Şapka
Oldukça
uzun zamandır “Ne olacak bu memleketin hali?” diye düşünüyordum. Üstüne üstelik
pdf formatında bulabildiğim kadar Türklerle ilgili bir sürü kitap indirip
okumaya başladım. Okudukça iştahım kabarmaya başladı. Daha da meraklanmaya
başladığımı fark ettim. Türklerin ilk beylik dönemlerinden itibaren günümüze
kadar oldukça geniş kaynak bulduğumun farkında olmadan geceli gündüzlü okumaya
başladım. Öyle oluyordu ki bazen artık gözlerimin kelimeler arasında adım
atacak hali kalmıyordu ve bir kelime üzerinde abanıp kalmış oluyordum. En
nihayetinde yatağa atıyordum kendimi ve hayalini kurarak canlandırmaya
çalışıyordum o dönemleri. Oldukça başarılıydım hayal kurma konusunda. Uyuyuveriyordum
hemen. Güzel de bir uyku çekmiş oluyordum on saat kadar uyuduktan sonra.
Kendimce
Türk meselesini ve kafa yapısını çözdüm galiba. Atatürk de çözmüş olmalı
kesinlikle yoksa yaptığı çok şeyi açıklayabilmek ve anlayabilmek hiç de kolay
değil gibi geliyor bana. Düşünsenize, adamın kafasından, kişiliğiyle
özdeşleşmiş olan fesi çıkartıyorsun, şapka giydiriyorsun.
Fes,
şapka deyince bununla ilgili o zamanlarda yaşanan bir olayı anlatmak istiyorum.
Biraz gülesiniz diye. Galiba Alman üniversitelerinden birisinde Türk bir
bayanın doktora tezinde okumuştum, tam emin değilim. Olay şu:
Fes
meselesi Atatürk için oldukça önemli, kişilikle özdeş demiştim ya; işte bu
kişilik yapısını değiştirmek istiyor insanların. Dolayısıyla ne yapıp edip fesi
attıracak yerine şapkayı giydirecek başka yol yok. Şikâyetler duyunca
cezalandırılacaklar diye söylentiler çıkmaya başlıyor ve yayılıyor memlekete.
Bunu duyan kadınlar yuvalarının dağılma tehlikesine karşın kocalarını sıkıştırıyorlar.
Sıkıştırıyorlar sıkıştırmasına da zaman ters, tatil ortalık ve bütün dükkânlar
kapalı İstanbul’da. Neyse olsun varsın, bir ümitle çıkıyorlar erkekler sokağa
ve çarşının altını üstüne getiriyorlar açık yer bulamıyorlar. Oldukça da bir
kalabalık oluşuyor bu arada. Hepsi de şapka arıyor. Şans bu ya, tam umutları
sönmüş geriye dönerlerken bir dükkânın vitrininden şapkaları görüyorlar
içeride. Camı yere indirip dalıyorlar içeriye kim eline ne geçirdiyse
kapışıyorlar.
Bazılarına
kalmıyor erkek şapkası ama çaresini düşünüyorlar hemen oracıkta. Ceza
yemektense kadın erkek fark etmez, sonuçta şapka şapkadır deyip süslü püslü
kadın şapkalarından kapıyorlar ve süslerini püslerini kesip geçiriyorlar
kafalarına. Oldu mu oldu. Herkes memnun, yürüyorlar evlerine güle oynaya, kadın
şapkalılarla dalga geçe geçe. Cezadan kurtuluyorlar böylece.
Gelelim
asıl meseleye.
Görsel: Google Görseller
devamını bekliyoruz Halil bey, en heyecanlı yerde kaldı :(
YanıtlaSilhatırınızı mı kıracağım, elbette ikinci bölüm geliyor hemen. iyi okumalar size. :)
YanıtlaSilFes,sembol olarak dönemin otoritesine bağlılık idi.Yani "kula kul" olmaktı.Şapka "özgürlüğün ve bağımsızlığın" sembolü oldu.
YanıtlaSilVe zaman geçti öyle de bir hal aldı ki....YOLSUZLUĞUN yalan dolanın sembolü oldu.
Demirel şapkasından bahsediyorum,,,,Gelecekte ne olur bilmem..
Anlaşılan daha çok şey değişecek ama yolsuzluk ve talanın ifadesi olmayı her zaman koruyacak.
Silİlgi çekici bir yazı serisinin başlangıcı keyifli olmuş, gülümsetti.
YanıtlaSilEvet, ben de ilk okuduğumda gülümsemiştim, hatta çok geç saatlerdi de "kafayı kırdı" denilmesin diye özen göstermiştim sessiz gülmeye. :)
Sil