SAYFALAR

Cumartesi, Nisan 25, 2020

Kitap-Hayat Yolları

Hayat Yolları-Alice Miller

Çeviren: Haluk Barışcan; Metis Yayınları, Birinci Basım: Mart 2002, 167 sayfa.
           
            Bu kitaptan alıntıları dikkatle okursanız birçoğunuz yabancılık çekmediği şeylerle karşılaşacaktır. Örneğin, çocuk eğitimi: Bebeğin kucağa alıştırılmaması, şımarmasının önüne geçmek için yüz verilmemesi, kızılcık sopasıyla dövülmesi gibi durumları duymuş veya yaşamış olanlar çıkacaktır. “Falaka” kitabını okuyanımız da çoğunluktadır.  

Hitler Almanya’sını anlamaya, çözmeye çalıştıysanız ve fazla ilerleyemediyseniz, bu notlar içinde nedenini bulacaksınız ve Türkiye’yi anlamaya imkân bulabileceksiniz böyle yaşanmış bir deneyden yola çıkarak.  
Türkiye,  Almanya olabilir mi? Türkiye’nin yolu nereye çıkar? “Bu günlere nasıl geldi?” sorusunun cevabını veremeden daha kötü bir evreye –iç savaş- girebilir mi? Almanya'daki 30-40 yıllık eğitimin sonunda ortaya çıkan durumun Türkiye’de ortaya çıkmaması için ne engel var? Şu anda öncesini saymadan bile 18 yıllık bir eğitim süreci yaşanmış haldedir.
Sizlere önerim, bu kitabı temin edip okumanız, çevrenizin de okumasını sağlamanızdır.

s.11-                İnsanın hayatını nasıl yoluna koyacağının reçetesi yoktur. Hedefler ve bunları             gerçekleştirme olanakları kişiden kişiye değişir. Çocukluğumuzda potansiyelimizin tümünü geliştirmemiz her zaman mümkün olmadıysa da, eski korku, güvensizlik ve yoksunlukların kalıntıları hala bizimle olsa da, bilincimizin genişlemiş olması pek çok şeyi daha iyi bir hale getirmemize olanak tanır. Bunda sevgi ve saygı içerisinde büyüme,  çocukluklarında kaygısızca zevk ve neşe duyma şansına sahip olmuş ve bu yüzden de ileriki yaşlarında daha kolay ve mutlu bir hayat sürebilmiş duyarlı insanlarla temasın rolü de küçümsenemez.
s.133-              Hitler de kitlelerin hayranlığını, büyüklüğünün kanıtı olarak görüyordu. Bu hayranlığı yalanlarla elde etmiş olduğunu çabucak unutabilmişti. Sonuçta da kendini bir dahi saymaya başlamıştı. Gurular da anne ya da babavari kurtuluş vaatleriyle, tıpkı Hitler gibi kitlelerin tam onayını kazanırlar. Bu vaatler kitleleri erken çocukluk dönemlerine geri itmek suretiyle, sınırsız bir hayranlık içerisinde taşlaştırır ve köreltir. Bu gerileme durumunda guru ya da önder gibi ebeveyni temsil eden kişilere eleştiri yöneltmek mümkün değildir. Önderden özeleştiri beklemek de, bu kişilerde iktidar sarhoşluğu ve kendi görünümünü ayakta tutma çabası her şeyi bir kenar itmiş olduğundan, aynı derecede nafiledir.
s.138-              Duygusal ilgiden tümüyle yoksun kalmış olan çocuk, gerek cinsel gerekse diğer türden sömürüyü bir tür besinmiş gibi özümler. Sevgiye, sıcaklığa, esirgenmeye aç bir çocuk yalnızca cinsel sömürüye değil, dayağa, hakarete ve aşırı yüklenmeye de, sırf terk edilmesin diye, oburca saldırır. …
                        Anne ve babamıza duyduğumuz ilk, bozulmamış, çocuksu sevgi o denli köklüdür ki, her hangi bir şeyin, hele gerçeğin öğrenilmesinin bunu sarsması beklenemez.
Bu, sevgi görmek ve sevgi göstermek şeklindeki doğal ihtiyaçtan kaynaklanır. Yaşamı sürdürmeyi sağlayan bu olumlu duygulara sarılmamızda şaşılacak bir şey yoktur. Ancak aynı zamanda, bunları yitirme kaygısı, kendi gerçeğimizle yüzleşmemizi engelleyebilir ve ebeveynimize, kendimizi inkâr ederek ödeyeceğimiz bir borcumuz olduğu şeklinde garip bir düşünceye takılıp kalmamıza yol açabilir. …
s.139-              Pek çok kişi çocukluklarında içinde bulundukları gerçeklikle yüzleşmeye katlanamaz. Bu yüzden de kurtuluş olarak inkâra yönelir. Ancak yetişkin insanlar haline geldiğimizde, kendimizi kandırmanın yarattığı sonuçlarından, bunun hastalık belirtilerinden kurtulmak amacıyla kendi gerçekliğimize yaklaşmayı öğrenebiliriz. Bunun için anne ve babamıza karşı duyduğumuz olumlu duygularımızdan vazgeçmemiz gerekmez. Yetişkin insanlar olarak, onların durumlarını anlama, farkına varmadan ya da varmak istemeden bize zarar vermiş olmalarının nedenini öğrenme olanağımız vardır.
s.142-              Nefreti başka hedeflere kaydırma mekanizmalarının nelere yol açtığını pek çok diktatör gözler önüne sermiştir. Kitleleri kendi yanlarına çekmeyi ve cinayete teşvik etmeyi başarmalarının nedeni, insanların içlerinde uyumakta olan güçlü duygulan günah keçilerine yönlendirebilmeleri olmuştur.
s.143-              Örneğin Luther, akıllı ve okumuş bir insandı, ama Yahudilerden nefret ederdi ve ebeveynlere, çocuklarını sıkı bir biçimde terbiye etmelerini öğütlemişti. Hitler'in infazcıları gibi sapık bir sadist değildi gerçi, ama Hitler'den 400 yıl önce yıkıcı öğütler vermişti. Annesi tarafından daha küçük yaşlardan itibaren sıkı bir şekilde terbiye edilmişti ve sözde kendisine “yaramış” olan şeyin doğru olduğuna inanıyordu. Bedenine kaydedilmiş olan  zayıf bir varlığa eziyet etme eyleminin, anne ve babalar tarafından yapıldığına göre yanlış olamayacağı inancı, tanrının, yakınlarını sevme ve zayıflara acıma buyruklarından daha güçlü bir etki yapmıştı Luther üzerine.
                        Philip Greven da, son derece aydınlatıcı kitabında" Amerikan kültürel ortamından benzer örnekler veriyor. Dayakla verilen dersin ömür boyu etkili olabilmesi için, çocukları kızılcık sopasıyla dövmeye yaşamlarının ilk aylarından itibaren başlamayı öğütleyen erkek ve kadın pek çok kilise görevlisine değiniyor. Gerçekten de bu dayakların etkisi ömür boyu sürüyor! Anne ve babaların kafalarını bulandıran bu korkunç, yıkıcı metinler dayağın kalıcı etkisinin en iyi delilleri. Böylesi metinleri, bir zamanlar kıyasıya dövülmüş ve daha sonra da başlarından geçeni yüceltmiş olan kişiler kaleme alabilir ancak.
                        Aynı şeyler günümüzün teröristleri için de geçerli. Kendilerine hiçbir kötülüğü dokunmamış insanlara işkence eden, onları öldüren bu kişiler, gaddarlıklarını sözde dini fikirlerle süslerler. Bu insanlardan, küçük bir çocukken kendilerine uygulanmış şiddetin intikamını almakta olduklarının farkında bile değildirler.
s.144-              Babasının Hitler'e insafsızca eziyet etmiş, onu aşağılamış ve alaya almış olduğunun yanı sıra Hitler'in babasına duyduğu gerçek duyguları inkar ettiğini bilirsek, nefretinin kaynakları hemen gözümüze çarpar.
s.146-              Çocukluklarını yakından incelediğim bütün despotların yaşam öykülerinde, çocukluklarının erken ve bastırılmış dönemlerini çağrıştıran paranoyak düşünce yapılarıyla karşılaştım. Mao, babası tarafından düzenli olarak kamçılanmıştı ve babasına öfke yönelmemesi uğruna 30 milyon insanı öldürttü. Stalin, iktidarının en güçlü döneminde bile çocukluğundan kalma bilinçdışı korkunun etkisi ile davrandığından milyonlarca insanın acı çekmesine ve ölümüne neden oldu. Gürcistan'da yoksul bir kunduracı olan babası, hayata duyduğu öfkeyi içkiyle boğmaya çalışıyor ve oğlunu kanlar içine bırakana dek kamçılıyordu. Annesi psikotik karakter özelliklerine sahipti ve çocuğunu korumaktan tümüyle acizdi. Zaten ya kilisede dua ediyor ya da papazın ev işlerini görüyor olduğundan genellikle evde değildi.
Stalin, anne ve babasını idealleştirmekten ölene kadar vazgeçmedi ve her yerde, çoktan ortadan kalkmış oldukları halde, beyninde sürekli mevcut olarak kaydedilmiş tehlikeler görmeyi sürdürdü.
                        Aynı şeyler diğer despotlar için de geçerlidir. Hepsi, değişik insan gruplarını, değişik gerekçeler öne sürerek izletmiş olmalarına karşın, sonuçta hepsinin de nedeni aynı idi: İdeolojileri, gerçeği ve paranoyayı gizlemeye yarıyordu. Kitleler coşku ile peşlerinden gitmişti, çünkü gerek bu olayın, gerekse kendi geçmişlerinin arka planı örtük olarak kalmıştı. Despotların çocuksu intikam fantazileri, eğer toplum naif bir tavırla bunları gerçekleştirmede yardımlarına koşmasa, zararsız kabul edilebilirdi.
s.148-              Tabii ki, çocukluklarında ağır tacizlere maruz kaldıkları halde ne katil olan ne de çocuklara tecavüz eden insanlar da vardır. Ama şimdiye dek, çocukluğunda tacize uğramamış bir suçlu ile karşılaşmadım. Sorun, bu insanların pek çoğunun duygularına ve anılarına ulaşamadıkları için, kendi güdülerinin ne olduğunu bilmemeleridir.
s.149-              …, Yahudi soykırımının neden Almanya'da ve neden başka bir zaman diliminde değil de, tam o dönemde gerçekleşmiş olduğu sorusuna ışık tutabilecek, şimdiye dek göz önüne alınmamış başka etkenlerin var olması gerekir. Bence bunlardan biri, küçük çocukların yetiştirilmesinde başvurulan ve 20. yüzyılın başında Almanya'da geniş ölçüde kabul görmüş olan yıkıcı yöntemdir. Bu yöntemi, süt çocuklarının tacizi olarak tanımlıyorum ben.
                        Başka ülkelerde de çocuklar, eğitim adına tacize uğramış ve uğramaktadır.
Ama bunlar, Almanya'daki kara pedagojiye has sistemlilik ve kapsamlılığa ulaşmaktan uzaktır. Hitler'in yükselişinden önceki iki nesil, bu yöntemleri mükemmelliğe ulaştırmıştı. Bunun sonucunda da Hitler, ihtiyacı olanı elde etmiş oldu. Bunu kendisi şöyle ifade etmişti: "Benim pedagojim serttir. Zayıf olanın ezilip yok edilmesi gerekir. Benim tarikatımın kalelerinde,  dünyanın ürkeceği bir gençlik yetişecek. Zorba, korkusuz, şiddet uygulayan, vahşi bir gençlik istiyorum. Gençlik bu özelliklerin hepsini taşımalıdır. Acıya katlanmalıdır. İçinde zayıf ve şefkatli bir yön bulunmamalıdır. Gözlerinde özgür ve azametli yırtıcı hayvanın parıltıları olmalıdır. Gençliğim, güçlü ve güzel olmalıdır... Yeniyi ancak bu şekilde yaratabilirim." Canlılığın kökünün kazınmasına yönelik bu pedagoji programının ardından bir halkın kökünün kazınması planlan gelmişti. İlkine, başarının ön koşulu denebilir. …
                        Dr. Daniel Goulieb Moritz Schreber'in, ebeveynlere, çocukların hayattaki ilk günlerinden itibaren sistematik olarak yetiştirilmesine yönelik öğütler veren, kimisi kırk baskı yapmış ve çok sayıda okuyucu bulmuş pek çok eseri vardı. O dönemde, imparatorun iradesine boyun eğmenin yurttaşın ilk görevi olarak kabul edilmesi de bu eserlerin bu denli tutulmasında etkili olmuştu. Almanya o zamana kadar bir devri yaşamamıştı. Bu yüzden de pek çok kişi saf bir şeklide, çocuklarını uzun süreli etkileri olan bir işkenceye maruz bırakıyor olduklarının farkında bile olmaksızın, Schreber ve benzeri yazarların, küçük tebaaların terbiyesine ilişkin öğütlerini uygulamaya koyuldu. "Sertleştiren şey sağolsun" ya da öldürmeyen şey sertleştirir" gibi eski kuşak pedagogların hala kullandığı deyimler bu dönemden kalma olsa gerek.
s.150-              …, Schreber, ağlayan süt çocuklarının "bedensel olarak hissedilecek uyarmalarla susmaya zorlanmalarını da önerir. "Böyle bir girişim sadece bir, bilemediniz iki kez gerekebilir. Ardından çocuğun ebediyen efendisi olursunuz. Bu noktadan sonra, çocuğu yönetmek için bir bakış, tehditkâr bir jest yeterlidir," diye de teminat verir. Yeni doğmuş bebek ne pahasına olursa olsun daha ilk günden itibaren ağlamamaya ve itaat etmeye koşullandırılmalıdır.
s.151-              20. yüzyılın başında itaate şartlanan çocuklar, bedensel terbiye yöntemlerinin yanı sıra, ağır duygusal yoksunlukla da karşı karşıya idiler. Okşama, sarılma, öpme gibi çocuklara yönelik şefkatli temaslar, o dönemin çocuk yetiştirme kılavuzlarında "maymun sevgisi" olarak adlandırılıyor ve ebeveynler, sertlik ideali ile kesinlikle bağdaşmayan şımartmanın tehlikelerine karşı uyarılıyordu. Bu nedenle süt çocukları ebeveynin şefkatli temasından yoksun kalmanın acısını çekiyordu. Bu ihtiyaçlarını olsa olsa hizmetçilerde giderebiliyor, ancak çoğu durumda onlar tarafından haz nesnesi olarak kullanılıyor ve sömürülüyorlardı. Bu da kimi zaman durumlarını daha karmaşık bir hale getiriyordu.
            …, Araştırmacılar, yalnızca tacizlerin değil, ebeveynin şefkatli bedensel temasından yoksun kalmanın da, özellikle duyguları kontrol eden beyin bölümlerindeki gelişmenin geri kalmasına yol açtığını saptamıştır. Bu yüzden de, "bakışlarla yönetilen" çocuklar, yıkıcı sonuçları muhtemelen ancak bir sonraki nesilde ortaya çıkan, duygusal zararlara uğramışlardı.
s.152-              Bundan 20 yıl önce İsveç'te, çocuklara dayak atılmasını yasaklayan yasa yürürlüğe girdiğinde, halkın yüzde 70'i yasaya karşıydı. Bugün bu oran yüzde 10'a düşmüştür. Anlaşılan yeni deneyimler pek çok kişinin gözünün açılmasını sağlamış durumda. Ancak ne yazık ki Avrupa'daki büyük ülkelerde, küçük çocukların, ileride uslu yurttaş denen her neyse ondan olmaları için değnekle "disiplin altına'' alınmalarına hala izin verilmektedir. Fransa'da bu tür değnekler bugün bile üretilmekte ve çok sayıda alıcı bulmaktadır.
                        Süt çocukluğu aşamasında katlanmak zorunda kaldığı bedensel ve ruhsal yoksunlukların, tacizlerin ve bunların yanı sıra bastırılmış duygusal tepkilerin çocukların ruhsal yapısını nasıl etkilediğini bilirsek, bu bastırılmış duyguların güçlü bir intikam duygusu bırakması anlaşılır bir hale gelir. Bu yüzden de bu duyguların, 30-40 yıl sonra, dışavurumuna izin verildiği, hatta talep edildiği bir dönemde ortaya çıkması akla yakın geliyor.

s.166-              Gerçeği aramaktan kaçınarak sevgiyi kurtarmış olmayız. Bu, anne ve babalarımıza duyduğumuz sevgi için de geçerlidir. Bağışlama eğer geçmişte olanların üzerini örtüyorsa, bir yarar sağlamaz. Çünkü sevgi ve kendine ihanet bir arada var olamaz. Suçsuz insanlara yöneltilen nefret, yalandan, kendi geçmişimizdeki acının inkârından doğar. Nefret, kendine ihanete uzanan bağdır, çıkmaz sokaktır. Gerçek sevgi, gerçeğe katlanabilir.

Görsel: H. G.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.