Ziyaret |
İhtiyar delikanlı
Ben babama “Delikanlı
veya İhtiyar Delikanlı” diye hitap ederim bazen. Hoşuna gittiğini fark ettim. Kendisi
77 yaşında şu an ve kendi işlerini kendisi görebilir durumda; uzun -beş yıl
gibi bir çabanın arkasından- bir sürenin ardından artık durumu iyi sayılır. Beyin
fonksiyonları yerine geldi ve hafıza kaybı ortadan kalktı. Parkinson etkileri
çok az durumda. Arada bir halüsinasyonun dışında.
Bir yıla
yakın zamandır, orman idaresinin mahkeme bildirileri gelip duruyordu eve, ancak biz
rahatsızlığından dolayı ilgilenemiyorduk onlarla. “Ne olursa olsun” şeklindeydi
tavrımız; çaresizliğimizden. En son gelen bildiri mahkemenin duruşma
bildirisiydi ve okuduğumuzda gitmeye can attığını gördüm babamın. Nihayetinde babadan
kalma mülküydü ve ona sahip çıkmak istiyordu.
Orman bütün
zamanlarda korkulu rüyası olmuştur orman köylüsünün. Bazen tarası, bazen
baltası, bazen de eşeği alınmıştır elinden; bir kucak kuru odun sarıp eşeğine, evine
gelirken. Duymuşsunuzdur mutlaka bir ninenin kaymakama söylediğini: Bir
kaymakam ziyarete gitmiş zamanın birinde, bir orman köyüne. Bir nine denk
gelmiş yolda giderken ve durdurup arabasını, konuşmaya çalışmış nineyle. Ben kaymakamım
demiş ve devam etmiş konuşmasına. Onu dikkatle dinlemiş nine ve sonunda üzgün
üzgün suratına bakıp yanağını eliyle okşayarak: “Ah yavrım! Biraz daha okusaydın
da ormancı olsaydın ya!” demiş acıyarak kaymakama. Bir süre daha konuştuktan
sonra binip ayrılmış ninenin yanından.
Karar
verdim Delikanlıyı duruşmaya götürmeye. Aydın’dan Denizli’ye gidecektik. Yolculuk
150 km. Kadardı ancak şehirler arası otobüsler bizim yetişebileceğimiz saatlerde
kalkmıyordu; duruşma 09:15’de yazıyordu.
Duruşma
gününden iki gün öncesinde kendisine söyledim gidebileceğimizi, fırsat olursa
oradan da ablasını -ablası, yani halam 88 yaşında- ziyaret edebileceğimizi
anlattım kendisine. Gözleri ışıl ışıl oldu bir anda ve heyecanlandığını fark
ettim. Bir an hem sevindim hem de tereddüt ettim söylediğim için. Heyecan iyi
gelmeyebilirdi, çünkü uzun süredir ablasını görmüyor ve de halüsinasyonlarından
dolayı zaman zaman ölmüş diye hatırlıyordu. Ne kadar da ölmemiş desek de
inanmıyordu bana.
Gideceğimiz
güne kadar doğru dürüst uyku uyumadı desem yanlış ifade etmiş olmam. Sevinci her
halinden belli oluyordu. Canlanmıştı daha da. Son akşam artık hiç uykusu
tutmadı neredeyse ve sabahleyin erkenden -saat 05:30’ da- çıktık özel arabayla.
Aracı kiralamıştım akşamdan ve evin önündeydi.
Dalgın ve saf yanıma denk gelmişti araç
kiralama evraklarını imzalarken; boş bir senede imza atmıştım. Eve gelince
jeton düştü bana ve endişelenmeye başladım kendimce, art niyetli kullanılırsa
diye. “Bu zamanda kim kime açık senet verirdi ki?” neyse olmuştu olan ve dönüşte
teslimden sonra halledilecekti artık.
Sabah
erkenden çıktığımız iyi de olmuş. Evden kahvaltı yapmadan çıkmıştık yola. Aydın’dan
çıkıp Denizli sınırlarına girinceye kadar kahvaltı yapacak bir yer bulamadık;
her taraf kapalıydı. Her zaman yaz aylarında geçtiğim için aynı güzergahı, yine
öyledir diye düşünmüştüm. Yaz aylarında adım başına açık bir yer ve cıvıl cıvıl
oluyordu. Neyse bir yer bulduk sabahın 06 sularında ve birer çorba içtik. Zaman erken olduğu için yavaştan alıp ben birkaç
sigara içip işletmecisiyle sohbet ettim ve tekrar yola çıktık.
Yolda
giderken hiç sohbet etmediğini fark ettim ve kendisine sordum: “Delikanlı hiç
sesin soluğun çıkmıyor, uyuyor musun yoksa?” deyince, “Şoförle konuşulmaz, kaza
yapar diye” dedi gülerek. Arada sırada ben takıldım sadece, ona ve öylece devam
etti yolculuğumuz. Özellikle erken varacağımızı düşünerek yavaş seyrediyordum.
Denizli’ye
girdiğimiz zaman çok
erken değildi, “İyi de etmişiz erken çıkmakla” dedim. 45 dakika kadar vardı
duruşma saatine. Aracı park edecek bir
yer buldum adliye binasının biraz uzağında. Delikanlıyı fazla yürütmek
istemiyordum ama yakınlarda park yeri bulamayınca 500-600 m ileriye park
edebildim aracı. Adliyede duruşma salonunu buluncaya kadar neredeyse yarım saat
zaman geçmişti.
Delikanlı fazla yürüyemiyor ve çabuk yoruluyordu. Bekledik epeyce duruşma salonunun
kapısının önünde. Koridorlar tıka basa doluydu adliyede.
Adliye
ve hastane koridorları çok şey düşündürüyor bana çocukluğumdan beri. Özellikle Meslek
hegemonyası konusunda bazen çileden çıkıyorum, gördüklerimin düşündürdüklerinden
dolayı. İnsanların nasıl kandırılıp dolandırıldıklarını düşünüyorum, adliye
koridorlarında dolaşırken. Karşı avukatların anlaşmalarını, davalı ve
davacıların nasıl söğüşlendiğini ve davalarının bazen on yıllarca sürdüğünü
biliyorum çünkü kendi yaşamımdan. “Para kazanmanın
yolu: riyakarlık olmamalı bence, bilgi insana güç sağlar ama bu güç: Bilmeyenin
ezilmesi ve dolandırılması yönünde kullanılmamalı diye düşünmüşümdür her zaman.”
Bir
saat gecikmeyle duruşma hâkimi geldi ve bizim önümüzde üç dosya vardı. Öğleye yakın
çağrıldık ve girdik birlikte içeriye. Hâkim
babama sordu: “Ormanın istediği bir dönüme yakın yeri vermek istiyor musun, kendi
rızanla?” deyince babam: “Hâkim bey bu yerler bana babamdan kalma ve ona da
babasından kalma mülklerdir. Neredeyse 150 yıla yakın zamandır aile mülküdür benim
bildiğim. Yıllar öncesinde kadastro geçti ve o kadastrodan sonra da bir sürü
dava açtı orman bize. Köyde çok insanın yıllardır kullandığı ata mülkleri
alındı ellerinden. Benim hiçbir şeyle ilgilenecek ne halim ne de imkânım var
artık bundan sonra. Ben anlayamıyorum bu durumu. Karar sizindir hâkim bey.” dedi
boynunu bükerek.
Dinleyen
hâkim, dosyayı karıştırdı ve yaz dedi önündeki kâtibe, keşif için gün tayin
etti. “Orman davalarıyla ilgili yönetmelik değişikliğinden bahsetti babama. Ormanın
açmış olduğu bu tür davalarda, davayı orman kazansa bile davacı olunan
vatandaştan dava giderleriyle ilgili ücret alınmıyormuş artık. Ancak orman dava
konusu olan kısmı alıp tapuyu düzenletiyormuş. “Senin davalara gelmene gerek
yok bundan sonra; eğer istersen gelirsin. Sonucu değerlendirip, bilirkişi
raporlarını değerlendirdikten sonra karar verilecektir” dedi.
Öğrendiğimiz
bu yeni bilgi bizi rahatlatmıştı. Çünkü ne yaparsak yapalım; orman yeri alırdı,
bir de üstüne dava masrafları biner diye korkuyorduk kendimizce ve kâbusumuz
olmuştu bildirileri almaya başladığımız zamanlardan itibaren.
Duruşmadan
çıktık sevinçle ve kantine oturduk bir şeyler yiyip içelim diye. Delikanlı ilaçlarını
alması gerekiyordu. Kendime tost ve çay
söyledim. Delikanlı heyecandan bir şey yiyip içecek hali yoktu. Su söyleyip
ilaçlarını aldı ve arkasından bir çay istedi. Gazete sayfalarını karıştırırken
aklıma Harun Kolçak' ın sözleri aklıma geldi babamın yüzüne
bakınca. "Huzur ve sevgi çok önemli ilaçlar.” demiş ve devamında sağlığıyla ilgili açıklamalar yapmıştı ilgili bağlantıda.
Davadan rahatlayarak ayrılıyorduk
artık. Bundan sonrasında sıkıntı çekmeyecektik orman davaları konusunda. Geriye
iki dava daha vardı bildirisi gelen. Arkasından üç dört adet daha ilave
olacaktı. Gelmemize gerek olmadığını öğrenmemiz bütün yükümüzün sırtımızdan
düşmesine yol açtı ve aptallaşmıştık adeta. İnanasımız gelmiyordu hala
duyduklarımıza. Babama tekrar tekrar izah ettim otururken.
Öğleden sonrasıydı zaman kalkıp arabaya doğru yürümeye başladığımızda. Halamın
oturduğu köye doğru yola çıktık. Babamın heyecanı iyice artmaya başlamıştı. Konuşurken
ses tonundan, sesinin titremesinden anlayabiliyordum. Bir saate yakın zaman aldı yavaş yolculuğumuz ve vardık köye. Halam, yeğenim
ve kocası-Eniştemiz- evdelermiş. Halamı yatarken bulduk odaya girdiğimiz zaman. Bizi
görüp, kardeşinin sesini duyunca doğruldu zorla, yardım etti kızı; kalkıp
oturmasına. Bir süre bakıştılar iki kardeş. Bir yıla yakın zamandır görmüyorlardı birbirlerini. Derken konuşmaya
başladılar. Halam da babamın öldüğünü düşünüyormuş “Sağ olsaydı mutlaka gelirdi
buraya” diyormuş arada bir kızına. Kızı her ne kadar “Ölmedi, konuşuyoruz” dese
de inanmıyormuş onlara.
Üç ya da dört saat kadar zaman geçirdik köyde. Bazen çocukluğuma döndüm bazen de
gençlik yıllarıma. Nasıl da geçiverdi zaman anlayamadım. Ben de uyuyamamıştım doğru dürüst dün. Blog
sitemdeki sorunlarla uğraşmıştım. Google robotu bir bannerı tanımıyor ve bu
yüzden güvenli durumunu açığa çevirmişti birkaç gün önce. Denetimi yapmasından
önce güvenli ve korunan bir site görünümündeydi. Https’ye evet demiştim. Bir ara
durum değişti, ama kısa sürdü. Ne yaptıysam olmadı ve ben de kafaya takmıştım
durumu artema gibi. Neyse sonradan
bıraktım peşini ve bekliyorum bir dahaki denetimlerini.
Uykusuzluk gelip çatmıştı bana. Yemeği
de yiyince tamamen bastırmaya başladı ve korktum gece yolculuğundan; karar
verdim göz göre göre yolculuk yapmaya. Gece karanlıkta daha tehlikeli oluyor
uykusuz yolculuk, insanın dikkati çabuk dağılıp, uyuduğunu fark etmiyor bile. Sakın
siz uykusuz yolculuk yapmayın derim. Hani ne derler “Hocanın dediğini yap da
gittiği yoldan gitme” siz de aynen öyle yapın dediğimi yapın ama benim gibi
yapmayın.
Neyse uzatmayayım daha fazla,
yola ikindi üzeri çıktık tekrar. Bizim delikanlının gözleri fal taşı gibi ne
uykusu var ne de belirtisi. Yavaş bir yolculukla, iki saate yakın zaman geçti ve evimize geldik. Eve geldiğimizde karanlık
bastırmıştı. Bir süre oturdu bizim delikanlı ve gevşeyince uykusu geldi. Erkenden
uyudu başladı horlamaya. Yan odadan duyuyordum horultusunu.
Ertesi gün erkenden kalktı, bana
arabayı teslim etmeye ne zaman gideceğimi sordu. Epeyce sarsıldığını söyledi yolculukta. Artık yaşı
itibariyle yolculuklar ağır geliyordu ona, anlamıştım. Bir iki gün kadar vücudu
tepki verdi terleyerek. Ve daha sonraki zamanlarda
tekrar yoluna girdi vücudu. Kendisi de farkına vardı durumunun.
12-02-2017-Aydın
Halil
GÖNÜL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.