Hafıza Ne İşe Yarar?
Son
zamanlarda “hafıza” kavramı takıldı aklıma ve
sürekli kurcaladı durdu beynimin bir yerlerini. Anlatmaya çalışacağım
düşüncelerim: Kişisel hafızanın oluşması ve gelişmesi. Kişisel hafızanın bize
sağlayıp sağlayamadıkları. Aynı durumlar toplumsal hafıza için de geçerli. Bireyden
topluma giderek, düşüncelerimi aktarmak istiyorum.
Hafıza kelimesi: Algılarımızı -beş duyu organımızla- ve algıladıklarımızın ne kadarını hatırlayabildiklerimizle ilgili bir kavram. Daha da basitçe söylersek “depo, saklama deposu” diyebiliriz. Saklanan bilgiler yeri geldiğinde kullanılmak üzere saklanırlar. Her zaman da öyle olagelmiştir. Bilinçli olarak kullanabildiklerimizin yanında -sürekli olarak veya sık sık kullandığımız bilgiler- bilinçsiz olarak da kullanılan, daha öncelerinden kayda geçmiş ancak kullanılmadığı için raflarda tozlanmış olanlar da vardır.
Biz istesek de istemesek
de kayıtlar sürekli yapılmaktadır ve bir yerlerde mutlaka kullanılacaktır. Bizi
çok etkileyen olaylar altı çift çizgili olarak kayıtlara geçiyor ve benzer bir
olayla karşılaşıldığında gayri ihtiyari olarak devreye giriyorlar.
Kişisel
hafızamızı geliştirmenin yollarından biri de sürekli öğrenme çabası göstermemizdir.
Her öğrendiğimiz ve uyguladığımız durumlar hafıza kayıtlarına ilave edilirler,
ne kadar çok şey öğrenirsek o kadar fazla bilgi kaydı yapılacak demektir bu da.
Fazla bilgi kaydı bize ne
sağlayacak?
Yaşamımızda mutlaka olumlu etkileri olacaktır, adımlarımızı isabetli
atmamıza yol açacak ve daha kolay kararlar alabileceğiz. Karar vermek için
seçeneklerimiz fazla olacaktır… daha da fazla şey sıralanabilir elbette…
Benim
asıl üzerinde durmak istediğim; güçlü ve dinamik bir hafızanın yaşamımıza
kolaylıklar ve gelişmeler sağlayacağı üzerine olacak. Özümsenmiş bilgi birikimi
ne kadar fazlaysa hafıza kayıtlarında da o kadar fazla var demektir.
Özellikle özümsenmiş diyorum çünkü: Özümsenmiş bilgiler uzun süreler unutulmaz ve her zaman da kullanıma hazırdırlar. Özümsenmemiş olanlarsa belli bir süre sonra -ihtiyaç kalmadığında- hafızanın tozlu raflarına kaldırılacaktır. Sorulduğunda bile hatırlayamayacağız çoğunu ya da hatırlasak bile eksik olacaktır.
Bilgisayarlarda
olduğu gibi ram ve disk tarzında. Her şeyi disklere kayıtlayabiliriz ve lazım
olduğu zamanda da çağırıp kullanabiliriz. Ram ise bildiğiniz üzere bilgisayar
açık olduğu sürede devrede olan ve bilgisayar kapandığında bilginin silindiği
bir alandır.
Kayıtları
ne kadar fazla olan birey varsa bir toplumda, o toplumunda kayıtlarının fazla
olduğunu görürüz. İşte buna toplumsal hafıza diye adlandırırız. Geçmişten geleceğe
doğru olan yolculuklarda her toplumun kendi hafıza yapısı farklılıklar gözetse
de genellikle ayakta kalmak ve yaşam savaşı üzerine dopdoludur hafızaları.
Gelenek ve görenekler
toplumsal hafızayı oluştururlar, bir toplumun yazısız kurallarını oluştururlar.
Ne kadar içselleştirilmişlerse bu yazısız kurallar, o toplumda da bağlar o
kadar sıkıdır. Toplumsal kuralları hiç kimse tek başına yönetemez ve de
koyamaz. Toplumlarda yıllar boyu süzgeçlerden geçe geçe ve uygulanabilirliği
test edile edile bu günlere gelmiştir bundan sonrasına da gitmesi yine o
toplumun bireyleri sayesinde olacaktır.
Öncelikle eğitimin önemi
çok fazla olduğu görülmektedir. Eğitimli toplumlarda sersemlemeler ve toplumsal
çatlaklar çok fazla açılmadan kapatılırlar. Toplum içinde ayrışmalar yaşanmaz. Belli
bir amaç etrafında toplanabilirler çünkü: Yaşam içindeki olayları değerlendirip
analiz edebilme yetisi eğitimleri sayesinde kazandırılmış olurlar.
Eğitimin zayıf olduğu
hurafelerle yaşayan ve yönetilen toplumların eğitim seviyeleri düşük
dolayısıyla da yaşam standartları çok aşağılardadır. Yaşam standartlarını
yükseltebilecek becerilerden yoksundurlar. Yaşadıkları dönem içinde de çevrelerinde olup
bitenlere seyirci kalarak hatta olumsuz bile olsa olumsuzluğu değerlendirecek
birikimleri olmadığından dolayı seyirci durumunda kalacaklardır.
Özellikle bizim toplumsal
yapımızda bu durumu anlatan ifadeler oldukça fazladır. “Atı alan Üsküdar’ı
geçti.” “Eski köye yeni adet mi?” “Fakirin
baş ucunda yatacağına, zenginin ayak ucunda yat.” Vb. İfadelerin içinde ya teslimiyet ya olup
bitmişlik-oluş aşamasında fark edilmemişlik-, ya da yeniliğe kapalılık
anlamları taşırlar.
Kişisel
hafızalarımızın günün sabahına bile yetmediği-“sabahleyin ne yedin?”- çoğu
zaman ima edilir durur. Bu durumda olan hafızalardan veya o durumdan biraz daha
iyi hafızalardan meydana gelen toplumsal yapının hafızasından da çok şey
beklenmesi elbette hata olur.
Bu
durumun ispatı (120-180?) devlet kurmuş geçmişimizle öğünmekle ortadadır. Görünen
durum o ki, son devletimizi de bir şeylere benzeteceğiz toplum olarak ve öğünür
artık torunlarımızın torunları. “Benim dedelerim (120-180?)+1. Devletine de sahip
olamamışlar biz onun için buralardayız, hamal olarak. En büyük benim dedelerim.”
Becerebilirlerse bir kümes bulurlar ve varlıklarını sürdürürler, hem de 20’şer
çocukla. Bir an önce devlet kurmaktır hedefleri.
Biz toplum olarak (120-180?) adet devletin nasıl ve neden yıkıldığını öğrenememiş bir devlet kurucusu dedelerin torunları olarak (120-180?)+1. Devletin de nerelere yol aldığını anlayamayan bir durumdayız. Toplumsal hafızamızın ne kadar sığ olduğunu gösteriyor bu durum da elbet. (120-180?). Devlet toplumsal sabahımızdır ve biz (120-180?)+1. Devlet toplumu olarak işte o sabahta ne yediğimizi unutmuş durumdayız.
Kurtuluş savaşı denilen bir durum vardır; neredeyse bu toprakların her bir santimi kanla ıslanmıştır ama olduğu zaman toplumsal zamanla kıyaslandığında sabahtan çok sonrasında yani akşam sayılır. Bu da demek oluyor ki bizim toplumsal hafızamız yeni sofradan kalktığımız halde sofrada ne olduğunu unutmuş haldeyiz. İşte bu kadar zayıf hafıza. Belki de saat bile geçmedi tıkınmamızın üzerinden.
Toplum
olarak adeta “Öküzün trene baktığı gibi” bakıyoruz olan bitenlere; kimimize
göre doğru kimimize göre eğri, ama giden hepimizin de üzerinde yaşadığı ve bizi
barındıran bu topraklar. Halletmemiz gerekenleri kendi aramızda halledebilmenin
bir yolunu er veya geç mutlaka buluruz ama gideni hiçbir zaman getiremeyiz.
Hafızalarımızı
tekrar yoklayalım, bulduğumuz kırıntıları bile değerlendirip günü yakalamaya
çalışalım toplum olarak. Yakalayamadığımız zaman çok fazla zaman geçmeden
kayıplarımız çok ağır olacak ve telafisi olmayan yaralar alacağız hep birlikte.
17-07-2017-063
Elinize sağlık, çok güzel bir yazı olmuş, biz maalesef duyu organlarımızla algılıyoruz ama algıladıklarımızı beyin süzgecimizden geçiremiyoruz, düşünme tembeliyiz...
YanıtlaSilEren O.
SilTeşekkür ederim,
haklısınız.
Okumuyoruz,araştırmıyoruz,sorgulamıyoruz.Bize dayatılanlara inanıyoruz :(Farkındalık için önemli bir yazıydı.Teşekkürler :)
YanıtlaSilDaha Mutlu Yaşam,
SilTeşekkür ederim.
Size katılıyorum, bedavacıyız. :)
of ya bende istemesem de hafıza çok güçlü, öğrenme anlamında yani, unutmak istesem de unutamam, bi dolu lüzumsuz bilgiyi :)
YanıtlaSildeeptone,
Silaynı hastalıktan muzdaribim:"Kafayı kırarsın sen" diyordu en yakınım; hala da kırılsın diye bekliyorum. Kimbilir belki de kırdım farkında değilim;çok şey farklı geliyor çünkü. :)))
Böyle daha iyi bence; sıkıntıları olsa bile! :)
Harika bir yazı olmuş başarılar
YanıtlaSilAkif Acet.
SilTeşekkür ederim, beğendiğinize sevindim. :)
Maalesef araştırmayan bir millet haline dönüştük. Resmen beynimiz başkalarına teslim ettik ve yönetilir hale geldi. Çok acı bir durum. "ATI ALAN ÜSKÜDAR’I GEÇTİ." ifadesi güzel ama bence geç değil.. Hala bir şansımız var..
YanıtlaSilOnur,
Silsize katılıyorum. Önemli olan farkındalık: "zararın neresinden dönersen kardır." demişler eskiler. :)