Zafer ve Aşkları
Bu kadar teraneden sonra kendi
yaşadığı aşklarını düşünmeye başladığında benzer durumlarla karşılaştığını fark
etti. İçi sızladı bir an, nefesi daralıyormuşçasına zorla nefes almaya çalıştı.
Boğazına bir şey düğümlenmişti adeta. Yutkundu, yutkundu…
İlkokul
öncesine gitti, çocukluğunun tüm sıcaklığı sarmalamıştı tüm vücudunu.
Çocukluğun olanca saflığıydı onlar. İlk öpüşler, ilk el ele tutuşmalar. Hele o
bakışmalar yok muydu, insanın ciğerini delip geçiyorlardı adeta.
Aynalarla
haberleşmeyi icat ettikleri günü anımsadı. Bir anda gözüne ışık çarpmışçasına
yumdu gözlerini yoğun ışıktan kurtarmaya çalışıyordu o anda gözlerini aksi
halde birkaç dakika kör oluyordu. Daha öncesinde yaşamıştı. Her şey yaşayarak
öğreniliyordu bu dünyada. Bir laboratuvardı deneyler için. Kim bilir kaç defa
aynayla buluşmaya davet etmişti biricik aşkını. Hemen birkaç ev ötede bir
duvarın dibinde buluşuverirlerdi. Kaçamakların tadı hala damaklarındaydı.
Heyecandan
ve korkudan konuşamazlardı birkaç dakika da öylece bakışırlardı. Bakışlarıyla
birbirlerini yatıştırdıktan sonra dilleri çözülürdü. “Hee neye çağırdın beni”
derdi biricik ufaklık aşkı Zafer’in. “hiiiç, özledim. Sesini duymak istedim.”
Derdi dünyayı fethetmişçesine Zafer. El ele tutuşurlar otururlardı biraz. Zaman
da çok inatçıydı, çok hızlı geçiverirdi de ne olduğunu, ne yaptıklarını bile
anımsayamazlardı ayrılırken. Sonra da biricik aşkının fistanı havalanıp bir
sağa bir sola yalpalayarak koşar adımlarla uzaklaşmasını izlerdi çakılıp
kaldığı yerden.
Ortaokul,
lise ve üniversite derken gelip geçen yıllar içinde her okul için aşkları
olmuştu Zafer’in. Bazıları platonikti, yalnızca yataktan kalkabilip okulu
cazipleştirmek için olanları da vardı. Hiç istemeden okula gidişlerini zevkli
ve istenir hale getirirdi bu aşklar. Kendi keşfiydi bu aşk türü Zafer’in. Bir an önce okula varıp zil çalmadan uzaktan
bile olsa yüzünü ve yürüyüşünü görmeliydi her okul günü. Yoksa dersler ve okul
çekilir olmuyordu. Hele kış aylarında sabahın alaca karanlığında sımsıcak yataktan
kalkmak yok mu dünyanın bir numaralı işkencesi sayılırdı Zafer’e göre. Bu
işkenceyi zevkli hale getirmenin yoluydu yüzünü hayal etmek. Okula çekiyordu
kendisini bu durum. Hiç de sorun yaşamamıştı bu durumdan ve hiç sınıflarda
kalmadan bitirmişti tüm okullarını.
Ne yazık ki
çabuk büyümek bir cezaydı Zafer için. Çocukken hemen büyümek isteği duymuştu
ama büyüdün dediklerinde hiç de büyümek istemediğini anlamıştı. Kendisi de
şaşkındı bu duygudan dolayı. Doğaya karşı gelmeydi. Elinden hiçbir şey
gelmemesiyse ayrı bir işkence çekmesine yol açıyordu.
Yetişkinlik
aşkları çok da tatlı değildi. Sanki uçsuz bucaksız bir okyanusun ortasında
kıyıya ulaşmaya çalışan bir yüzücü gibiydi. Bir türlü kıyıyı göremediğinden
dolayı da umut ve umutsuzlukları birbirine karışıyordu sürekli. Kimseye de
anlatılır şeyler değildi hissettikleri.
Yaşam
mücadelesi içinde aşkı hissetmek ve zaman ayırmak çok kolay olmuyordu. Elinden
geleni yapsa da yetmiyordu, yetişemiyordu hiçbir şeye. Kendisine de hiçbir şey
yetişebilir gibi değildi. Neden her şey başkalarından farklı? Diye yüzlerce,
binlerce kez sormuştu Zafer kendi kendine.
Gözlerini
sis bulutu sarıp arkasından yağmur taneleri atmaya başladığında içinde o kadar
büyük boşluk oluştu ki, o boşluk içinde kaybolup, hafifleyerek ayaklarının
yerden kesilmeye başladığını hissederek tüyleri diken diken olduğunda gözlerini
ovuşturdu ellerinin tersiyle.
Hayatını
yazsa roman olurdu, hem de çok acılı bir roman ama kim okurdu ki böyle bol
acılı bir romanı. Köftenin bile bol acılısını beğenenler olduğuna göre elbette
romanın da bol acılısını sevenler de olur elbette diye düşünerek kendisini
cesaretlendirdi adım atabilmek için. Bir yere gideceği yoktu ama ayakları
karıncalanmaya başlamıştı otura otura. Ayakları biraz açılsın istediği için
ayağa kalkıp iki üç adım ileri ve daha sonra geriye doğru yürüdü bir süre.
Oturdu tekrar aynı yerine. Gidecek, yapacak bir işi yoktu nasılsa. Her zaman
kendisini sıkan bu durumu buraya geldiğinden beri neredeyse unutulmuştu.
Çocukluğunda
kendisini ellerine teslim etmekten hiç çekinmediği ve büyük bir haz duyduğu
çocukluk aşklarının sıcaklığını neden duyamamıştı sonraki zamanlarında? İnsanlar sonradan çok değişiyordu ona göre.
Herkes büyüyor hızlıca ve çocukluk küçümseniyordu. O nedenle aşklar da çocukça
değildi artık büyükçe yapılıyordu; hesap kitap oluyordu enine boyuna. Getirip
götürecekleri en ince ayrıntısına kadar hesaplanıyor ve kararlar alınıyordu.
Belki de hesap kitap işini beceremediğindendi Zafer’in yetişkinlik aşklarının
tatsız ve tuzsuz oluşlarının altında yatan nedenler. Çocukça aşk yaşamak
istediğindendi belki de. Yine dünyanın tersine gidiyordu işte. İstediği tek şey
çocukça çocukluktu. Saflıktı, duruluktu, baktın mı içinde ne varsa
görebilmeliydi ama neredeee!
Ayna ile haberleşen biri olarak çok eskiye gittim.O zamanlarda telfon yok..Ayna var ayna.Aynam kırılmasın diye öyle güzel saklardım korurdum aynami
YanıtlaSilher gencin bir cep aynası ve tarağı vardı o zamanlar. :)
Silheey yeni yılda size daha aktif interaktif bir blog yaşamı diliyom, eskiden öyleydiniz yaaa :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim, elimden geleni ardıma koymam.
SilHalil Bey merhabalar,uzun zaman yazmadınız merak ettim.
YanıtlaSilSibel Hanım merhaba. talihsiz bir internet kesintisi. Telekom altyapısını yeniledi buralarda. o nedenle altı ay kadar uzak kaldım malesef ama döndüm artık. umarım sizler de iysinizdir.
Sileskiden duyardık kara sevda olmuş gibi sözler.eskiden aşklar aşktı gibi değildi:(
YanıtlaSilAlanay yıldırım, haklısınız. çok hızlı dönmeye başladı dünya.
Silheeey iyi simiiin yaaa :)
YanıtlaSilheeeeeey, teşekkür ederim. merak etmeyin iyiyim iyi. ufak bir aksilik oldu o da beni buldu o kadar ama hasret sona erdi garik. umarım sizler de iyisinizdir. merak ediyorum ben yokken neler yaptığınızı.
SilBende diğerleri gibi sizi takip ettim Bloğuma beklerim
YanıtlaSilteşekkür ederim. ziyaretinize geleceğim mutlaka. hoşça kalın.
Sil