SAYFALAR

Çarşamba, Mart 11, 2020

Nine, Zafer'i Çağırdı

Zafer ve Nine Karşılaşması

            Oradan oraya koşturup duran Zafer yorgunluğunu hissetmemeye çaba gösteriyordu. Bir anda Nine'yle göz göze geldiler, Nine gülümsüyordu kendi kendine kaybolan kızın arkasından bakarken.
            Arkalardan “Zafeeeer” diye bağıran bir delikanlının sesi tüm gözleri o yana doğru çevirse de Nine ile Zafer’in gözleri kilitlenmişti adeta birbirine. Nine işaret etti Zafer’e gel diye. Sevinçli yüzünde yanakları titredi: “hele bi geliver oğlum Zafer, diyeceğim var sana” diyerek el işaretini tekrarladı.

            Arkadan gelen delikanlının sesini önemsemeden nineye doğru yürüdü zafer gülümseyerek.  Yaklaştıkça içinde değişik bir huzur ve rahatlık hissettiğini fark etti. Oldukça uzun zaman olmuştu bu duyguyu tattığından bu yana. Caddede dolaşırken kuyumcunun önünden geçiyordu, öylesine bakıp geçti ama vitrini geçer geçmez geriye adım atmıştı birden. İstem dışıydı hareketi. Ayakları kendiliğinden geri götürdü iki adım kadar. Serin bir akşamüzeriydi, eve gitme zamanıydı aslında.
            Vitrine yaklaştı, cama başını çarpmamak için eliyle yokladı önce camı ve eğildi mümkün olduğu kadar cama doğru. Tek taşlı bir yüzük görmüştü. İçerideki spot lambalarından olsa gerek taş parlıyordu ışıl ışıl. Değişiyordu her seferinde renkleri. Önceki yılbaşına yakındı, karısı “şunu bana alsana canım” dediğini hiç unutamamıştı. Yine saplandı “şunu bana alsana canım” cümlesi aklına. Acı duyuyordu. Alamamıştı o zaman, cebinde parası yoktu, işe bisikletle gelip gidiyordu, bisiklet de bayan bisikletiydi, yıllar öncesi hanımı öğrensin de birlikte sürelim diye alınmıştı o bisiklet de. Evliliğinin ilk yıllarıydı. Hanımı çalışıyordu ama bir şey diyemiyordu ona parasızlık konusunda, o da bir şey sormuyordu hiç.
            Çoğu zaman evde ne varsa kahvaltısını yapıp çıkıyordu ve akşama kadar aç duruyor, akşam evde yiyordu yemeğini. Günlük öğünü ikiye düşmüştü. Kızmıyordu karısının sormamasına ama içinden de sormasını çok istiyordu. Sorsaydı en azından paran pulun var mı? Diye, belki ikincisinde boynunu bükerek, utancını gizleyip “yok” diyebilirdi ama hiç sormadı Zafer de bekledi hep sormasını.
            Böyle günlerden biriydi “şunu bana alsana canım” dediği gün de. Tezgâhta işyeri sahibi gülümseyerek bakıyordu bana. Birkaç saniye bekledi umutla, hanım ister de alınmaz mı, elbette alınırdı ona göre ama hayal kırıklığına uğradı “şimdi olmaz, başka bir gün gelelim” dediğinde tüm suratlar asıldı. Zafer ise yedi kat yerin dibine batmıştı o an. Ne diyebilirdi ki, cebinde beş kuruşu yok, öğünü ikiye düşmüş, bisikletle, hem de bayan bisikletiyle ulaşım sağlıyor işine. Alamamıştı, hanımının gözlerini o zamandan beridir hiç unutamadı ve acizliğini de. Hayatında o an kadar aciz hissetmemişti kendini. Tezgâhtar adam aşağılık bir mahlûk gibi bakıyordu Zafer’e. Zafer hiç durumunu bozmadan, “iyi günler” diyerek sakince çıkmıştı dükkândan.
            Bir gün mutlaka o yüzüğü almaya söz verdi kendisine Zafer. Ama hanımına bir şey söylemedi, zamanı belli değildi çünkü. Eline para geçme ihtimali olan her hangi bir iş durumu yoktu işinde. İşlerin kötü olduğu zamanlardı. Kriz almış başını gidiyordu. İnsanların çoğu açtı, yoksullaşmıştı.
            Daha sonraki bir günde küçük, beş yaşındaki oğluyla gezmeye çıkmışlardı. Dolaşırken vitrinin önünden geçerlerken oğlunun elinden tutarak vitrine doğru çekip: “bak bakalım beğenecek misin sen de? Anana almak istiyorum bunu. Sürpriz olsun, söyleme tamam mı?” başını sallamıştı oğlan “tamam baba” demişti gülümseyerek. “çok sevinecek anam değil mi baba?” “evet oğlum, çok sevinecek eminim. Ama söz değil mi? Söylemeyeceksin alıncaya kadar. Alınca da sen verirsin akşam yemeğinde. Sürpriz olacak. Eğer söylersen sürpriz olmaz.” Demişti zafer. Anlaşmışlardı oğluyla. İçinden de söyleyeceğini düşünüyordu. Anasının sevinmesini ne de çok isterdi oğlan. Mutlaka söyleyecektir diye düşünmeden edemiyordu.
            Aradan birkaç yıllar geçmesine rağmen bir türlü o yüzüğü alabilecek parası birikmedi cebinde. İçi kan ağlar durumdaydı ama elden gelen bir şey yoktu. Birisini mi soysaydı? Yıllar sonra ayrıldılar zafer ile hanımı. O yüzüğü alamadan. Ayrılığı konuşurlarken de: “O yüzüğü alsaydın dünyanın en mutlu kadını olurdum” dediği kulaklarında çınladı yıllarca. İçi parçalanmıştı o an ama elden gelen bir şey yoktu. Hiçbir şey diyemedi, birçok şey düşünmesine rağmen. Oğlan da söylemiş olmalı diye düşündü. Normaldi söylemesi. Anasını sevindirmiş olacaktı söyleyecekleri çünkü.
            İşte o yüzüğü ilk gördüğündeki duyguları değişik bir şeydi, nineyle bakışmalarında hissettiği duyguya benzer bir huzur kaplamıştı içini. Yaraları kanamaya başladı tekrar. Nineye yaklaştı, bir adım kadar önünde diz çöküp “Söyle ninem, ne yapabilirim senin için?”
            “Hiç, hiçbir şey oğlum. Sadece sana söylemek istediğim bir durum var. Bilgin olsun istedim.” Meraklanan zafer, ninenin ışıldayan gözlerine bakmaya devam ediyordu. Nine nefes alıp verdikten sonra eliyle yolu işaret edip: “biraz önce giden küçük kızı gördün mü sen?” “Evet, gördüm, şirin bir kızdı, pek sevinçliydi. Neredeyse koşturacakmış gibi yürüyordu.”
            “Tama, yavrum dediğinde haklısın, sevindi garipçik. Melül melül uzaktan burayı seyrederken görüp çağırdım kendisini. Çiçeklerdeydi gözü. Almak istediği besbelliydi ama bir çekintisi vardı. Sordum neden gelmediğini ‘param yok alacak’ dediğinde beş lira verdim, bununla al diye. Önce çekindi, utandı ama sonradan seçti bir tane, parayı geriye vermeye kalktı. Parayı almadım, ortak olalım dedim kendisine. Sattığı her bir saksıya ortak olacağız yarı yarıya. İkinci saksıyı da alıp sevine sevine gitti. Farkını ben karşılarım evladım, kimseye hak geçmesin. Belli ki yoksul bir ailesi var. Her gelişinde beni bulacak. Bilgin olsun diye çağırdım seni.”
            Zafer, ninenin iki elini ellerine alıp teker teker öptükten sonra: “Aman da ne güzel yapmışsın, bundan iyisi can sağlığı ninem benim. Nasıl istiyorsan öyle devam et sen. Aldırma. Bir ters durum olursa da hiç üzülmeden beni arattır. Hemen hallederim. Tamam mı? Hesap konusunu da kafana takma hiç.”
            “Gel bakalım, yaklaş biraz daha, şöyle dizimin dibine gel. Ben kıpraşamıyorum, kireçlerden.” Zafer’in iki yanağını avuçlarıyla okşayıp başını çekerek öptü gözlerinde. Dudakları titriyordu, sımsıcacıktı. Zafer’in içi ateşler içinde kalmıştı sevinçten.
            “İlk gördüğümden beridir seni gözledim hep. Bir başkasın sen. Diğerlerinden farklısın. Çok şey yaşamışlığın var sanki çok şeyler de bildiğin besbelli halinden ama belli etmek istemiyorsun. İçini dışına vurmak istemiyorsun ama apaçık ortada görene. Ben görüyorum senin içini yavrum. Volkanlar fışkırıyor içinde ama serin durmaya gayret ediyorsun. Bir gün seninle sohbet etmek isterim uzunca. Olur mu sence? Acelem yok, sen ne zaman müsait olursan beni bulursun.”
            İçini büsbütün kapladı o duygu, yanına biraz da burukluk eklendi ama yemeğe sos gibiydi burukluk. Hiç kalkmak istemiyordu ninenin yanından. Yumuşak yumuşak, fısıldar gibi çıkan o kadife sesi hep dinlemek isteği vardı. Bir süre daha bakıştılar hiç konuşmadan. Birbirlerine akan şeyler vardı adeta, dolup dolup boşalıyordu içleri.
            “Hadi yavrum, tutmayayım ben seni daha fazla bak bekliyorlar.” Diyerek yüzünü okşadı tekrar nine Zafer’in. “Tamam, tatlı ninem benim. Uğramaya çalışacağım en kısa sürede ama kesin bir gün veremem şimdilik. İşler oldukça fazlalaştı ve her şeye burnumu sokuyorum.” Elini öpüp izin istedi nineden.

Devam edecek...

Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.