Günlük -02.04… -2200/Zafer
Örneğin; “ayrılmasaydım, olabilir miydi?“ diye sormadan edemiyorum maalesef, ama yine de düşünüyorum işte iyi yanını…
-Şimdi
eksik hiçbir şey olmadan yaşayacaktı herkes. Örneğin: karı-koca, çocuk, ev,
araba, arazi hatta bir sahil kenarında yazlık… gözlere batan bir aile,
imrenilen insanlar olurduk… sabahleyin erkenden kalkıp kahvaltı hazırlardık
birlikte ailecek, acele ederdik biraz okula geç kalmasın evlat diye. Yolcu
ederdik onu öperek. Başını okşardım, saçlarını karıştırırdım kızdırmak için
keratayı. Sonra da kıçına hafif bir tekmeyle yolcu ederdim. Anası da “yapma
oğluma, bozma yakışıklılığını” deyip şımartırdı; kızardı bana numaradan.
-Burası
olmadı işte! Ben hayal ettim. Şu anda aklım tam ermiyor ama mutlaka bana karşı
kullanırdı benim davranışımı, oğlunu kendine çekmek için.
-Ne
güzel hayaldi ama neşem kaçtı. Daha gerçekçi olmam lazım. Yıllarca kendimi
kandırdım, kendi yalan hayallerimle ve beklenen sona yaklaştım gün be gün; an
be an. Neyse boş vereyim şimdi bunları da, hayallerim ve düşlerime devam
edeyim. Nerede kalmıştım!
-Ha,
evet; okula gönderdik evladı ve kaldık baş başa iki dünya ve iki yalnız insan
bir arada. Ben kendi yalnız dünyamda yalnızlığımla arkadaş olmaya çalışarak
kahvaltı lokmalarını atardım ağzıma birer birer. Çiğnerken her bir lokmayı,
parçalara ayrıldıkça; geçmişimi birleştirmeye çalışırcasına toplamaya
çalışıyorum dağılan, eriyen parçaları yeniden, yutmak istemeye istemeye bazen
yalandan yutkunarak devam ederdim kahvaltıya; mutlu aile kocası rolümü
oynamaya.
-Karşımda,
nelerin hesabını yaptığını bilemediğim, bilmeye de uğraşmadığım ama soğukluğu
ve kini hissede hissede, aşağılandığımı bile bile; küçümsenmeyi hazmetmeye
çalışa çalışa; dersimi iyi öğrenmeye gayret ederek kendimi frenleyip görmez,
duymaz, hissetmez koca rolümü en iyisinden becermeye devam ederdim.
-Bir
an önce yanımdan uzaklaşmaya çalışan karı’nın yanımda sıkıldığını bilmenin
ezikliğini sindirmeye çalışarak çözüm ve değişimi için zamana havale ederek
günlerin geçmesini beklerdim sadece. Yalandan, buz gibi “canım, cicim,
kocacığım” kelimelerinin ne kadar anlamsız ve boş olduğunun keşfinden itibaren
en nefret ettiğim kelimeler haline geldiler.
-Bir
kez olsun bile içimden gelmeden bir şey söyleyemedim için söylenenlere de zor
katlanır duruma geldim. Aşağılanmanın pekiştirme kelimeleri gibi gelirlerdi her
seferinde.
-Saygı
duymasam da –yüzüne söylediğim durumdur, yalanım yok- iki medeni insan gibi
olmaya, bir arada kalmaya çalışmaktı gayem. Yalnızca evlat boynumu buruyordu.
İnsanca değer verdiğim ve tamamen kendimi kendimden sorumlu hissettiğim bir
durumdu bu ama zamanla çocuğa da iyilik yapayım derken huzursuzluğumla
keyifleri kaçıran baba ve koca durumuna düştüğümün fırsatlar kollanarak
düşürüldüğüm durumların farkına vardığımda yedi kat yerin dibine çakılmıştım
utancımdan. İyilik yapmanın tek yolu uzaklaşmak olabileceği ihtimalini
değerlendirmeye almaya başladım.
-yıllarca
gözlemledim, bir kere bile açığımı
bulmaya, yakalamaya çalışmamasına rastlamadım. İlk Farkına vardığımdan beri
elimden geleni yapıyordum açık vermemeye ama hiç beceremedim. İyi olsun diye
yaptıklarım bile aleyhime döndüler sürekli. En son anladım ki ihtisası o
yöndeymiş; eksik bulmak. Eksik yazıcı denilir bizde bu gibilere.
-Kafama
koyduğumu yapan biri olarak yarışmaya kalktım alt etmek için; ne halt ettiğimin
bile farkında değildim işin başında. Derslerime o kadar çok çalıştım ki
-felsefe, edebiyat, tarih…- aklınıza ne gelirse bilim, ilim olarak varımı
yoğumu döktüm ortaya. Bilin bakalım ne oldu?
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.