi Gülay'a
gençliğinde. Her akşam her akşam sarhoş
gelir, naralarıyla mahalleyi çınlatırdı. Kadın iner aşağıya koltuklar çıkarır
üçüncü kata. Aklar, paklar, pijamasını giydirir uzatır yatağa. Kendisi uymaz
bir şey olur diye. Sabahleyin haşlamayı hesaplar Kutbettin’i ama uyur kalır
sabaha karşı. Kalktığında da kahvaltısı hazırlanıp yatağına getirildiğinde
yumuşar “Gudubet’im benim, iyisin demi?” derken ağzına verir Gudubet lokmasını.
Gülay yumuşacık, kapı gibi kadındır. Kutbettin de tam tersi, kürdan mübarek. Sıksa
suyunu çıkarır da posası bile kalmaz.
Başıma dokuz mu on mu dikiş attılar,
kazan gibi duruyor tepemde apağır, içinde de çelikten bir top dönüp duruyor
sanki. Zor geldi içeriye gidip bakmak ne oldubitti diye. Beklemeyi tercih ettim
gözlerim hep kapıda. Çıktığında kaçırmayayım diye.
Nihayet çıktı Kutbettin. Etrafına
bakınıyordu beni aradığını düşündüm. İçine doğdu galiba kendisini beklediğim.
Yalnız adam nereye gidecekti ki. Çıkıp kapıya seslendim. Geldi yanıma. Birer
çay söyledim. Merakımı yenemeyip “Gülay nerede?” diye sordum.
“Babası ameliyat mı ne olacakmış da
oraya gitti. Bir haftadır yok.” Üzüntülüydü. Bakımsız görünüyordu. Sakalları
uzamış, neredeyse karısı gitti gideli sakal tıraşı olmamış. Beni görecek hali
yok gibi duruyordu, gözü sabitledi masanın köşesine. “İyi misin?” dedim
merakla. “Biraz daha iyiyim” diye
mırıldandı karısına nazlanır gibi. Midesi yıkanmış, gıda zehirlenmesiymiş.
Gülay'ın yapıp buzdolabına bıraktığı
yemekleri dışarıda bırakmış, dolaba geri koymayı unutmuş. Onları da bozuk bozuk
yemiş. Özellikle tavuk haşlamayı yedikten sonra başlamış şikâyetleri. Takıldım
biraz güldürmek için. “bana taşınsana Gülay dönünceye kadar. O gelinceye kadar
ben bakarım sana dönünce de sen bana bakarsın, olmaz mı?”
“Oğlum o kadar dedi sana Gülay,
evereyim seni diye, Nuh deyip peygamber demedin sen de be. Hak ediyorsun sen.”
Sitem etti epeyce. “Sen merak etme beni,
alıştım artık. İlk zamanlarda zorlandım ama kendime bakabiliyorum artık. Akşam
sana yemek yapayım ben, olur mu? Rakısız gelme ama.” Çok hoşuna gitti teklifim.
En son oturuşumuzu hatırlayamadık tam olarak. Eh razı olacağız birlikte
Gülay’dan zılgıtı yemeye. Kocasını
yoldan çıkardığımı düşünecek.
Öğleye kadar orada burada oyalandık,
evlere gitmek canımız istemedi. Öğleden sonra da mahallenin başındaki manavdan
bir şeyler alıp benim eve çıktık. Beraber hazırladık, ben tarif ettim
bazılarını o yaptı. Eli yatkınmış. Akşam karanlığı yeni başlarken oturdum
yemeğe. Karnını doyurduktan sonra dik dik bana bakmaya başladı. Kafamı inceledi
bir süre “Ne oldu senin kafana?” dedi şaşkın şaşkın. Güldüm haline. Yeni fark etti kafamın yarıldığını.
“Şeyda Bülbülüm çağırdı sabaha
yakın. Uyurgezer yanına gittim yatak odasına. O odaya hiç girmiyordum gitti
gideli. Baktım sere serpe yatıyor yerde. Bir şey olmuş sandım. Kucaklayıp
yatağa uzatayım diye eğilince kafamı karyolanın kırık ucuna vurdum o da saplandı
kafama. Baktım kanıyor, gözüme dolmaya başladı kan. Kendime geldim. Elimi attım
elim boyandı. Telaşla attım kendimi hastaneye. Dokuz, on dikiş attılar. Ölmeyecekmişim. Öyle
dediler. Galiba Şeyda Bülbülüm beni özledi öbür tarafta.”
“Oğlum, gel benimkinin sözünü dinle
de everelim seni. Yoksa Şeyda bırakmaz seni, alır yanına vallahi. Evlenirsen
bırakır, umudunu keser senden. He de, gel bu işe. Fena değil hani talibin.
Halim selim, o da yıllardır yalnız. Gülay'ın gözünün içine bakıp duruyor her
karşılaştığımızda tamam dedin mi diye. Neden senin bu inadın. Şeyda ölüp gideli
on beş yılı buluyor değil mi? Çoluk, çocuk da yok. Daha ne. Gül gibi yaşarsınız
Köroğlu ayvaz. Gülay dönsün bakacağım ben bu işe ona göre. Korkuyorum
morkuyorum deme bundan sonra. Oğlum yiyecek mi kadın seni.” 08.07.19
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.