Zafer ve Nine Karşılaşması
Oradan oraya
koşturup duran Zafer yorgunluğunu hissetmemeye çaba gösteriyordu. Bir anda Nine'yle
göz göze geldiler, Nine gülümsüyordu kendi kendine kaybolan kızın arkasından
bakarken.
Arkalardan
“Zafeeeer” diye bağıran bir delikanlının sesi tüm gözleri o yana doğru çevirse
de Nine ile Zafer’in gözleri kilitlenmişti adeta birbirine. Nine işaret etti
Zafer’e gel diye. Sevinçli yüzünde yanakları titredi: “hele bi geliver oğlum
Zafer, diyeceğim var sana” diyerek el işaretini tekrarladı.
Arkadan
gelen delikanlının sesini önemsemeden nineye doğru yürüdü zafer
gülümseyerek. Yaklaştıkça içinde değişik
bir huzur ve rahatlık hissettiğini fark etti. Oldukça uzun zaman olmuştu bu
duyguyu tattığından bu yana. Caddede dolaşırken kuyumcunun önünden geçiyordu,
öylesine bakıp geçti ama vitrini geçer geçmez geriye adım atmıştı birden. İstem
dışıydı hareketi. Ayakları kendiliğinden geri götürdü iki adım kadar. Serin bir
akşamüzeriydi, eve gitme zamanıydı aslında.
Vitrine
yaklaştı, cama başını çarpmamak için eliyle yokladı önce camı ve eğildi mümkün
olduğu kadar cama doğru. Tek taşlı bir yüzük görmüştü. İçerideki spot
lambalarından olsa gerek taş parlıyordu ışıl ışıl. Değişiyordu her seferinde
renkleri. Önceki yılbaşına yakındı, karısı “şunu bana alsana canım” dediğini
hiç unutamamıştı. Yine saplandı “şunu bana alsana canım” cümlesi aklına. Acı
duyuyordu. Alamamıştı o zaman, cebinde parası yoktu, işe bisikletle gelip
gidiyordu, bisiklet de bayan bisikletiydi, yıllar öncesi hanımı öğrensin de
birlikte sürelim diye alınmıştı o bisiklet de. Evliliğinin ilk yıllarıydı.
Hanımı çalışıyordu ama bir şey diyemiyordu ona parasızlık konusunda, o da bir
şey sormuyordu hiç.
Çoğu zaman
evde ne varsa kahvaltısını yapıp çıkıyordu ve akşama kadar aç duruyor, akşam
evde yiyordu yemeğini. Günlük öğünü ikiye düşmüştü. Kızmıyordu karısının
sormamasına ama içinden de sormasını çok istiyordu. Sorsaydı en azından paran
pulun var mı? Diye, belki ikincisinde boynunu bükerek, utancını gizleyip “yok”
diyebilirdi ama hiç sormadı Zafer de bekledi hep sormasını.
Böyle
günlerden biriydi “şunu bana alsana canım” dediği gün de. Tezgâhta işyeri sahibi
gülümseyerek bakıyordu bana. Birkaç saniye bekledi umutla, hanım ister de
alınmaz mı, elbette alınırdı ona göre ama hayal kırıklığına uğradı “şimdi
olmaz, başka bir gün gelelim” dediğinde tüm suratlar asıldı. Zafer ise yedi kat
yerin dibine batmıştı o an. Ne diyebilirdi ki, cebinde beş kuruşu yok, öğünü
ikiye düşmüş, bisikletle, hem de bayan bisikletiyle ulaşım sağlıyor işine.
Alamamıştı, hanımının gözlerini o zamandan beridir hiç unutamadı ve acizliğini
de. Hayatında o an kadar aciz hissetmemişti kendini. Tezgâhtar adam aşağılık
bir mahlûk gibi bakıyordu Zafer’e. Zafer hiç durumunu bozmadan, “iyi günler”
diyerek sakince çıkmıştı dükkândan.
Bir gün
mutlaka o yüzüğü almaya söz verdi kendisine Zafer. Ama hanımına bir şey
söylemedi, zamanı belli değildi çünkü. Eline para geçme ihtimali olan her hangi
bir iş durumu yoktu işinde. İşlerin kötü olduğu zamanlardı. Kriz almış başını
gidiyordu. İnsanların çoğu açtı, yoksullaşmıştı.
Daha sonraki
bir günde küçük, beş yaşındaki oğluyla gezmeye çıkmışlardı. Dolaşırken vitrinin
önünden geçerlerken oğlunun elinden tutarak vitrine doğru çekip: “bak bakalım
beğenecek misin sen de? Anana almak istiyorum bunu. Sürpriz olsun, söyleme
tamam mı?” başını sallamıştı oğlan “tamam baba” demişti gülümseyerek. “çok
sevinecek anam değil mi baba?” “evet oğlum, çok sevinecek eminim. Ama söz değil
mi? Söylemeyeceksin alıncaya kadar. Alınca da sen verirsin akşam yemeğinde.
Sürpriz olacak. Eğer söylersen sürpriz olmaz.” Demişti zafer. Anlaşmışlardı
oğluyla. İçinden de söyleyeceğini düşünüyordu. Anasının sevinmesini ne de çok
isterdi oğlan. Mutlaka söyleyecektir diye düşünmeden edemiyordu.
Aradan
birkaç yıllar geçmesine rağmen bir türlü o yüzüğü alabilecek parası birikmedi
cebinde. İçi kan ağlar durumdaydı ama elden gelen bir şey yoktu. Birisini mi
soysaydı? Yıllar sonra ayrıldılar zafer ile hanımı. O yüzüğü alamadan. Ayrılığı
konuşurlarken de: “O yüzüğü alsaydın dünyanın en mutlu kadını olurdum” dediği
kulaklarında çınladı yıllarca. İçi parçalanmıştı o an ama elden gelen bir şey
yoktu. Hiçbir şey diyemedi, birçok şey düşünmesine rağmen. Oğlan da söylemiş
olmalı diye düşündü. Normaldi söylemesi. Anasını sevindirmiş olacaktı
söyleyecekleri çünkü.
İşte o
yüzüğü ilk gördüğündeki duyguları değişik bir şeydi, nineyle bakışmalarında
hissettiği duyguya benzer bir huzur kaplamıştı içini. Yaraları kanamaya başladı
tekrar. Nineye yaklaştı, bir adım kadar önünde diz çöküp “Söyle ninem, ne
yapabilirim senin için?”
“Hiç, hiçbir
şey oğlum. Sadece sana söylemek istediğim bir durum var. Bilgin olsun istedim.”
Meraklanan zafer, ninenin ışıldayan gözlerine bakmaya devam ediyordu. Nine
nefes alıp verdikten sonra eliyle yolu işaret edip: “biraz önce giden küçük
kızı gördün mü sen?” “Evet, gördüm, şirin bir kızdı, pek sevinçliydi. Neredeyse
koşturacakmış gibi yürüyordu.”
“Tama,
yavrum dediğinde haklısın, sevindi garipçik. Melül melül uzaktan burayı
seyrederken görüp çağırdım kendisini. Çiçeklerdeydi gözü. Almak istediği
besbelliydi ama bir çekintisi vardı. Sordum neden gelmediğini ‘param yok
alacak’ dediğinde beş lira verdim, bununla al diye. Önce çekindi, utandı ama
sonradan seçti bir tane, parayı geriye vermeye kalktı. Parayı almadım, ortak
olalım dedim kendisine. Sattığı her bir saksıya ortak olacağız yarı yarıya.
İkinci saksıyı da alıp sevine sevine gitti. Farkını ben karşılarım evladım,
kimseye hak geçmesin. Belli ki yoksul bir ailesi var. Her gelişinde beni
bulacak. Bilgin olsun diye çağırdım seni.”
Zafer,
ninenin iki elini ellerine alıp teker teker öptükten sonra: “Aman da ne güzel
yapmışsın, bundan iyisi can sağlığı ninem benim. Nasıl istiyorsan öyle devam et
sen. Aldırma. Bir ters durum olursa da hiç üzülmeden beni arattır. Hemen hallederim.
Tamam mı? Hesap konusunu da kafana takma hiç.”
“Gel
bakalım, yaklaş biraz daha, şöyle dizimin dibine gel. Ben kıpraşamıyorum,
kireçlerden.” Zafer’in iki yanağını avuçlarıyla okşayıp başını çekerek öptü
gözlerinde. Dudakları titriyordu, sımsıcacıktı. Zafer’in içi ateşler içinde
kalmıştı sevinçten.
“İlk
gördüğümden beridir seni gözledim hep. Bir başkasın sen. Diğerlerinden
farklısın. Çok şey yaşamışlığın var sanki çok şeyler de bildiğin besbelli
halinden ama belli etmek istemiyorsun. İçini dışına vurmak istemiyorsun ama
apaçık ortada görene. Ben görüyorum senin içini yavrum. Volkanlar fışkırıyor
içinde ama serin durmaya gayret ediyorsun. Bir gün seninle sohbet etmek isterim
uzunca. Olur mu sence? Acelem yok, sen ne zaman müsait olursan beni bulursun.”
İçini
büsbütün kapladı o duygu, yanına biraz da burukluk eklendi ama yemeğe sos
gibiydi burukluk. Hiç kalkmak istemiyordu ninenin yanından. Yumuşak yumuşak,
fısıldar gibi çıkan o kadife sesi hep dinlemek isteği vardı. Bir süre daha
bakıştılar hiç konuşmadan. Birbirlerine akan şeyler vardı adeta, dolup dolup
boşalıyordu içleri.
“Hadi
yavrum, tutmayayım ben seni daha fazla bak bekliyorlar.” Diyerek yüzünü okşadı
tekrar nine Zafer’in. “Tamam, tatlı ninem benim. Uğramaya çalışacağım en kısa
sürede ama kesin bir gün veremem şimdilik. İşler oldukça fazlalaştı ve her şeye
burnumu sokuyorum.” Elini öpüp izin istedi nineden.
Devam edecek...
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.