Salı, Ağustos 25, 2020

Zafer'in Hisleri!

yabani-tay

Zafer’in Yalnızlık ve Çaresizlik Hissi

            Zafer, tepesindeki yıldızlara bakıp “çaresizim…, çok yalnızım…, sizlerle konuşmak istiyorum, başka da dertleşecek kimsem yok” dedi gözlerinden birer damla yaş aktı ılıklığı belli oldu aşağıya doğru akarken. Kendisini salyangoz kabuğunun içindeymiş gibi hissederek kollarını sardı vücuduna.

            Uzun sayılacak bir süre bekledi öylece. Nefes bile almaya korkar gibiydi sanki. Ah! Şöyle canım çıkıp uçuverse yukarıya doğru diye geçti aklından, hiç ağrısız sızısız olur diye düşünmekten alamadı kendini bir anda. Ölüme teslim olmaya hazırdı her an. Dünya için değişen bir şey olmayacaktı nasılsa. Varlığıyla da değişen bir şey yoktu.
            Acı’yı unutmuş muydu yoksa kanıksamış mıydı iyice, ayırt etmesi zordu onun için. Galiba kanıksayıp kabullenmişti, tanıdıklardı hepsi de ama bu acısı başkaydı. Sızısı da eskiler gibi değildi. İçten içe tüketiyordu nesi varsa içinde. Ciğer, böbrek, dalak, yürek, vicdan… hepsinin de etrafı yağ bağlayıp kanamalarını kapatmaya uğraşıyorlardı adeta. Beynindeyse daha başkaydı verdikleri duygu. Acı mı, ağrı mı, yoksa sızı mıydı bir türlü kestiremiyor ancak çok can sıkıcıydı bütün duyguları. Alışmak zor geliyordu uzun zamandan beridir. Ne yapsa alt edemiyordu duygularını. Kâh kızgınlık oluyorlar, kâh kahır, kâh pişmanlık… Ne akla gelirse bu koskocaman dünyadaki yaşanmışlıklardan farklıydı.
            Zafer istese de istemese de kafasının içindekiler ve hissettiği duygular kendilerince başıboş dolaşıyorlardı bozkırlardaki yabani taylar gibi. Bir türlü yakalanamıyor, kontrol edilemiyor, nenin nereden çıkacağı hiç belli olmuyordu. Bir de çıkmayagörsünler, her yeri toz dumana katıyorlardı. İşte yine toz dumandı her yer. Tüm dünya toz duman içindeydi adeta. El eli, göz gözü görmez bir durum vardı içinde. Fırtına dese fırtına değil, kabus dese, uyanıktı kabus değildi. En kötüsü de belirsizlik, uçsuz bucaksızlıktı. Yakalanamayan nesneler havada uçuşuyorlar gibiydi. Ellerini uzatsa yakalayıverecekmiş gibi duran her şey ne kadar da uzaklarda oldukları ancak ellerin uzanmasından önce düşünüverince fark ediliyorlardı.
            Bir taraftan da ne konuşayım be yıldızlar ben sizlerle! Yerin kulağı var derler ya bir duyan olursa! diye telaşlanıp vaz geçiyordu arada. İçi içine sığmaz diye sevinenler için söylenir ama kendisi için tam tersiydi, patlayıverecekmiş gibi içinin gerildiğini hissediyor, içi içine sığmamazlığın nedenlerini aşağı yukarı bilse de hatta tam olarak bilse de aklından geçtiğinde çözüm olarak hemen çark ediyordu mümkün olamayacağını görünce. Mümkün değil artık diye kendini ikna etmeye başlıyordu telaş ve acizlik içinde. Düpedüz acizlikti bulunduğu durum.
            Zafer, yaşamının hemen hemen her zamanında hiç de acizliği kabullenmez, her olumsuzluğun üstesinden gelinebileceğini düşünürdü. Öyle de yaşadığını kabullenirdi. Nasıl düştüysen bu kör kuyuya, öyle de çıkacaksın! diye azarlardı kamçılamak için kendi kendisini.  öyle de yapardı, bir süre sersemlese de kısa sürede toparlanır var gücüyle tırnaklarını saplar derin kör kuyunun kenarlarına ve çıkardı gün yüzüne. Tırnaklarından kanlar damlasa da acı nedir bilmez güneşin aydınlığını görünceye kadar devam ederdi. Güneşin aydınlığını ilk gördüğünde de oh be! der bırakıverirdi bitkin vücudunu kuyunun dışına. Derin nefesler alıp dinlendikten sonra yoluna devam ederdi kaldığı yerden. Ama bu seferki kuyu öyle böyle değildi artık Zafer için. Bu kuyunun dibinde kalacağı kesindi. Ne gücü vardı ne de güç alacağı bir amaç. Tutunacak hiçbir dal yoktu ne görünürde ne de düşüncelerde. Her şey belirsizdi, hiçbir şekil yoktu karanlıklar içinde.
            Tek dayanağı, gelecek merakıydı, ne olacaktı acaba gelecekte. İyi şeyler olur muydu, yoksa daha da kötüleşir miydi her şey. Yaşamayınca bilinmedi elbette. Geleceği gören, duyan bilen olmamıştı ki bu güne kadar. Bütün tahmin ve kararlar geçmiş üstüne verilirdi bu dünyada. Zafer de aynısını yapmıştı geçmişte, yine de aynısını yapmak zorunluluğu vardı ama direncinin yanında çaba gösterebilmek için gücü zayıftı, hem de çok zayıf. Adeta her şeyin kendiliğinden olması beklenecekti. Bu durum da zaten en baştan olumsuzluktu. Ne olmuştu ki bu güne kadar çaba gösterip emek vermeden.
            Şimdilik tek verebileceği emek, kafasını oyalamaktı sıkıntı ve çaresizlik acı ve sızılarını hafifletebilmek için. Açıkçası beynini kandırmaya çalışacaktı uzun bir zamandır yaptığı gibi. Yıldızlara baktı tekrar derin bir nefes alarak “ya! İşte böyle yıldızlar!” dedi, etrafına bakındı sanki arkasında birisini hissetmişçesine. Yoktu kimsecikler, ne in ne de cin vardı gece kapanmıştı üzerine iyice. Koruyup kollamak için miydi yoksa sıkıp boğmak için miydi bu kapanması bilmiyordu.

devam edecek...
Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.