Neden Yaşamalıydı Zafer?
Diğer
insanlarla kendisini kıyaslıyordu arada bir. Aslına bakılırsa başkalarıyla
kıyaslanmak hiç de hoşuna gitmeyen bir durumdu ancak kendisi yapamadan edemezdi
bazen çıkmaza girdiğinde. Bir çare arayışından ibaretti bu durum yoksa
ölçülmek, ölçmek manasında değildi.
Her insanın
yaşama sebebi vardır mutlaka, bazılarının çocukları, bazılarının harcayacak
parası pulu, varlığı iyi olduğu için. Bazıları mutlu olduğu için falan diye
sıralanır gider. Kendisi için yaşamayı seçeni görmediğini veya çok az, bir elin
parmaklarını geçmeyecek kadar görebilmişti geçen yaşamı boyunca. Neden? Sorusu
her zaman takılırdı ama cevap arayışı zor geldiği için de üzerine düşmezdi bu
tür soruların. Belki de gereksiz sorulardı Zafer için.
Her halükarda
yaşamak zorundaydı Zafer kendince nedenlerden dolayı. Bu nedenlerini yalnızca
kendisiyle paylaşır gözlerden sakınırdı. Zaman zaman kendisinden de sakınmak
için aklından geçmeye başladığı anda perdesini çekerdi aklının.
Kendisi için
yaşayacak bir durumu kalmamıştı artık uzun zamandan beri ama çocuğu için
beklentileri vardı “ya bana ihtiyacı olursa bir gün! Ya bir yarasına merhem
olabilecek bir durumum çıkarsa!...” ihtimalleri sıraladıkça sıralamaya devam
ettiği durumlarda kendince kararlar alıyordu yaşaması gerekliliğine dair.
Çocukluğunda
yapamadıklarını artık yapabilmesinin bir yolunun olmadığını biliyordu ancak
belki yetişkinliğinde bir yardımım olabilir eğer kendisi isterse diye düşünmek
kısmen de olsa rahatlatıyordu içini. İçine bir ferahlık yayılıyor göğsünün
üstündeki kaya parçası biraz da olsa kalkmış gibi hissetmesine neden oluyordu.
Kafasını geriye atıp alabildiğince hava dolduruyordu ciğerlerine.
Başka
insanlar için her gelecek gün sürprizlerle dolu olarak görülür ve sürpriz
beklentileriyle beklerler günleri heyecan içinde. Kimisinin çocuğu
evlenecektir, kimisinin torunu olacaktır, kimisinin çocuğu doğacaktır bu gün
yarın, kimisi bir sevdiğini kaybetmiştir, kimisi de sevdiğine kavuşmuştur da
yıllar süren hasreti bitmiştir sanki hiç yaşanmamış gibi.
Zafer için
ne bir gelecek ne de bir sürpriz vardı gelecekten. Her günü aynı geçiyordu. Her
şey aynı olduğundan kendince bazı şeyleri farklı yapmaya çalışıyordu diğer
günlerden farklı olsun diye. Yolda yürürken geri geri yürüyordu bazen. Bazen hoplayıp
zıplayarak yürüyordu çocuklar gibi. Bazen taş fırlatıyordu atabildiği kadar
uzağa. Bazen yemeyi, içmeyi unutarak akşama kadar yattığı yerden kalkmıyordu.
Ufak tefek değişikliklerdi bunlar Zafer için.
Bir de
düşünememeyi becerebilse ne iyi olacaktı. Kafası raprahat olurdu. Sonra da vur
patlasın çal oynasındı işte. Olmayacak işe âmin demekti düşünememek. Kendisi
istese de kafası istemiyordu. Hep kafası dikine gidiyordu, kendi bildiğine
gitmeye başlayınca da tut tutabilirsen. Tutamadığı zamanlarını hatırladıkça kan
ter içinde kalırdı bazen yorgunluktan. İnsan oturduğu yerde kan ter içinde
kalır mı hiç? Zafer kalıyordu işte. Aklı koşturuyordu dur tünek bilmeden.
Gecesi gündüzü olmazdı o koşuşların. Ne zaman el ayak titremeye başladı, can
çekilip derman kalmadı mı işte o zaman sırt üstü bırakırdı kendini. Düşüş o
düşüş olurdu ancak bir iki saati geçmezdi.
Uykusuzluğun
ne büyük bir zulüm ve işkence olduğunu anlamıştı bir zamanlardan beridir.
Korkardı o işkenceden. Aklının kendisine yaptığı işkenceye katlanmak zorunda
kalması acizliğini hissettirirdi Zafer’e.
Acizlik
hissi ölüm gibi. Hemen oracıkta oluverecek ne olacaksa. Ancak olacağın da
bilinmesi başka bir işkence. En iyisi kabullenmek olduğunu da öğrendiğini düşündüğünde
telaşı bırakıp teslim bayrağını çekiyordu. Rest çekerdi bazen de “Ne olacaksa
olsun artık, korkmuyorum hiçbir şeyden!” diyerek direnirdi yaşama ve yaşamın
getirdiklerine.
Yaşayacaktı
her ihtimale hazırlıklı olarak. İyi de vardı kötü de. Ancak Zafer için kötü
daha çoğunlukta olan ihtimallerden birisiydi. İşte o yüzden başkalarıyla
kıyaslayarak kötülerden uzaklaşmayı düşünürdü aklınca. “beterin beteri var!”
sözüne de eyvallahı kalmamıştı artık çünkü kendisi için beter diye bir şey
yoktu bundan sonra zaten beterin beteri bir yaşamı vardı. Değişmeyecek olan ve
içinden hiçbir zaman silinmeyecek olan izler ve yaralar vardı. Yine de
yaşayacaktı. Yaşayacaktı. Ölüm kolay işti, ölüme teslim olarak kaçmayacaktı
kötünün kötüsü yaşamından.
“Belki,
belki bir gün bana ihtiyacı olabilir yavrumun, yaşamalıyım, yaşamak zorundayım.
Ayak direyeceğim her şeye; kendime en başta.” Kararını çoktan vermişti ancak
verdiği karardan caymasını engellemek için sıklıkla onaylamak ihtiyacı
hissederdi kendisinde. Ola ki bir anlık bir aptallık yapmasın bedeni. Aklına kazımaya
çalışırdı her zaman yaşamayı, yaşama zorunluluğunu.
Görsel: Google Görseller
Halil Bey, epeydir ortalarda yokum. Rahatsızlığım nedeniyle. Bugün arkadaşlara biraz yorum bırakayım diye girdim. Hikayenizin bu bölümünü okudum. Anlatımınız Dostoevski'nin ifadelerine benziyor. Karakter tahlili çok güzel olmuş. Düşüncenize sağlık. Kahramanınız gibi ben de bazen düşünmeden duramıyor ve bunalıyorum.
YanıtlaSilGeçmiş olsun Ece Hanım, umarım iyisinizdir. Benzer durumda açık hava ve yürüyüş iyi geliyor bana, özellikle alnıma çarpan soğuk rüzgar hoşuma gidiyor, kendime getiriyor. Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. :) Kendinize iyi bakın olur mu? hoşça kalın. :)
SilGeri geri gidemem :)
YanıtlaSilYaşamdan Yazılar, :)
Sil