Yeni Türkiye’de Yaşam
İşin
başında sözde 500-600 kelimelik bir blog yazısı düşünürken oldukça uzadı yazı
biliyorum. Bu günü anlayabilmenin yolu geçmişi iyi anlamaktan geçtiği
düşüncemle genel olarak bir çerçeve çizmeye çalıştım kendime göre.
Bu
çerçevenin içindeki Türkiye’nin durumuna ancak gelebildiğimize göre şimdi de
Atatürk sonrası Türkiye’ye bakalım.
İnsan
bile tek başına var gücüyle uğraşsa bile genel yapıdan çok az ileriye
tırmanabiliyor ömrü boyunca. Bu durum da süreklilik kazanamıyor kişi ölünce her
şey kalıyor geride ve kişiden çocuklarına ve çevresine aktarılabilen kırıntılar
varsa onunla devam ediyorlar yaşamlarına. Kısaca savaş daime var ve cephelerde
meraklı insanoğlu.
Atatürk’ün
on-on beş yıl gibi bir sürede o kadar hızlı ve baş döndürücü bir hızla
Osmanlı’nın zararlı kalıntılarını temizlemeye çalışsa da öyle göründüğü kadar
kolay olmadığını elbette kendisi de biliyordu. Zaten bu yüzden acelesi vardı,
hızlı ve uzun adımlar atmasının nedeni buydu.
Yeni
harflerin kabulüyle bu hızı artırmak istedi. Daha kolay ve anlaşılır olması
nedeniyle okuyan insanlar kısa sürede öğrensin, düşünmeye başlasın, kendi
kararlarını kendilerinin verebileceği duruma yetişsinler diye var gücünü
kullandı. Ancak zaman içinde yetişen öğretmenlerin çok azı bu hıza
ulaşabilmişler, O’nu anlayabilmişlerdir.
Atatürk’ün
vefatından sonraki yıllarda toprak ağası ve din bezirgânlarının el birliğiyle
her şeyi tersine çevirmeye başlamalarının önünde hiçbir engel oluşturulamamış
kula kulluğu tercih eden eğitimli elitler de kendilerine sıcak ve verimli bir
köşe kapma derdine düşerek Osmanlı İmparatorluğu’nun memur ve idarecilerinden
farklı davranamamışlardır.
Devletlerin,
toplumların kılık değiştirmesi ve adım atmaları kolay iş olmadığı gibi zaman
olarak da bir insan ömründen çok daha fazla uzun zamanlara yayılır. İşte bu
nedenle kulluk anlayışının değişmesi, birey olamam durumu tamamıyla hâkim olur
yeni, sahipsiz Türkiye’ye.
Atatürk’ün
yaptığı ve dediklerini kavrama yeteneğinden yoksun olan seçkin zümre Toprak
ağaları ve din tüccarlarının kovasına su taşıyarak sanki yaşanmamış olan Şeriat
gericiliğini durmadan sulayarak, içine etnik ayrımcılığı da boca ederek servis
etmişlerdir. Atatürk’ün her ne kadar Türk ifadesini kullansa da ırkçı bir yan
taşımadığını düşünenlerdenim o zamanki koşulları dikkate alarak. İnsanları
birbirine bağlayacak bir yapıştırıcı arıyordu sadece ve psikolojik olarak
motivasyondur derdi. Cumhuriyet Türkiye’sindeki Kürt ayaklanmaları dikkate
alınırsa din ve hilafet meselesi vardır asıl amaçta. Onların derdi Kürt
bağımsızlığı olmayıp hilafeti ve dini kurtarmaktır dinsizlerin elinden. Yanıp
tutuştukları buydu.
Yokluk
varsa herkes yokluk çekiyordu kırsalda. Şehirlerde ve kırda elinde parası ve
gücü olan zaten toprakları çevirmiş, işlerini yoluna koymuştu. Türk’ü de Kürt’ü
de, ermeni, Yahudi’si de elde edeceğini elde etmişler kalanları kırda bayırda
aç, sefil haldeler.
Zaman
içinde yönetimin şeklinden dolayı karnı doymayan daha da kötüleşen kırdaki
yaşayanlar ölümü göze alarak şehirlere göç etmeye başlarlar. Kendi içinde
mevcut halleriyle zaten yetersiz olan şehirlerin altyapıları, gelenleri
taşıyamayacak durumdalardı. Gelenler de karınlarını doyuracak bir iş kapısı
bulabilirlerse çalışıp, kafasını sokacak bir dam buldu mu tamamdı.
Devam edecek...
Başlangıca dön...
Görsel: Google Görseller
pikiiii, şimdi neler yapcaz :) çok formda ülkemiz yaniii :)
YanıtlaSilYola çıktık bakalım, ne yapabiliriz bakcez garik. :) dam varsa gerisi kolay, bolca çocuk yapmak; iş güç de olmayınca başka elden gelse yılda iki dene. nasılsa rızıklarıyla geliyorlar, dert tasa kalmıyor. :))
SilCumhuriyetin ilk yıllarında yaşamak isterdim. Yokluklardan doğan fedakarlıkların gönüllüsü olmak isterdim.
YanıtlaSilaslına bakılırsa 70'li yıllarda dahi köylerde benzer yetersizlikler ve çaresizlikler içinde çırpınma vardı. oldukça zor koşullardı. hele kurtuluş yılları, tarifi bile mümkün değil bence.
Sil