İçimdeki cevher |
Ukalalığım için özür dilemem
Diz
boyu ukalalığım ın üzerinden günler geçmesine rağmen bir türlü kafamdan
atamıyordum; farkına vardığım günlerden beri. Şube müdürümüzü her görüşümde,
dairede, lokalde, sokakta hatta rüyamda; utancımdan yerin dibine giresim
geliyordu sanki. Adama bir şey de diyemiyorum ancak saygıyla ve utançla selam
vererek hemen sıvışıyordum olduğu yerden.
Adam
hiç de oralı bile değildi sanki, beni saf bir çocuk olarak algılamış olmalı ki
bana kırılmamış diye umut ederek kendimi biraz olsun teselli etmeye çalışıyordum
ama içimde kanayan yara oldu sürekli ve bir yolunu bulup özür dilemek
gerekliydi mutlaka. Nasıl yapacağımı da bilmiyorum -söz aramızda- bu arada.
Bir
önceki “Avan proje” yazımda bahsetmiştim, Avan projenin bitişini ve kargoya verilişinde,
katkısı olan arkadaşlara teşekkür için kahve ısmarladığım gün şube müdürümüz de
gelmişti yanımıza; o günkü halini gözlemlemiştim, gözlerinden takdir edildiğimi
anladığımda sevinmiştim bir nebze ama nasıl böyle bir hata yaptım diye de
kendime yüklenmiştim için için.
Aradan
günler geçmeye devam etti, bu zaman içinde oğluyla İngilizce ders
çalışmalarımız olanca hızıyla gidiyordu ve çocuk çok hırslı ve azimliydi. Sürekli
okulun müfredatından ileride bir şeyler istiyordu ve zaman zaman zorlandığımı
hissediyor ama erkekliğe de b.. sürmek istemiyordum; kendim ondan fazla çalışıp
öğrenerek kısıtlı olsa da istediklerinden bir kısmını veriyordum şevki
kırılmasın diye.
Derken
kurumlar arası spor müsabakaları başladı. Ben lisanslı futbolcu, lisanslı
voleybolcu oldum bu arada😀 ve kurumumuz takımında oynamaya başladım hem de as
eleman olarak. Dedim ya kabak çiçeği gibi açıldım diye, işte bir örnek daha
lisanslı sporcu oluşum. Hayatımda doğru dürüst voleybol topu görmedim ve elime
almadım ama burada ne cevher olduğum ortaya çıkıverdi birden ve ben voleybolu
çok sevmeye başladım. İlk atışlarım-servis atışı- zor karşılanır olmuştu ve bolca sayılar
kazandırıyordum takımımıza, tabii ki sağ kol ve omuz ağrılarımdan da uyuyamaz
olmuştum oynadığımız zamanlarda.
Mavi
tonda eşofman almıştım kendime, bir de spor ayakkabısı elbette. Bir gün
ikindisinde mesaiden sonra çalışmak için toplandık bahçede ve ben her
zamankinden farklı olarak eşofmansız ve spor ayakkabısız çıktım sahaya; yan
tarafta seyirci olan şube müdürümüz “Halil Bey keslerin nerede?” dedi
gülümseyerek. Kundura ayakkabımla oyuna girmiştim ve kumda sürekli kayıyordum. Önce
“Kes” kelimesini anlayamadım, ilk defa duyuyordum. Anlamış olmalı ki
anlamadığımı ya da duymadığımı düşünerek el işaretiyle ayakkabılarını ve
vücudunu göstererek “Kes ve eşoftmanların?” deyince anladım-Kes=spor
ayakkabısı- ve “Akşam yıkamıştım, henüz kurumamışlar” dedim. Oyun oldukça iddialı
gidiyordu ya bir sayı biz önde ya da bir sayı rakip öndeydi.
Sonuç
itibariyle biz aldık setleri üçe iki ve moralimiz oldukça yükseldi. Çünkü rakip
takımla maçımız yakınlaşmıştı bu arada, bu yaptığımız maç dostluk maçıydı.
Bu arada söyleyeyim, sonraki zamanlarda özellikle kız takımlarını seyretmek çok hoşuma gitmeye başladı. Neden mi? Çünkü o kadar canla başla oynuyorlar ki oyun esnasındaki sesleri sanki bir çok sesli orkestra gibi geliyordu bana. Erkek takımlarını da seyrediyordum ama kız takımlarını seyrederken daha da çok şey öğreniyordum.
Kız voleybol takımı |
Ha
unutmadan: Futbolda da fena sayılmazdım, ne de olsa at gibi sahayı dolanıyordum
hiç durmadan ve dilim bir karış sarkıyordu. Doğru dürüst yerimi koruyamıyor,
adam adama oynayarak adamımın kuyruğundan hiç ayrılmıyordum. Benim şansım,
adamım da ben gibiydi ve sahanın dört bir yanına toz attırıyordu, ben de ya
önünden ya da arkasından koşturarak ondan fazla tozunu kaldırıyordum sahanın. Anlayacağınız
saha dar geliyordu ikimize 😊.
Avan
projenin bitmiş olması zamanımı bollaştırmıştı ve üstümdeki bütün yükler
kalkmıştı sanki. Kendime meşguliyet arıyordum zaman zaman. Satranca başladım,
kasetlerden İngilizce çalışmaya başladım. Tekrar üniversite sınavlarına
hazırlanmaya başladım. Bu arada yüksek lisans için de gazeteleri takip ediyordum
ama gazeteler 24 saat sonra geldiği için, bazen de özellikle kış aylarında bir
hafta gelmediği olacaktı, zorlanıyordum takibe. Ama çok istediğim bir şeydi
yüksek lisans. Özellikle yeni gelen arkadaşın -A’dan Z’ye anlat diyen arkadaş-
sınava girmiş tayinden önce ve o zaman ANAP kurucularından ve bakan olan
Kayseri milletvekilinin torpiliyle yüksek lisansı kazanmış-kendi itirafı- tayin
istemişti Ankara’ya. Çok imrenmiştim ona.
Uzatmayayım,
günler hızla geçerken bir gün şube müdürüm çağırdı odasına ve gittim. Ezile büzüle
“Buyurun efendim” dedim ve “Buyur otur Halil Bey” dedi gülümseyerek sıcak bir
edayla; oturdum karşısına. Yüzüne ve özellikle gözlerinin içine bakıyordum
merakla, acaba ayıbımı yüzüme mi vuracak diye düşünürken “Halil Bey, şu projeyi
baştan sona genel hatlarıyla bana izah eder misin?” dedi gülümseyerek. Sesi çok
samimiydi. Önce şaşırdım “Gürpınar hizmet binasını mı?” diye sordum. “Hayır hayır,
içme su Avan projesini” dedi tekrar gülümseyerek.
Sevinçle
ve başım göklere değmiş gibi hissettim o anda ve yüzüne baktım daha dikkatli
olarak, içim daha da ısınmıştı alçak gönüllülüğünden dolayı. Düşünsenize; amiriniz
olan bir şube müdürü meslektaşınız toy bir mühendisten bilgi almak istiyor ve
kendinde bulduğu bir eksikliğini tamamlamak istiyor. Şaşkınlığımı attım kısa
sürede ve hemen başladım anlatmaya; elime bir kalem ve kâğıt alarak ayağa
kalkıp yan tarafına geçerek başladım yazıp çizip anlatmaya. Yarım saat kadar
sürdü bu durum karşılıklı soru ve cevaplarla.
Benim
için çok iyi bir fırsat diye düşündüm o anı ve kahveleri söylediği sırada
oturduğum yerden yüzüne ve gözlerine dikkatle bakarak “Efendim sizden özür
dilerim, ukalalığım için” deyince bu sefer şaşırma sırası ona gelmişti ve
başını az yukarıya kaldırıp bana dikkatli dikkatli bakarak “Estağfurullah Halil
Bey, o ne demek; olur mu hiç öyle bir şey. Ben hatırlamıyorum ama hangisi
bahsettiğin merak da ettim aslında” dedi. Gerçekten önemsememiş miydi yoksa
beni utandırmamak için mi öyle davranmıştı kestiremedim o an. İzah ettim
kendisine, gülümsedi o zamanı hatırlayınca ve gülerek arkasına yaslandı. Tam da
kahveler geliverdi o anda, kapı tıklamasına dönüp baktık kapıya her ikimiz de.
Kahvesinden
bir yudum aldı ve kahveci çıktıktan sonra “Dert ettiğin şeye bak, o an kendimde
büyük bir boşluk ve bilgi kaybı olduğunu gördüm; gözümü, kulağımı açmış oldun
tam tersine. Uygulamanın içinde olmama rağmen teorik bilgilerin gitmiş olduğunu
fark ettim ve o akşam eve geldiğimde tekrar göz attım sayende ilk defa 10-15
senedir” dedi ve benim şoklar ardı ardına geldi.
Benim
iyice şaşırdığımı gören adam konuyu değiştirmek için oğluyla çalışmalarımızın
nasıl gittiğini sordu. “Çok iyi, çok azimli Ümit” dedim gülümseyerek. “Geçenlerde ne oldu biliyor musun Halil Bey?”
dedi ellerini masanın üstünde, üst üste koyarak ve gülümseyerek. Başımı sallamakla
yetindim ne oldu der gibi.
İki kardeş |
Bizim
küçük oğlan geldi bir gece annesine: “Anne, abim çok hasta, geceleri durmadan
sayıklıyor, gene başladı sayıklamaya” dedi. O gün de bizim Salih Beyler de-baş
mühendis- bizde yemekteydiler, yemekten sonra kahvelerimizi içiyorduk, oldukça
geç bir saatti. Merak etti annesi-ilkokul öğretmeni- ve hemen kalkıp gitti odalarına ve dinlemiş, hakikaten sayıklıyormuş oğlan ama hiçbir şey de anlayamamış
dediklerinden ve uyandırayım da sorayım diye düşünerek kolundan sallamış
kendisini. “Oğlum uyan, rahatsız mısın? Doktora gidelim” demiş. “Anne,
manyak mısın sen, rahatsız etme beni İngilizce çalışıyorum” demiş. Annesi şaşırarak
geldi tekrar geriye ve gülse mi ağlasa mı bilemez haldeydi. Anlatınca da durumu, Salih Bey: “Çağırın hele şu oğlanı” dedi ve seslendi kendisi “Oğlum Ümit, gelsene bir iki
dakika yanımıza” dedi bağırarak ve bizim oğlan geldi kapıya yaslanarak “Buyur Salih amca”
dedi ve bakmaya başladı oradan.
“Oğlum
ne bu halin sayıklıyormuşsun her gece, aşık falan mısın? Eğer öyleyse hemen
istemeye gidelim şu kızı” dedi kendisine. “Yok Salih amca, ben zamanımı
değerlendiriyorum uyuyuncaya kadar, Halil amca söyledi; günün özetini
yapabilirsin dedi, pratik kazanmam için. Çok faydası oluyor, istersen sen de
deneyebilirsin” deyince iyiden iyiye şaşırıp kaldık. Bizim oğlanın kendine
güveni tam olarak gelmiş diye düşündüm bende. Ancak Salih Bey “Oğlum bu Halil
amcan uçuracak seni” dedi gülerek. Bizim oğlan bize fırça atarak dönüp gitti
gene. “Bir daha rahatsız etmeyin beni” dedi ve havalarla yürüyüp gitti.
Anlatılanlar
beni de gülümsetmişti. Ben kendim de aynı taktiği uyguluyordum İngilizce için
ve çok işime yaramıştı, böylece zamansızlıktan da şikayetim olmuyordu. Her zaman
çalışacak zaman bulabiliyordum birkaç cümle bile olsa uyumadan önce. Zaten günün
yorgunluğundan hemen sızıp kalıyordum.
Nihayet
bu işi de hallettim diyerek-özür dileme- izin istedim sevinçle ve ayrıldım şube
müdürümüzün odasından. İleriki zamanlarda poker bile oynamaya başladık
birlikte. Ortada para dönmezdi bizim lokaldeki oyunlarda yalnızca + , - diye
çetele tutuluyordu zaman içinde ve bu durum yıl boyunca da devam edermiş
olduğunu öğrendim bu arada. Yıl sonunda değerlendirildiğinde ya bir + ya da bir
– olurmuş çetelede. Hani denilir ya! “Kumarda kazanan yoktur, tek kazanan
manacıdır.” Kumar oyunlarında kumar oynayanların değil kumar oynatanların
kazançlı çıktığı da böylece ispatlanmış oldu. Mana: Kumar oynatanların her
kazanma-el bitimi, parti bitimi- başına aldıkları bir komisyondur ve peşin
alınır. Kazanılan paranın bir yüzdesidir, genellikle yüzde on veya biraz daha
yüksektir.
Şimdilik
burada kesmek istiyorum bu yazımı da sevgili okurum. Anlaşılan biraz daha
sürecek bu seri çünkü: anılar ve olaylar birbirini çekmeye başladı. Bazen iç içe
giriyorlar. Şimdilik hoşça ve mutluca kalın. Gelecek yazılarda görüşmek üzere.
05-05-2017-1507
Halil GÖNÜL
Görsel:Pixabay.com
Fırtına gibiymişsiniz, desenize. :)
YanıtlaSilMerhaba, aslına bakılırsa biraz da kendimle dalga geçtim bu yazımda ama kendim için yaşadığımı anladım sonradan ve tek o iki yıl kadar kendim için yaşadığımı farkettim yıllar geçince de. Hala da hissederim o iki yılın sıcaklığını içimde. Kimselere de anlatamayınca işte burada yazı olarak çıktılar ortaya. Hoşça ve sevgiyle kalın.
YanıtlaSil