Zafer’in Yalnızlık ve Çaresizlik Hissi
Zafer,
tepesindeki yıldızlara bakıp “çaresizim…, çok yalnızım…, sizlerle konuşmak
istiyorum, başka da dertleşecek kimsem yok” dedi gözlerinden birer damla yaş
aktı ılıklığı belli oldu aşağıya doğru akarken. Kendisini salyangoz kabuğunun
içindeymiş gibi hissederek kollarını sardı vücuduna.
Uzun
sayılacak bir süre bekledi öylece. Nefes bile almaya korkar gibiydi sanki. Ah!
Şöyle canım çıkıp uçuverse yukarıya doğru diye geçti aklından, hiç ağrısız
sızısız olur diye düşünmekten alamadı kendini bir anda. Ölüme teslim olmaya
hazırdı her an. Dünya için değişen bir şey olmayacaktı nasılsa. Varlığıyla da
değişen bir şey yoktu.
Acı’yı
unutmuş muydu yoksa kanıksamış mıydı iyice, ayırt etmesi zordu onun için.
Galiba kanıksayıp kabullenmişti, tanıdıklardı hepsi de ama bu acısı başkaydı.
Sızısı da eskiler gibi değildi. İçten içe tüketiyordu nesi varsa içinde. Ciğer,
böbrek, dalak, yürek, vicdan… hepsinin de etrafı yağ bağlayıp kanamalarını
kapatmaya uğraşıyorlardı adeta. Beynindeyse daha başkaydı verdikleri duygu. Acı
mı, ağrı mı, yoksa sızı mıydı bir türlü kestiremiyor ancak çok can sıkıcıydı
bütün duyguları. Alışmak zor geliyordu uzun zamandan beridir. Ne yapsa alt
edemiyordu duygularını. Kâh kızgınlık oluyorlar, kâh kahır, kâh pişmanlık… Ne
akla gelirse bu koskocaman dünyadaki yaşanmışlıklardan farklıydı.
Zafer istese
de istemese de kafasının içindekiler ve hissettiği duygular kendilerince başıboş
dolaşıyorlardı bozkırlardaki yabani taylar gibi. Bir türlü yakalanamıyor,
kontrol edilemiyor, nenin nereden çıkacağı hiç belli olmuyordu. Bir de
çıkmayagörsünler, her yeri toz dumana katıyorlardı. İşte yine toz dumandı her
yer. Tüm dünya toz duman içindeydi adeta. El eli, göz gözü görmez bir durum
vardı içinde. Fırtına dese fırtına değil, kabus dese, uyanıktı kabus değildi.
En kötüsü de belirsizlik, uçsuz bucaksızlıktı. Yakalanamayan nesneler havada
uçuşuyorlar gibiydi. Ellerini uzatsa yakalayıverecekmiş gibi duran her şey ne
kadar da uzaklarda oldukları ancak ellerin uzanmasından önce düşünüverince fark
ediliyorlardı.
Bir taraftan
da ne konuşayım be yıldızlar ben sizlerle! Yerin kulağı var derler ya bir duyan
olursa! diye telaşlanıp vaz geçiyordu arada. İçi içine sığmaz diye sevinenler
için söylenir ama kendisi için tam tersiydi, patlayıverecekmiş gibi içinin
gerildiğini hissediyor, içi içine sığmamazlığın nedenlerini aşağı yukarı bilse
de hatta tam olarak bilse de aklından geçtiğinde çözüm olarak hemen çark
ediyordu mümkün olamayacağını görünce. Mümkün değil artık diye kendini ikna
etmeye başlıyordu telaş ve acizlik içinde. Düpedüz acizlikti bulunduğu durum.
Zafer,
yaşamının hemen hemen her zamanında hiç de acizliği kabullenmez, her
olumsuzluğun üstesinden gelinebileceğini düşünürdü. Öyle de yaşadığını
kabullenirdi. Nasıl düştüysen bu kör kuyuya, öyle de çıkacaksın! diye azarlardı
kamçılamak için kendi kendisini. öyle de
yapardı, bir süre sersemlese de kısa sürede toparlanır var gücüyle tırnaklarını
saplar derin kör kuyunun kenarlarına ve çıkardı gün yüzüne. Tırnaklarından kanlar
damlasa da acı nedir bilmez güneşin aydınlığını görünceye kadar devam ederdi.
Güneşin aydınlığını ilk gördüğünde de oh be! der bırakıverirdi bitkin vücudunu
kuyunun dışına. Derin nefesler alıp dinlendikten sonra yoluna devam ederdi
kaldığı yerden. Ama bu seferki kuyu öyle böyle değildi artık Zafer için. Bu
kuyunun dibinde kalacağı kesindi. Ne gücü vardı ne de güç alacağı bir amaç.
Tutunacak hiçbir dal yoktu ne görünürde ne de düşüncelerde. Her şey belirsizdi,
hiçbir şekil yoktu karanlıklar içinde.
Tek dayanağı,
gelecek merakıydı, ne olacaktı acaba gelecekte. İyi şeyler olur muydu, yoksa
daha da kötüleşir miydi her şey. Yaşamayınca bilinmedi elbette. Geleceği gören,
duyan bilen olmamıştı ki bu güne kadar. Bütün tahmin ve kararlar geçmiş üstüne
verilirdi bu dünyada. Zafer de aynısını yapmıştı geçmişte, yine de aynısını
yapmak zorunluluğu vardı ama direncinin yanında çaba gösterebilmek için gücü
zayıftı, hem de çok zayıf. Adeta her şeyin kendiliğinden olması beklenecekti.
Bu durum da zaten en baştan olumsuzluktu. Ne olmuştu ki bu güne kadar çaba
gösterip emek vermeden.
Şimdilik tek
verebileceği emek, kafasını oyalamaktı sıkıntı ve çaresizlik acı ve sızılarını
hafifletebilmek için. Açıkçası beynini kandırmaya çalışacaktı uzun bir zamandır
yaptığı gibi. Yıldızlara baktı tekrar derin bir nefes alarak “ya! İşte böyle
yıldızlar!” dedi, etrafına bakındı sanki arkasında birisini hissetmişçesine.
Yoktu kimsecikler, ne in ne de cin vardı gece kapanmıştı üzerine iyice. Koruyup
kollamak için miydi yoksa sıkıp boğmak için miydi bu kapanması bilmiyordu.
devam edecek...
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.