Farkında mıyız acaba bize neler
olduğunun?
Oturup düşünüyorum bazen, bana ne
olduğunu. Birinin bana bir şey yapmasına mı izin verdim yoksa kendim mi bir şey
yaptım kendime bilmeyerek? Her şey o kadar iç içe geçmiş durumda ki bir türlü
seçilmiyor hiçbir şey birbirinden ve yumağın ucu da yok görünürde.
Yaşlılıkta böyle mi oluyor acaba? Ben
yaşlandım mı, yaşlanıyorum sanırken? Ne de çabuk geçmiş zaman yaşlanmışsam
eğer. Neden insan bilemiyor bu durumu, yaşlı mı yoksa yaşlanıyor mu? Yaşlanmak
elden ayaktan düşmek değil mi yoksa yaşlanmanın başka şekilleri de mi var?
Birileri nasıl böyle bir şey
yapabilir bir insana? Böyle bir şey yapmasına ne gerek vardır? Hayır, hayır
böyle bir şey olamaz, olması da mümkün değil. Hem kim neylesin birilerini, hele
de seni? Bu işin içinde bir bit yeniği var. Bir terslik var görünüşte.
Yoksa insanlar böyle mi, birileri
birilerine bir şeyler yapıyor ve onlar bunun fakına varamıyorlar. Zalimce olsa
bile yapıyor olabilirler mi? Kimin vicdanı elverir böyle bir duruma? Hayır,
hayır. Böyle bir şey insanlara ve insanlığa yakıştırılamaz, yakışık almaz, haksızlık
etmek olur.
Hep dağlara özenirdim ben
çocukluğumda. Dağların başı dumanlı olurdu sürekli. Ne zaman baksam kara bulutlar
süzülürdü o dağların başında. Bembeyazdı tepeleri. Apak saçları vardı. Her
zaman da apak kaldılar. Ben çocuk, dağlar yaşlı olduğundan olmalıydı bu durum.
Kim bilir kaç çocukluk seyretti onları benim gibi.
Dağlar demir gibi kayalara sahipti,
parçalanmak, aşınmak nedir bilmezdi onlar. Her zaman da aynı dururlardı yerlerinde
hiçbir şey olmadan, dimdik ayakta. Ne yel etkiler ne de sel, hatta don bile
etkilemezdi onları.
Dağlar kadar güçlü olunmalıydı. Ben
öyle olmalıydım en azından. Belki başkaları başaramamıştır ama ben başarabilirdim
çocuk aklıma göre. Öyle de yaptım, güçlü olmayı kafama koydum. Olan biten
şeylerden etkilenmeyecektim. Taş gibi yerimde ağır olacaktım. Boşuna mı
demişler “taş yerinde ağırdır” diye. Ne olursa olsun, ne yaşarsam yaşayayım
dimdik ayakta duracaktım daima ser verip sır vermeden. Kimse bilmeyecekti
içimdekileri benden başka.
Anlamaya başladım galiba bana ne
olduğunu, kimin ne yaptığını. Ben dağ olmuşum da haberim yokmuş. Taş kayalara
dönüşmüşüm de haberim olmamış. Aslında dağlar da değişirmiş, yıpranırlarmış
tıpkı ben gibi.
Don, fırtına, yağmur etkilermiş
dağları. Yağmur yağar kılık kıyafetini parçalarmış örneğin. Erozyon diyorlar,
daha birçok şey söylüyorlar. Kar yağıp don tuttuğunda çatlarmış koca koca
kayalar. Yaz sıcakları vurunca da parçalanırmış, kum olurmuş sonra da toprak.
Hatta nice ulu dağlar yok olurmuş, olmuş böylece. Ne yapsınlar dayanamamışlar
işte derde tasaya. Onların da derdi tasaları varmış demek ki.
Anladım ben, anlamaya başladım hiç
olmazsa. Kimsenin bir şey yaptığı yok bana, aleyhlerinde konuşmayayım. Günah
keçisi yaratmanın âlemi yok. Madem kaya gibi, dağlar gibi olmaya özendim, işte
sonucu ortada dağların, kayaların ve tabii ki benim de. Ben yaptım kendime ne
yapıldıysa. Aşınmaya başladım önce, arkasından çatlayıp kırıldım. Sırada ne
var? Biraz daha sürüklenip rüzgâr, fırtına ve sellerle, arkasından da toprak.
İşte bu kadar basit. Bütün işin sırrını çözdüm sanıyorum.
Ne olduysa bize azar azar oldu. :(
YanıtlaSilReHiTu, değil mi ya!
Sil