“İki kaşığı yan yana olmayacak
kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
BÖLÜM-10
16 Mart 1989
VEYSEL USTABAŞI
KAŞIK
Veysel kariyerinde hızlı
ilerledi kısa zaman içinde. Önce kısım ustalığına, ardından üç ay gibi kısa
sürede baş usta olmuştu atölyeye. Maaşına da zamlar yapılmış, sıkıntı
çekmiyordu artık eskisi gibi. Fatma’nın bir dediğini iki etmiyor her dediğini
karşılamaya çalışıyordu ama bir taraftan da yetişemeyeceğinden endişe duymaya
başlamıştı çünkü:
Son zamanlarda istekleri çoğalmaya başlamış, olur olmaz
şeyler istemeye başlamıştı Fatma.
Zaman zaman tedirginlik yaşasa da zamanla
düzeleceğini düşünerek sesini çıkarmak istemiyordu. Karısının kalbini kırmak
istemiyordu her şeyden önce.
Fatma’nın günleri artmış, kılık
kıyafetleri değişmeye başlamıştı eskiye göre. Fatma kılık değiştiriyordu sanki.
Yılanın eski kabuğunu attığı gibi Fatma da kabuk atmaya başlamıştı. Özellikle gelin
kaynana sürtüşmeleri kendisini çok rahatsız ediyor ve nasıl önüne geçeceği
hakkında bir fikri yoktu. Bocalayıp duruyordu bu konuda. Bir keresinde Fatma
kulağına çıtlatmıştı “Ananla aynı evde yaşamak zor olacak bizim için” demişti
de duymazlıktan gelmişti ama tepesinden aşağı da kızgın sular dökülüvermişti. Gecelerde
uykuları kaçmış, kimseye bir şey de diyememiş, arada kalkıp mutfakta vakit
öldürmüştü kendi kendine. Yaşlı, cefakâr anasının gözleri hiç de gitmiyordu
gözlerinin önünden, rahatsızlığını hissediyorlar birbirinin ama bir türlü de ağızlarını
açıp bir şeycikler söyleyemiyor ana oğul birbirine. Hep gözleriyle
konuşuyorlardı uzun bir süredir.
Usta başı emekli olunca şansı açılıvermişti birden. Usta başının
ayrılmasına oldukça üzülen Veysel bir hafta kadar yalnızlık hissetti kendinde. Ne
de olsa yıllardır birlikte çalışmışlardı ve her başı sıkıştığında yanında
bulmuştu her zaman usta başını. Usta başının ayrılmasının altında başka
nedenler aranıyordu, söylentiler de dolaşıyordu ortalıkta. Bazıları başka
fabrikalardan teklif aldığını, maaşının dolgun olduğunu söylüyorlardı. Veysel inanmak
istemiyordu bu dedikodulara. Usta başına toz kondurmak istemiyordu gönlünce. Bir
taraftan da hiçbir şey söylemeden ani kararla ayrılışını düşünmeden de
yapamıyordu…
Fatma geçen süre içinde
kararsızlıklar içinde gelip gitmiş, anasıyla birlikte evlendirilmesi düşünülen
adamı görmeye gitmişti. Görmeye gitmezden önce hayaller içinde yüzmüş kendi
kendini evlendirip boşandırmıştı birkaç kez. Rüya gibi geçmişti günler onun
için, ta ki o güne gelinceye kadar.
Hüsnü, kızı ve damadını
dünürüyle birlikte yemeğe davet etme tembihini takibi bırakmış, karısıyla
uğraşmaktan vazgeçmişti bu konuda.
Hüsniye dilinin ucuyla davet
etmişti ama karşı taraftan da pek istekli görünmüyorlardı bir araya gelmeye. Gönüllerde
kırgınlık olduğu apaçık ortada görünüyordu. Söylemiş olmak için Hüsnü’nün
kulağı duyacak şekilde söylemişti telefonda kızına. Hüsniye de zaten
istemiyordu böyle bir şeyi. Kesin kararlı görünüyordu kızı kocasından ayırmaya
ve zengin bir koca bulmaya. Kendisine böyle bir fırsat çıksa hiç durmazdı bu
yaşta bile. Fatma’yı hiç rahat bırakmadı, sürekli kulağına bir şeyler üfürdü
durdu. Araya bazı tanıdıkları da sokarak işi iyice abarttığının farkında bile
değildi. Konu komşu bu durumu yadırgayıp el etek çekmeye başladılar
kendilerinden. Bunu fark eden Hüsnü içine kapanmış, bu yaştan sonra kimseyle
dalaşmak istemiyordu. Kendi dünyasına kapanarak dışarıyla ilgisini kesmiş bir
halde yaşamaya devam ediyordu. “Karı, karı kılıklı oldu mu ne laf dinler ne de
ar pir bilir; hele bir de ar damarı yırtıksa elden bir şey gelmiyor.” Diye sızlanmıştı
dert arkadaşına bir seferinde.
“Karı dediğin ana, dost, yar,
arkadaş, hepsinden önemlisi de gözü tok gönlü zengin olmalı; bunlar sonradan
alınıp satılmıyor ki alıp vereyim kullan diye, maya bu bozuk oldu mu yoğurt
tutmuyor ya da ekşi oluyor yoğurdu. Elden ne gelir, işte geldim gidiyorum, bu
saatten sonra da Allah'a havale ettim artık. Gönlüm ve kalbim kırık.” Diye anlatırken
derdini arkadaşına gözlerinden birkaç damla yaş dökülmüştü.
Hüsniye çok erken kalkıp Hüsnü’nün
kahvaltısını hazırlamış ve ilaçlarını masaya koyarak “Ben çıkıyorum, kız
çağırdı” diyerek ayrıldı evden. Sormadı Hüsnü hiçbir şey, merak da etmiş
görünmüyordu ama sesini duyar duymaz kalbi hızlanmaya başlamıştı birden. “Bir b…
var ya hayırlısı!” diyerek mutfağa doğru yürümeye başlamıştı…
Ev |
Adam evde yoktu vardıklarında. Anasının
dediği kadar da vardı görünen duruma bakılırsa. Etrafı sur gibi duvarla çevrili
bahçe içinde üç katlı kocaman bir bina ve etrafında da birkaç tane daha küçük
binalar vardı. Her taraf yeşiller içinde ağaç ve çiçeklerle doluydu. Çiçeğin her
türlüsü var gibiydi sanki. Bir an gözleri daldı çiçeklere bakarken. Her şey iç içeydi,
çiçekleri birbirinden ayırmak zor oluyordu kendisi için.
Bahçe kapısına geldiklerinde
siyah üniforma gibi kıyafeti olan orta yaşlı bir adam içeri almıştı kendilerini.
Kimsiniz, necisiniz diye bir soru da sormamıştı hiç. Adam sanki kırk yıllık
ahbap gibiydi kendilerine karşı. Bu durumu yadırgadı biraz yadırgamasına ama
diğer taraftan da kendilerine değer verildiğine yorumlamaya çalıştı. Yoksa sorgu
sualsiz neden alsındı adam. Hem de çalışan birisi olarak. Demek ki adama tembih
edilmişti.
Görkemli bir salona alınmışlardı
anasıyla birlikte. Adam bir şey isteyip istemediklerini sordu önce. İkisi de
aynı anda “İstemiyoruz” deyince “Beyim birazdan gelir, gideli epeyce oldu” dedi
ve hızla kapıya doğru yürüdü. Kapıya varınca da tekrar geriye dönerek “Eğer bir
istediğiniz olursa -kapının yanını işaret parmağıyla göstererek- bu zile basın
ben hemen gelirim” diyerek tekrar dönüp yoluna devam etti. Anası ağzını bir
karış açmış etrafı incelemeye koyuldu. İçinde sıkıntılar daha da fazlalaşan
Fatma ise ellerini birbirine sürtüp duruyordu durmadan. Gelmiş olmasını da
yadırgamaya başlamıştı oturur oturmaz. Hangi akla hizmet ederek geldim ben
buraya diye de sormadan edemiyordu kendine. Bir an hemen çıkıp gitmek istediyse
de tuttu kendini. Merak ediyordu şu anasının öve öve bitiremediği adamı…
Bir saat kadar bekledikten
sonra, ıssız olan ortalık birden hareketlendi ve bahçede sesler gelmeye
başladı. Öğle vaktiydi bu arada. Duvardaki saat öyle diyordu. Kendi saatine
baktı Fatma, doğruydu duvardaki saat. İçini sıkıntı bastırmıştı iyice. Kendini sahibi
olmayı düşündüğü evde sıkıntı bastırıyordu ve sığıntı, yabancı hissetmeye
başlamıştı otururken. Bana göre değil diye içinden geçirmeye başladığı zamana
denk gelmişti ev sahibinin gelişi.
Ortalıkta bir telaş ve gürültü
başlamıştı, arada bir tabak çatal sesleri geliyor, gülüşmeyle karışık başka
sesler de gelmeye başladı kulağına Fatma’nın. Bayan sesleri vardı çoğunlukla ve
neşeli bir hava olmalıydı oldukları yerde, bol bol kahkaha atıyordu birisi.
“Ooooo, hoş gelmişsiniz Fatma
Hanım, Hüsniye Hanım” sesiyle irkildiler birden. O kadar yüksek tondaydı ki ses
bir anda refleks olarak başlarını çevirmelerine neden oldu sese doğru. Gözlerinde
siyah gözlük ve spor bir kıyafetle orta boylu, 40 ile 50 yaş arasında başı
tamamen kazınmış bir kişi vardı karşılarında ve kendilerine doğru geliyordu
hızla. Fatma irkildi ve korkuyla karışık ayağa kalktı birden. Hiç de bildiği
tanıdığı erkeklere benzemiyordu gelen adam. Kulaklarındaki küpeye ve
parmaklarındaki yüzüklere takıldı gözleri.
“Kusura bakmayın, acil bir işim
çıktı da iş yerine gitmek zorunda kaldım. Sizi karşılayamadım bu yüzden, umarım
benim adam iyi karşılamıştır sizi, hemen söyleyin bir hatası olduysa ağzına …”
diyerek kendilerinin cevabını beklemeden Fatma’nın elini yakaladı birden ve
gözlerinin içine bakarak öpüyormuş gibi yaptı. Fatma korktu önce kaçırmak
istedi elini ve alnına götüreceğini düşünerek birden çekiverdi elini adamın
elinden. Şaşkınlığı her halinden belli oluyordu.
“Sizinle kısa ve öz konuşacağım Fatma
Hanım. Fazla zamanım yok maalesef, tekrara iş yerine dönmek zorundayım…” Tam da konuşmaya devam ederken kapıda sarışın
alımlı genç bir bayan göründü. Üzerindeki kıyafetler oldukça açık görünüyordu. “Aşkım
nerelerdesin, seni arıyorum ne zamandır, geliyor musun?” diyerek kapıya
yaslandı ve cevabını bekliyordu adamın. “Tamam, hemen geliyorum sen bekleme
beni orada, geçebilirsin.” Dedi ve tekrar Fatma’ya döndü.
Bir an Fatma’nın ellerini yakalamaya
çalıştı ama Fatma kaçırdı ellerini adamdan.
“Dedim ya açık konuşacağım! Benim iki kızım var ve anneleriyle ayrıldık
kısa süre önce. Bu benim ikinci evliliğimdi ve ondan iki kızım var. Kızlarım benimle
yaşıyorlar, yatılı bir okula vermek istemiyorum çocuklarımı. Hüsniye hanım sizi
çok methetti, çok hamarat ve yumuşak kalpli olduğunuzu söyledi o nedenle kabul
ettim sizinle görüşmeyi. Eşinizden memnun değilmişsiniz ve de ayrılmak
istiyormuşsunuz dediğine göre. Yüzüne baktı Hüsniye hanımın, söylediklerini
onaylamasını istercesine. Hüsniye’den ses seda çıkmıyor Fatma’nın suratına
bakıp duruyordu sürekli.
“Ben bir daha evlenmeyi
düşünmüyorum, hayatımdan memnunum şu durumda ve uzun bir süre de böyle gidecek
gibi görünüyor. Kadınlardan korkmaya başladım çünkü. Çok kadın tanıdım bugüne
kadar, çoğu birbirinin aynısı, yalnızca simaları, boyu, posu farklı duruyor,
içleri aynı. Zaten de beni çok ilgilendirmiyorlar artık…”
Adam daha sözlerini bitiremeden
birden ayağa fırladı Fatma ve kapıya doğru yöneldi. Hiç arkasına bakmadan
gidiyordu ellerini kollarını sallayarak. Kapıdan dışarıya çıkınca da koşturmaya
başladı birden. Hüsniye çok şaşırdı bu duruma. Hiç de beklemediği bir
davranıştı Fatma’dan. Karşısında ayağa kalkmış kendisine bakan adama baktı bir
an Hüsniye, sen de git arkasından der gibiydi gözlerinden okunanlar. “İzninizle
Hüsniye Hanım, benim de gitmem lazım” diyerek hızla uzaklaştı yanından.
Bir anda neye uğradığını
anlayamadan şaşkın şaşkın ayakta durdu ve dışarıya çıkmak için adım atmaya
başladı. Ayaklarını taşımakta zorlanıyor gibiydi, bir türlü ayakları gitmek
istemiyordu ama zorunluydu artık.
Fatma otobüs durağına koşturmaca
gelmiş ve beklemeye başlamıştı. Koşturmaktan nefes nefese kalmış, biraz da
terlemişti. Alnının terini sildi elinin tersiyle. Kalbi hızlı hızlı atıyordu,
koşturmaktan diye düşündü. “Şu düştüğüm hallere bak Allah’ım, ne kadar
akılsızım ben. Anam denen karının aklına uydum geldim buralara kadar. Ulan salak
kız evli barklı insansın sen, ne b... işin var da düşüp geldin buralara?” Etrafına bakındı bir an ve kendine bakanlar
vardı çevresinde. Sesini kendi kulakları da duymuştu sonradan, olsun varsın
oldu zaten olacağı kadar diye geçirdi içinden ve kıpırdanmaya başladı olduğu yerde.
İçi içine sığmıyordu bir türlü, ağlamak istiyordu ama burası yeri değildi. Dişlerini
sıkıp sıkıp bırakıyordu, kendini bir türlü affedemiyordu “Kokusu mu çıktı
Veysel’in a lanet karı!..” “Pardon, bir
şey mi dediniz?” Dedi yanında dikilen
bir kadın yüzüne bakarak. Biraz kızgın görünüyordu sanki. “Ben mi?” dedi
kendini işaret ederek Fatma. Cevap gelmeyince
diğer kadından başını çevirdi başka yöne Fatma.
“Ulan nalet karı, ben sormaz
mıyım sana, ana mana demeyeceğim, dilini koparacağım senin; hele bir daha sokul
yanıma...” Hırsı geçmek bilmiyordu bir türlü. Aslında konuştuklarını duyanlar
olduğunu biliyor ama tanıyan olmayacağını düşünerek rahat olmaya çalışıyordu. Mahallesinden
oldukça uzaktaydı çünkü. Her şey ve herkes yabancıydı kendine. Başka bir
memlekette gibi hissediyordu kendini ve konuştuğunu da anlamazdı zaten
insanlar. Ya da deli sanırlardı. “Varsın sansınlar; delirmeye de az kaldı zaten
böyle giderse…” Epeyce konuştu kendi kendine gezinerek, arada ellerini yumruk
yapıyor sanki birine vuracakmış gibi davranıyordu, o zaman da insanların
bakışından rahatsızlık hissediyor tekrar kendini toplamaya çalışıyordu. “
Nihayet otobüs geldi ve bindi
kalabalık arasında. Tıklım tıklım doldu otobüs ve homurdanarak kalktı durduğu
yerden. İnsanlar dalgalandı ilk hareketinde.
Otobüste giderken çocukluk
yıllarına gidip geldi sık sık, anasını düşündü, o zamanlardaki halini. Nasıl da
koruyup kolluyordu kendini, bir de şu hale bak; düşürdüğü duruma. Rezil rüsva
etti beni ele güne karşı. İyi ki de
uzakta bir yer ve bilen duyan yoktur da inşallah diye geçirdi içinden. Ne diyebilirdi
ki Veysel durumu duysa veya öğrense. Bohçasını alıp arkasına bakmadan anasının
evine gitmek düşerdi o zaman, hoş gidilecek ana evi de yok ya! Otobüs içindeki
her hareket, her ses rahatsız etmeye başladı Fatma’yı. Herkesin kendisi
aleyhinde düşünüp ve konuştuğunu aklından geçirirken etrafına göz atıyor ve
incelemeden geçiriyordu insanları. Aslında insanların onu umursadığı bile
yoktu. Herkesin kendi derdi var ve kendi dert ve tasalarıyla meşgul
durumdaydılar.
Bir insan, bir ana nasıl bu hale
gelebilir? Hangi şartlarda bu kadar mal gözlü olur bir insan ve kendi evladına
bu tarz bir komplo kurar ve tongaya düşürmeye çalışır? Kafasında bir sürü
cevapsız sorular dolanıp duruyordu. Hiçbirine de cevap veremiyordu kendisi. Anasına
sorsa da ondan da yeterli cevap alamayacağını biliyordu.
Bu son hatam olacak Veysel’e
karşı, bir daha anamın aklına uyup tuvalete bile gitmeyeceğim diye kendi
kendine sözler vererek rahatlamaya çalışsa da yeterli gelmiyordu kendisine. Bir
türlü gevşeyip rahatlayamıyordu. Şapkası yan duran sakallı yaşlı bir adam
arkaya doğru yanaşırken koluna çarparak geçti ileriye doğru. Kasıtlı yapılmış
gibi algılayarak “Dikkat etsene be babalık, kör müsün kolumu kırıyordun
neredeyse!” deyince yüksek sesle, bütün başlar ona döndü bir anda ve tüm gözler
ona bakıyordu yadırgayarak. Umursamadı,
biraz da zevk aldı bu durumdan hatta. Yaşlı adam hiç sesini çıkarmadan
ilerlemeye devam etti bu esnada. Bir şey söylese daha da fazla üstüme gelecek
diye düşündü yaşlı adam. “Köpekle dalaşacağına, çalıyı dolan da geç” derler
bizim memlekette diye fısıldadı ve tepedeki kırmızı düğmeye dokundu.
01-05-2017
Halil GÖNÜL
Görsel:Pixabay.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.