“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
"Hüsnü'nün bulunduğu Daşlı Tarla" |
BÖLÜM-45-
Çocuk Öğretmen Hüsnü’nün, Pataklanmasından Sonra
Çoban sırtlar Hüsnü’yü
bağıra bağıra girer köye, duyanlar koşarlar köy odasına doğru merak ederler
çobanın niye bağırdığını. Hüsnü yarı baygındır, yalnızca nefes alıp verir,
başka bir canlılık belirtisi yoktur.
Neredeyse tüm köy
oradadır, Muhtar gelir ve hemen köy odasındaki yatağın üzerine yatırılır Hüsnü.
Komşu köylere haber salınır adam gönderilir, kırıkçı, çıkıkçıları ve ebeleri
getirmeleri için. Yaşlı erkek ve kadınlar vardır köylerde sağlık işlerine
bakan, kendilerince ilaçlar, merhemler yaparlar. Çok kişinin derdine derman
oldukları için zamanında en ünlüleri çağrılır köye.
Hüsnü’nün ilk müdahalesi
orada yapılır, bir şeyler sürülür vücudunun her yerine ve sarılır güzelce.
Hüsniye de oradadır o sırada ve ebeye yardım etmiştir. Çelimsiz ama çetin ceviz
olduğu bilinen bir kızdır. Tüm akranlarını sıraya geçirdiği bilinir herkesçe ve
haklılığından dolayı kimse de bir şey yapmaz böyle durumlarda. Yetişkin gibi
muamele görür köyde. Zaman zaman sözü dinlenilir. Zaten her zaman da ağzından
bir söz çıkmaz.
Muhtara bağırır Hüsniye
denilen kız odadan. Herkes dışarıdadır
bu sırada. “Muhtar amca bu çocuk ölür böyle, her kimse ailesini bul ve doktora
gitsinler. Ya da sen götür Nahiye’ ye.”
Bir uğultu başlar dışarıda.
Muhtarın acizliği okunur
gözlerinden duyduğu sözlerden sonra.
Nasıl götürecektir? Ne araba vardır ne de para, pul. Üstelik ölümün
eşiğinde kim olduğu belirsiz bir çocuk ve üstüne üstelik köye ilk defa atanan
bir öğretmen.
Hemen en genç azayı
görevlendirir Nahiye’ ye gitmesi için. Nahiye Müdürü’nden yardım istenecektir.
Herkes bekleyiş içindedir
umutsuzluk ve çaresizlik içinde. Hüsniye ise başından hiç eksik olmaz
Hüsnü’nün. Her saniye nefes alışını izler ve en küçük bir kıpırtısını bile
gözden kaçırmaz. Yemesi için birkaç lokma ekmek getirmişlerdir karnını
doyurması için.
Gece karanlığı basmak
üzereyken iki atlı gelir köye. Muhtarı sorarlar. Muhtar “benim” diyerek çıkar
öne. Gelenler sağlık görevlisidir ve Nahiye Müdürü’nün talimatıyla geldiklerini
söylerler. Hemen hastayı görmek istemektedirler.
Derin bir nefes alır
“Ohh!” çekerek. Ciğerleri sökülüp gelecek sanır onu duyanlar. Biri doktordur gelenlerin. Şehirden
istenmiştir nahiye Müdürü tarafından. Muhtar hızlıca yarar kalabalığı önden ve
gelenler de arkasından çıkarlar odaya.
Odada küçük çelimsiz bir
kızı, sarıp sarmalanmış ve bin bir kokunun içinde yatan, hiçbir canlılık
belirtisi göstermeyen hastanın başında görünce şaşırırlar önce. Hüsniye gelenleri görünce sorar “kimsiniz”
diye. Muhtara bakar bir taraftan da.
“Meraklanmayın küçük hanım
meraklanmayın, endişe de etmeyin “ben doktorum, bu arkadaş da sağlık
görevlisi. Ben şehirden geliyorum, bu
arkadaşım da Nahiye’ de görevli. Kardeşinizi iyileştirmeye geldik biz. Şimdi
izin ver de bir bakayım.” Der sevecen bir ses tonuyla. Doktor ve sağlık
görevlisi de genceciktir daha.
“Ben kardeşi değilim” diyerek sert bir ses tonuyla, geriye çekilir ve gözü onların yapacaklarındadır.
“Ben kardeşi değilim” diyerek sert bir ses tonuyla, geriye çekilir ve gözü onların yapacaklarındadır.
Halil GÖNÜL
Devam edecek...
Görsel: Google Görseller
Bir günaydınla aydınlansın günün, gülüşlerin çoğalsın,
YanıtlaSilMutluluk gözlerine takılı dursun ..
Bugün yaşamın nefis tadını hissettiğin, umuda hoş geldin diyen dudaklarında tebessüm,
Ruhunda barış, sevgi şarkıları takılı olduğu bir gün olsun...
Her şey capcanlı, her şey hayat dolu, her şey sevgi dolu olsun...
Erhan Tığlı,
Silteşekkür ederim bu güzel katkınızdan dolayı. :)