Bir
akşam oğlunu bekliyordu her zamanki gibi. Sabırsızlanıyordu da bu sefer ne
anlatacak diye. Bir eşek sesi duyduğunda şaşırdı önce şaka yapılıyor sandı
kendisine. Ne de olsa kulakları tam işitmiyordu artık her şeyi. Bazen
benzetiyordu da. Sağır duymaz yakıştırır diye dalga geçiyorlardı o zaman.
Çok
yakındaydı eşek sesi. Git gide de yakınlaşıyordu. Nihayet avlu kapısına dayandı
bir eşek sırtındaki eski püskü heybeyle. Semersizdi. Daha genç sayılırdı ve
bakımlıydı. Oğlu arkasında ağzı kulaklarında eşekle yarışıyordu adeta. Gözleri
ışıl ışıl ateş saçıyordu çevresine. Birden daha fazla aydınlanıverdi sanki
avlu.
Oğlan
elindeki kitabı heybeye koydu ve eşeği bağladı kazığa. Heybeyi de alıp kendi
omuzuna attı. Basamakları çıktı yukarıya doğru. Babasının yanına çıktığında
babasının şaşkınlığını görebiliyordu. Merakını gizlemeden sordu. “senin mi?”
“evet
baba, bizim” dedi ellerini alnına değdirip öperken. Bundan sonra daha fazla
taşıyacağız. Daha fazla kazanacağız. Şimdilik kimsede yok eşek. Hamallar semer
yeniliyor durmadan. Heybenin iki gözünü de doldurduk mu ver elini uzak yollar.
Her yere gidebilirim artık. Adam hiç
sesini çıkarmadan dinledi oğlunun heyecanlı sözlerini. “Hayırlı olsun evlat, hayırlı olsun.“
Aradan
birkaç hafta geçti, işlerin iyi gideceğinden emindiler baba oğul. Anne hiç
karışmazdı işlerine. O akşam sofra toplandıktan sonra anası oğlanın kulağını
çekti evlen diye. Babasıyla da konuştu. Düşündükleri bir gelin adayı vardı
elbette. Kararını verdi ana-baba ve oğula da açtılar durumu. Kabul etti oğlan
ve baş göz oldular. Bir oda çevirdiler eşeğin yanına derme çatma. Eşekle duvar
duvara komşuydular artık.
Oğlan heybenin
her iki gözünü de doldurur. Genellikle iki dağıtıcının yükünü taşır böylece.
Daha fazla yük taşıyarak biraz daha fazla kazanır. Ayrıca kendisi de yürümekten
kurtulur ve eşek sırtında yolculuk yapar kitabını okuyarak. Daha keyifli olmaya
başlar böylece yapılan iş. Uzun yoldan da çekinmezdir artık. Ne yük çıkarsa
hayır demez. Bazen günlerce yol teptiği olurdu ama şikâyet etmezdi hiç. Neden
etsin ki, parası da iyi sayılırdı, değiyordu çekilen eziyete.
Kısa sürede adından söz ettirdi
taşıyıcılar arasında. Yılların nasıl geçtiği de belli değildi. Çocukları nasıl
büyüdüler anlayamadı. Her biri boyuyla yarışıyorlardı. İşlerine de yardım
ediyorlardı. Okuyanı da vardı okumayanı da içlerinde. Hiç sorun değildi. Kaç
boğaz olursa olsun bakabilecek durumdaydı şimdilik. Yeter ki kitaplar olsun,
taşınsınlar. Kitapların başına bir iş geldi mi yandılar demektir. Başka ne iş
yaparlar da karınlarını doyururlar bir fikri yoktu, düşünmemişti de bu güne
kadar. Dedelerden torunlara geçen tek bildikleri işti hamallık, kitap taşımak.
Kitaplar nasıl geliyor, nereden geliyor bir şey bilmezlerdi, sormayı da gerekli
bulmamışlardı.
Keşke sorsalarmış. Taşımak yerine bir kere de okusalarmış.
YanıtlaSilBeyda'nın Kitaplığı, keşke.
Sil