Pazar, Şubat 12, 2017

Babamın heyecanı

Babamın kardeş ziyareti.
Ziyaret

İhtiyar delikanlı

Ben babama “Delikanlı veya İhtiyar Delikanlı” diye hitap ederim bazen. Hoşuna gittiğini fark ettim. Kendisi 77 yaşında şu an ve kendi işlerini kendisi görebilir durumda; uzun -beş yıl gibi bir çabanın arkasından- bir sürenin ardından artık durumu iyi sayılır. Beyin fonksiyonları yerine geldi ve hafıza kaybı ortadan kalktı. Parkinson etkileri çok az durumda. Arada bir halüsinasyonun dışında.
                Bir yıla yakın zamandır, orman idaresinin mahkeme bildirileri gelip duruyordu eve, ancak biz rahatsızlığından dolayı ilgilenemiyorduk onlarla. “Ne olursa olsun” şeklindeydi tavrımız; çaresizliğimizden. En son gelen bildiri mahkemenin duruşma bildirisiydi ve okuduğumuzda gitmeye can attığını gördüm babamın. Nihayetinde babadan kalma mülküydü ve ona sahip çıkmak istiyordu.  
Orman bütün zamanlarda korkulu rüyası olmuştur orman köylüsünün. Bazen tarası, bazen baltası, bazen de eşeği alınmıştır elinden; bir kucak kuru odun sarıp eşeğine, evine gelirken. Duymuşsunuzdur mutlaka bir ninenin kaymakama söylediğini: Bir kaymakam ziyarete gitmiş zamanın birinde, bir orman köyüne. Bir nine denk gelmiş yolda giderken ve durdurup arabasını, konuşmaya çalışmış nineyle. Ben kaymakamım demiş ve devam etmiş konuşmasına. Onu dikkatle dinlemiş nine ve sonunda üzgün üzgün suratına bakıp yanağını eliyle okşayarak: “Ah yavrım! Biraz daha okusaydın da ormancı olsaydın ya!” demiş acıyarak kaymakama. Bir süre daha konuştuktan sonra binip ayrılmış ninenin yanından.
                Karar verdim Delikanlıyı duruşmaya götürmeye. Aydın’dan Denizli’ye gidecektik. Yolculuk 150 km. Kadardı ancak şehirler arası otobüsler bizim yetişebileceğimiz saatlerde kalkmıyordu; duruşma 09:15’de yazıyordu.  
                Duruşma gününden iki gün öncesinde kendisine söyledim gidebileceğimizi, fırsat olursa oradan da ablasını -ablası, yani halam 88 yaşında- ziyaret edebileceğimizi anlattım kendisine. Gözleri ışıl ışıl oldu bir anda ve heyecanlandığını fark ettim. Bir an hem sevindim hem de tereddüt ettim söylediğim için. Heyecan iyi gelmeyebilirdi, çünkü uzun süredir ablasını görmüyor ve de halüsinasyonlarından dolayı zaman zaman ölmüş diye hatırlıyordu. Ne kadar da ölmemiş desek de inanmıyordu bana.
                Gideceğimiz güne kadar doğru dürüst uyku uyumadı desem yanlış ifade etmiş olmam. Sevinci her halinden belli oluyordu. Canlanmıştı daha da. Son akşam artık hiç uykusu tutmadı neredeyse ve sabahleyin erkenden -saat 05:30’ da- çıktık özel arabayla. Aracı kiralamıştım akşamdan ve evin önündeydi.  
                    Dalgın ve saf yanıma denk gelmişti araç kiralama evraklarını imzalarken; boş bir senede imza atmıştım. Eve gelince jeton düştü bana ve endişelenmeye başladım kendimce, art niyetli kullanılırsa diye. “Bu zamanda kim kime açık senet verirdi ki?” neyse olmuştu olan ve dönüşte teslimden sonra halledilecekti artık.
                Sabah erkenden çıktığımız iyi de olmuş. Evden kahvaltı yapmadan çıkmıştık yola. Aydın’dan çıkıp Denizli sınırlarına girinceye kadar kahvaltı yapacak bir yer bulamadık; her taraf kapalıydı. Her zaman yaz aylarında geçtiğim için aynı güzergahı, yine öyledir diye düşünmüştüm. Yaz aylarında adım başına açık bir yer ve cıvıl cıvıl oluyordu. Neyse bir yer bulduk sabahın 06 sularında ve birer çorba içtik. Zaman erken olduğu için yavaştan alıp ben birkaç sigara içip işletmecisiyle sohbet ettim ve tekrar yola çıktık.
                Yolda giderken hiç sohbet etmediğini fark ettim ve kendisine sordum: “Delikanlı hiç sesin soluğun çıkmıyor, uyuyor musun yoksa?” deyince, “Şoförle konuşulmaz, kaza yapar diye” dedi gülerek. Arada sırada ben takıldım sadece, ona ve öylece devam etti yolculuğumuz. Özellikle erken varacağımızı düşünerek yavaş seyrediyordum.
                Denizli’ye girdiğimiz zaman   çok erken değildi, “İyi de etmişiz erken çıkmakla” dedim. 45 dakika kadar vardı duruşma saatine.  Aracı park edecek bir yer buldum adliye binasının biraz uzağında. Delikanlıyı fazla yürütmek istemiyordum ama yakınlarda park yeri bulamayınca 500-600 m ileriye park edebildim aracı. Adliyede duruşma salonunu buluncaya kadar neredeyse yarım saat zaman geçmişti. Delikanlı fazla yürüyemiyor ve çabuk yoruluyordu. Bekledik epeyce duruşma salonunun kapısının önünde. Koridorlar tıka basa doluydu adliyede.
                Adliye ve hastane koridorları çok şey düşündürüyor bana çocukluğumdan beri. Özellikle Meslek hegemonyası konusunda bazen çileden çıkıyorum, gördüklerimin düşündürdüklerinden dolayı. İnsanların nasıl kandırılıp dolandırıldıklarını düşünüyorum, adliye koridorlarında dolaşırken. Karşı avukatların anlaşmalarını, davalı ve davacıların nasıl söğüşlendiğini ve davalarının bazen on yıllarca sürdüğünü biliyorum çünkü kendi yaşamımdan.  “Para kazanmanın yolu: riyakarlık olmamalı bence, bilgi insana güç sağlar ama bu güç: Bilmeyenin ezilmesi ve dolandırılması yönünde kullanılmamalı diye düşünmüşümdür her zaman.”
                Bir saat gecikmeyle duruşma hâkimi geldi ve bizim önümüzde üç dosya vardı. Öğleye yakın çağrıldık ve girdik birlikte içeriye.  Hâkim babama sordu: “Ormanın istediği bir dönüme yakın yeri vermek istiyor musun, kendi rızanla?” deyince babam: “Hâkim bey bu yerler bana babamdan kalma ve ona da babasından kalma mülklerdir. Neredeyse 150 yıla yakın zamandır aile mülküdür benim bildiğim. Yıllar öncesinde kadastro geçti ve o kadastrodan sonra da bir sürü dava açtı orman bize. Köyde çok insanın yıllardır kullandığı ata mülkleri alındı ellerinden. Benim hiçbir şeyle ilgilenecek ne halim ne de imkânım var artık bundan sonra. Ben anlayamıyorum bu durumu. Karar sizindir hâkim bey.” dedi boynunu bükerek.
                Dinleyen hâkim, dosyayı karıştırdı ve yaz dedi önündeki kâtibe, keşif için gün tayin etti. “Orman davalarıyla ilgili yönetmelik değişikliğinden bahsetti babama. Ormanın açmış olduğu bu tür davalarda, davayı orman kazansa bile davacı olunan vatandaştan dava giderleriyle ilgili ücret alınmıyormuş artık. Ancak orman dava konusu olan kısmı alıp tapuyu düzenletiyormuş. “Senin davalara gelmene gerek yok bundan sonra; eğer istersen gelirsin. Sonucu değerlendirip, bilirkişi raporlarını değerlendirdikten sonra karar verilecektir” dedi.
                Öğrendiğimiz bu yeni bilgi bizi rahatlatmıştı. Çünkü ne yaparsak yapalım; orman yeri alırdı, bir de üstüne dava masrafları biner diye korkuyorduk kendimizce ve kâbusumuz olmuştu bildirileri almaya başladığımız zamanlardan itibaren.
Duruşmadan çıktık sevinçle ve kantine oturduk bir şeyler yiyip içelim diye. Delikanlı ilaçlarını alması gerekiyordu.  Kendime tost ve çay söyledim. Delikanlı heyecandan bir şey yiyip içecek hali yoktu. Su söyleyip ilaçlarını aldı ve arkasından bir çay istedi. Gazete sayfalarını karıştırırken aklıma  Harun Kolçakın sözleri aklıma geldi babamın yüzüne bakınca.  "Huzur ve sevgi çok önemli ilaçlar.”   demiş ve devamında sağlığıyla ilgili açıklamalar yapmıştı ilgili bağlantıda.
                Davadan rahatlayarak ayrılıyorduk artık. Bundan sonrasında sıkıntı çekmeyecektik orman davaları konusunda. Geriye iki dava daha vardı bildirisi gelen. Arkasından üç dört adet daha ilave olacaktı. Gelmemize gerek olmadığını öğrenmemiz bütün yükümüzün sırtımızdan düşmesine yol açtı ve aptallaşmıştık adeta. İnanasımız gelmiyordu hala duyduklarımıza. Babama tekrar tekrar izah ettim otururken.
                Öğleden sonrasıydı zaman kalkıp arabaya doğru yürümeye başladığımızda. Halamın oturduğu köye doğru yola çıktık. Babamın heyecanı iyice artmaya başlamıştı. Konuşurken ses tonundan, sesinin titremesinden anlayabiliyordum. Bir saate yakın zaman aldı yavaş yolculuğumuz ve vardık köye. Halam, yeğenim ve kocası-Eniştemiz- evdelermiş. Halamı yatarken bulduk odaya girdiğimiz zaman. Bizi görüp, kardeşinin sesini duyunca doğruldu zorla, yardım etti kızı; kalkıp oturmasına. Bir süre bakıştılar iki kardeş. Bir yıla yakın zamandır görmüyorlardı birbirlerini. Derken konuşmaya başladılar. Halam da babamın öldüğünü düşünüyormuş “Sağ olsaydı mutlaka gelirdi buraya” diyormuş arada bir kızına. Kızı her ne kadar “Ölmedi, konuşuyoruz” dese de inanmıyormuş onlara.
                Üç ya da dört saat kadar zaman geçirdik köyde. Bazen çocukluğuma döndüm bazen de gençlik yıllarıma.  Nasıl da geçiverdi zaman anlayamadım. Ben de uyuyamamıştım doğru dürüst dün. Blog sitemdeki sorunlarla uğraşmıştım. Google robotu bir bannerı tanımıyor ve bu yüzden güvenli durumunu açığa çevirmişti birkaç gün önce. Denetimi yapmasından önce güvenli ve korunan bir site görünümündeydi. Https’ye evet demiştim. Bir ara durum değişti, ama kısa sürdü. Ne yaptıysam olmadı ve ben de kafaya takmıştım durumu artema gibi.  Neyse sonradan bıraktım peşini ve bekliyorum bir dahaki denetimlerini.
                Uykusuzluk gelip çatmıştı bana. Yemeği de yiyince tamamen bastırmaya başladı ve korktum gece yolculuğundan; karar verdim göz göre göre yolculuk yapmaya. Gece karanlıkta daha tehlikeli oluyor uykusuz yolculuk, insanın dikkati çabuk dağılıp, uyuduğunu fark etmiyor bile. Sakın siz uykusuz yolculuk yapmayın derim. Hani ne derler “Hocanın dediğini yap da gittiği yoldan gitme” siz de aynen öyle yapın dediğimi yapın ama benim gibi yapmayın.
                Neyse uzatmayayım daha fazla, yola ikindi üzeri çıktık tekrar. Bizim delikanlının gözleri fal taşı gibi ne uykusu var ne de belirtisi. Yavaş bir yolculukla, iki saate yakın zaman geçti ve evimize geldik. Eve geldiğimizde karanlık bastırmıştı. Bir süre oturdu bizim delikanlı ve gevşeyince uykusu geldi. Erkenden uyudu başladı horlamaya. Yan odadan duyuyordum horultusunu.
                Ertesi gün erkenden kalktı, bana arabayı teslim etmeye ne zaman gideceğimi sordu.  Epeyce sarsıldığını söyledi yolculukta. Artık yaşı itibariyle yolculuklar ağır geliyordu ona, anlamıştım. Bir iki gün kadar vücudu tepki verdi terleyerek. Ve daha sonraki zamanlarda tekrar yoluna girdi vücudu. Kendisi de farkına vardı durumunun.
12-02-2017-Aydın
Halil GÖNÜL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.