Yazmak |
Oldukça
uzun zamanlardır boş boş sağa sola bakarak bir odanın içinde yaşamaya
başladıkça ve hareketten neredeyse yılmışçasına hareketsiz kalırken hep
düşünmeye çalışıyordu kendini ayakta tutmak için. Elinden hiçbir şey
gelemiyordu, açlığını yatıştırmaya çalışmaktan başka.
Her
geçen gün kafasının içindekiler daha fazla çeşitleniyor ve düzensizleşiyordu
tıpkı gökyüzünden düşen meteorlar gibi görünüp kayboluveriyorlardı bir anda. Her
seferinde not almak istediği olurdu ama üşengeçlik damarlarında dolaşan kanın
içindeydi artık ve daha sonra diyerek ertelerdi aklına düşen meteorları.
Bu
gidiş hali hiç de hoşuna gitmemeye başlamaya başladı çünkü dizginleyemiyordu
onları. Dizginleyemeyince de kendini tanıyamaz olmaya başladı. Adeta bir korkak
olup çıkardı bazen, bazen de bir canavar, hele bazen ateş püsküren bir ejderha.
Hangisi ya da neyin nesiydi, insan kılığında görünmesinden başka?
Düşündü
ki bu kötü gidişin önüne geçebilmenin yolu, beynine meşgul olacağı bir şeyler
vermekti. Bunun yolu da okumaktı, ilgisini çeken, merak ettiği şeyler hakkında
okumak daha iyiydi belki de. Yaptı da. Okumaya başladı, hem de sabah kalkar
kalkmaz kahvaltısını yapıp başlıyordu okumaya.
Önce
klasik romanlar veya denemelerden başladı. Neredeyse on saat okuyordu bazen. İşe
yaradığını düşünmeye başladı. Günlük kafasının içinde dolaşan tilkiler değişmiş
gibileri adeta. Eskilere dönüşler çok az olmaya başladı. Alabildiğince devam ettirmeye karar verdi
okuma işine. Zamanla çeşitlendirdi okumayı. Felsefe, klasikler, roman, bilimsel
yayınlar…
Her
değişiklik daha da işe yaramaya başladı. Neredeyse okuduklarından başka şeyler
düşünmez olduğunu hissetmeye başladı. Günler de eskisi kadar bitip tükenmez
değillerdi, daha da hızlı yol alıyorlardı gündüzden geceye doğru. Bir dönem
uykuları bile düzene girmeye başladı. Bozmuş olduğu vücut saati doğru çalışmaya
başladı bir zaman sonra.
Vücut
saati dedim de: aklıma geliveren şey, onu daha önceleri yani gençlik
dönemlerinde başlamış ve yetişkinlik dönemleri dâhil zamanı iyi değerlendirmek
adına daha fazla kullanmayı amaç edinmişti kendine. Çünkü uykuda geçen yaklaşık
yedi veya sekiz saat oldukça fazla bir zaman kaybıydı ve bu durumu biraz
düşürmek gerekliydi. Neredeyse yarı yarıya. Bu durum genellikle böyle
görünüyordu ama bazen iki hatta üç gün uykusuz geçen zamanlarının çok olduğu
olurdu. Sonunda sızar bitkinlikten ve beş altı saat uyurdu arkasından normal
hayatına dönerdi.
İşte
normal vücut saatinin ayarları o zamanlardan beri değişik ayarlanmıştı aslına
bakılırsa. Bu durumdan rahatsızlık hissetmedi hiçbir zaman taa ki bu günlere
gelinceye kadar. Bu günlerde olanların nedeni de kafasını uğraştıran şeylerin
çaresizliği ve bir sonuca varamamasıdır. Çünkü çaresizlerdir ve oldukça
geçmişte kalan şeylerdir artık. Her derdin bir çaresi var denilir ama çaresiz
dertlerin olduğu da bilinir ve kabullenilerek aşılır. İşte ölüm de böyle bir
çaresizliktir. Ölüm isteği de çaresizliklerin en kötüsü. Çünkü istediğin halde
ölemezsin. Bahsedilen intihar veya intihar meyilliliği değil. Kendini ölmek
isteyecek kadar kötü hissetmek ve bu duygudan kurtulmanın bir yolunu
bulamamaktır; bu duyguyla birlikte yaşıyormuş gibi yaparak geleceğe bakmaktır. Gelecekte
görebileceklerini düşünerek ve o görebileceklerinin hiç birisi de iç açıcı veya
umut verici şeyler değildir.
Evet,
yaşamanın içinde acı ve tatlılar mutlaka vardır. Her canlının canlı kaldığı
süre içinde vardır bunlardan. Mücadele diye bahsedilen de bu galiba. Her acıyla
karşılaşan ölmeyi düşünmüyor öyle değil mi? Her seferinde durumu aşıp daha
olumlu bir noktaya vardığında geriye bakıp aptallığına veya şaşkınlığına bakıp
gülüyordur mutlaka. Bazıları için komediye dönüşüyorlardır eminim.
Zaten
de seçici davrandığı okuma işi oldukça yoğunlaştığında her seferinde durup
şöyle bir geriye bakıyordu arada ama değişen hiçbir şey olmadığını görünce de
direnci kırılıp başladığı noktaya döndüğünü fark ediyordu. Tabii ki söz konusu başlangıca dönüş duygu
haliydi. Yaşam anlamsızdı, ne yaparsa yapsın anlamı yoktu. Her zaman ortada
duran hareketsizlik ve acizlikti. Yanı başında kollarına girmiş iki
yoldaşıydılar ve kurtuluşu yok gibiydi onlardan. Bazen başkalarını da
çağırırlardı yanlarına hep birlikte zil takıp oynarlardı.
Eskilerde
her okuduğu şeyden kendine göre paylar çıkarır ve kendini zenginleştirirdi
yaşamlardan yana. Bazılarını yaşamadan da başkalarının yaşamlarından
gözlemleyebiliriz ve öğrenebiliriz kısmen de olsa. Farklılık yaratırdı bu
durum, problem çözmeden yana ama bazen de problemin kendisi olurdu. Çünkü anlayan
olmazdı durumu, yalnızlaşırdı. Olsun varsın diye düşünür kendinden emin yürürdü
doğru bildiği yollardan bata çıka.
Bir
gün bir soru sordu kendi kendine. “neden yazmalı?” arkasından bir süre sonra bir soru daha geldi
tembel, bitmiş yanından. Bu tembel yanı bahane üreten yanıydı. “yazmalı mı?”
derken “neye yarayacak?” bu son soru bazı çağrışımlar yaptı. Hatırlamaya çalıştı
okuduklarından. Oldukça bir süre düşündü. Bazılarını hatırladı. Örneğin bir İngiliz
yazara “kansersin, beyninde ur var ve ömrün en fazla bir yıl kadar” demiş
doktoru. Bu adam da yanlış hatırımda kalmadıysa sevdiği birine ek gelir
sağlayabilmek amacıyla yazmaya karar vermiş. Karar vermiş ve olabildiğince
hızlı bir şekilde yazmaya başlamış.
Yazmaya
başladığı yıllar orta yaşın üstü sanıyorum. Düşündüm ilk okuduğumda bu durumu
ve aldım kitaplarından bir kaçını ve okudum adam ne düşünmüş olabilir? Diye. Çünkü
öyle bir durumda ne yazılabilir ki? Aklım bir türlü almıyordu. Ölüm gelmiş
kapını çalmış ve sen kapıyı açtığında hırt… Her şey bitecek. Adam ne yazmış
biliyor musunuz kitabın birinde? Suç makinesi bir delikanlı üç kişilik bir çete
kuruyor ve her aklına eseni yapıyor. Hırsızlık, darp, öldürme, yaşlıları
tekmeleyip eziyet etme. Yani akla gelebilecek her türlü kötü şey yapılıyor bu
çete tarafından. Çete reisi delikanlı belirliyor her şeyi. Cezaevine düşüyor
sonra, uzunca bir süre yatıyor ve bir şekilde serbest kalıyor sonra ama eski
iki çete üyesi onun yokluğunda polis olmuşlar ve bu kişiyi yakalıyorlar
hayatını söndürdüğü adamla birlikte. Böylece devam ediyor bu kitap.
İyi
haberse adamın bir türlü ölmediği, bol bol da roman yazdığı ve yayınladığı. Her
nasılsa kendisine konan teşhisin yanlış olduğu, filmlerin karışmasından
kaynaklı bir hata olduğu ortaya çıkınca işler değişmiyor ve adam devam ediyor
aynı hızla yazmaya. Oldukça zengin biri oluyor.
Yazanların
çoğunluğu eğitimli, gelir durumu yüksek kişiler genellikle. Bazıları da
dönemine göre yazabildikleri için değerli sayılmışlar sonradan. Bazıları para
kazanmak için yazmaya karar vermişler, bazıları kendisinden bir iz bırakabilmek
umuduyla yazmaya başlamış ve yazmışlar. Bazıları bildiklerini aktarmaya
çalışmışlar. Bazıları kendisine göre doğru bildiklerini yazarak topluma yön
vermeye çalışmışlar. Bazıları psikolojik rahatsızlıklarını yazmışlar, bazıları
nasıl kurtulmaya çalıştığını. Bazıları da
kendisini tanıtmak gayesiyle yazmışlar. Daha fazla sıralanabilir yazma nedeni. İyi
veya kötü nedenler, iyi veya kötü şartlar, iyi veya kötü duygular… bolca
vardır.
“Ben
neden yazmalıyım? Yazsam ne değişecek? Hem ne yazacağım ki?” benzer sorular
günden güne değişik şekillerde gün yüzüne çıkarak parlamaya başladılar aklının
içindeki bir yerlerde. Aslına bakılırsa yeterli malzemesi vardı elinde ama
kendine güveni eksikti belki de. Bir de yaşama azmi kalmamıştı. Belki kendisine
sürekli bir meşguliyet sağlamak için yapmalıydı bu işi. Kimseye beğenilme veya
para kazanmak gibi bir derdinin olmaması da ayrı bir sorundu veya amaçsızlıktı
sadece. Çünkü hiçbir amacı kalmamıştı artık, görünmüyordu. Olsaydı görünürdü
bir şeyler.
Belki
de sürekli geriye sarmadan kurtulmak için yapmalıydı bu işi. Ne olursa, eskilerden, geçmişin rulo olduğu
bir film şeridinin birkaç karesinden akanlar, gündelik hayattan bazı kesitler,
siyaset, felsefe, kişisel deneyimler… Her şeyden bir tutam olabilirdi. Belki de
yazdıkça akan suların yolunu bulup aktığı gibi akar giderdi her şey. Kim
bilebilir ki? Bir başlangıçtı gerekli olan, yalnızca başlamak. Bir yerlerden,
neresi olursa olsun. Madem gaye edinmek amaç, bir şeyler olsun işte… Başla!
O
adam ölüme inat yazmış hem de ölmek üzereyken hissettiği duygularıyla. Hiç olmazsa
ölünceye kadar bir şeyler yapayım sevdiğim kişi veya kişiler için diye. Bu durumdan
zor bir durum ve şart olabilir mi. Nasıl elleri varır böyle bir insanın kaleme
ve kâğıda?
Kendi
durumunun bu durumdan farkı ne? Ölüm hissettiriyor kendini her an. Yaşamının her
anında var. Dünya ıpıssız, karanlık ve sessiz. Kimseden yardım gelmez çünkü
feryadını duyan olmaz bu kadar derinlikte.
Yazmak isteyenlere, bir şeyler yapmak için desteğe ihtiyacı olan kişilere ne de güzel destek olacak bir yazı. Elinize sağlık.
YanıtlaSilİrem E.
Silböyle düşünmeniz güzel. bir şeyler yapmak lazım öyle değil mi? bazıları yazarak bazıları da yaparak gerçekleştirir düşündüklerini.
Teşekkür ederim.
ben şahsen pek okuyamıyorum,kafam esince okuyor ve yazmaya başlıyorum..böyle düzenli yazdığınıza göre,çok okuyor olmalısınız..harika bir girişim.. böyle güzel şeyler yazmaya devam edin derim..emeğinize sağlık..
YanıtlaSilErtuğrul Yıldırım,
Silzaman zaman kafam estikçe oldukça yoğun okuma dönemlerim oluyor. geçmiş bir kaç ay da öyle geçti. yoğun okumanın getirdiği bazı durumları fark ettim bu arada. yoğun okuduğunuz zaman okuduklarınızın etkisinde kalıp hazmetme dönemine ihtiyaç duyuyor insan. düşünceler uçuşup duruyor kelebekler gibi ama bir türlü toparlanamıyor. işte bu yüzden bir süreliğine ara verip okunanları hazmetmek gerekiyor. Yazma işiyse daha başka bir şey. demek istediğim kendi tarzınızda yazma meselesi yani. aksi halde bir şeyleri tekrar etmiş oluyor insan. başkalarının söyleyip yazdığını tekrarlamaktan başka bir şeye yaramıyor. şu anda ve bir süre sonrasına kadar dalgalanmam da bu yüzden olacak. belki birbirinden oldukça farklı konularda değerlendirme ve düşündüklerimi yazmaya çalışacağım.
Teşekkür ederim.