"Pazar tezgahı" |
Her zamanki bildiğim otlu pide yapan yerden pide almak için döndüm sokağın başından. Geldim ki iki kişi bekliyordu başında.
Epeyce
beklemem gerektiğini anladığımda biraz sonra geleyim diyerek yanından
ayrıldım. Geriye döndüm sokağa devam
ettim başka otlu pide yapanları bulmak amacıyla. Buldum sokağın sonuna doğru,
aldım iki tane ve kahve aradım çevrede bir süre. Nihayetinde dolana dolana
bildiğim kahveye çıka geldim. Oturdum dışarıya ve çay söyledim kendime. Bir
tanesini yedikten sonra ikincisinin fazla geleceğini düşünerek bir çay daha
söyledim. Eskiden iki tanesi bile doyurmuyordu.
Biraz oturup sağı solu seyrettim ve bu arada bir saate yakın zaman geçmiş olduğunun farkına vardım ve yakında olan tanıdık pideciye giderek sipariş verdim beş adet, alışverişe çıktım. Yarım saati geçen bir süre dolaştım. Aklımda olan ihtiyaçlarımı aldım tekrar dolanarak pidecinin yanına geldim ama henüz hazır değildi benim siparişlerim
Biraz oturup sağı solu seyrettim ve bu arada bir saate yakın zaman geçmiş olduğunun farkına vardım ve yakında olan tanıdık pideciye giderek sipariş verdim beş adet, alışverişe çıktım. Yarım saati geçen bir süre dolaştım. Aklımda olan ihtiyaçlarımı aldım tekrar dolanarak pidecinin yanına geldim ama henüz hazır değildi benim siparişlerim
“biraz otur istersen” deyince etrafıma bakındım oturabileceğim bir şey var mı diye ama bir bayan oturuyordu yandaki taburede. Kenara çekilip bekledim bir süre. Yanı başımdaki kırklı yaşlardaki erkek pazarcınım tezgâhının arkasında, benim hemen yanımda boş bir tabure duruyordu.
“oturabilir
miyim?” dedim. Döndü adam şöyle bir baktı bana ve sonra “otur” dedi duygusuz
bir şekilde. Oturdum, elimdeki poşetleri de iki ayağımın arasına aldım. İyi
geldi oturmak, ayaklarım ağrımıştı ayakta dikilmekten. “pazarcı oturmaz değil
mi?” dedim duyabileceği bir sesle. Arkasına dönerek baktı bana ve “evet, akşama
kadar yarım saati bulmuyor oturmam” dedi.
Kendimden
biliyordum ama üzerine gitmek istemedim konunun, “pazarın durumu nasıl?” diye sordum. Hem
gelen tek tük müşterileri kaçırmak istemiyor arada bir bana bakıp sohbet etmeye
çalışıyordu. “iyi değil ama idare ediyoruz işte” dedi üzgün bir halde. Yarasını
kaşıdığımı düşünerek suçlandım, sustum bir süre.
Bir sigara
ikram ettim, alıp yaktı, çakmağını bana doğru uzattı sigaramı yakmak için ama
ben yakmıştım o anda. “şu kendi ürettiklerimiz olmasa aç kalacağız neredeyse!”
dedi. “Aslında alıp satmak daha iyi değil mi?” dedim. Bir an anlamsızca baktı
yüzüme sen ne diyorsun der gibi, “hani
masrafını kurtarmıyor ekip biçtiğin” deyince “orası da doğru ya!” diyerek
boynunu büktü ve bütün çaresizliği yüzünden okunabiliyordu.
Arada pideciye
bakıyorum, tezgâhtar fırsat buldukça da sohbete devam ediyorduk. Sigaramı
bitirince “hadi bir çay seslen de çay ısmarlayayım sana” deyince “ben çay
içmiyorum… Oradan içmiyorum” dedi. “tamam, önemli değil” dedim bende.
Anlamıştım durumu. Aslında hesap kitap meselesiydi bu işler.
Taptaze uzun
yemyeşil biberler gözüme takıldı tezgâhında, “acı mı?” kafasını salladı evet
anlamında yarım kilo vermesini söyledim. Tezgâhında çok fazla da bir şey yoktu
görünürde, beş kg kadar biber, beş kadar lahana, domates birkaç kilo patlıcan,
tere, maydanoz…
Bana uzattı
tarttığı biberleri, parasını verirken ellili yaşlarda bir şapkalı adam
yaklaşıyordu elinde kalem ve kâğıt vardı, “söyle” dedi tezgâhtara. Tezgâhtar
bekliyor olmalıydı ki başladı Arapça bir şeyler söylemeye. Bir sureyi
yazdırıyordu. Ellili yaşlardaki şapkalı adam anlayamıyordu bazılarını tekrar
ediyordu ve şapkalı adam yazıyordu heyecanla ve umutla.
Yazıp
bitirdikten sonra tezgâhtar adamın suratına minnetle bakarak gülümsüyordu,
gözleri ışıl ışıldı o anda. “inşallah işler yoluna girer değil mi? Kaç kere
okunacak?” dedi. Anlamaya çalışıyordum durumu. “Tezgâhı açmadan üç, açtıktan
sonra beş okursan yeter eğer sen istersen daha fazla oku, zararı olmaz faydası
olur” deyince jeton düştü bana. İşlerin
açılması içindi adamın yazdığı sure. Yani bereket duası anlaşılan, işleri
yoluna girsin daha fazla kazanabilsin, daha fazla müşteri gelsin diye.
İçimden
gülümsedim, daha biraz önce yağıp esiyordu adam “Fransa’dan et alacakmışız,
bizim etler ne olacak? Durmadan savuruyorlar, saltanat sürüyorlar biz de
buralarda karın doyurmaya uğraşıyoruz” diyordu adam. Her şeyi duayla
halletmenin yolu varmış demek ki bulmuş adamlar işlerin yolunu. Ulan dedim
kendi kendime oğlum sen yaya kalmışsın be! Öğreneceğin çok şey var daha bu
memlekette diye içimden geçirerek ağzımı mühürledim bir süre.
“sizinkiler
hazır” dedi pideci, “hayırlı işler” diyerek teşekkür ettim adama ve ayrıldım
yanından. Poşetlerimi alıp düştüm yola, durağa doğru yürürken gülümsedim kendi
kendime. Bizim yaya kalmamız gayet normal, adamlar dünyayı terk edecekler, demek
ki adamlar daha tesirli bir dua biliyorlar ki uzaya gidebiliyorlar,
bizimkilerin duaları şimdilik tezgâha müşteri çekmeye zar zor yarıyor, biz de
duaları geliştireceğiz inşallah diyerek içimden kendimle konuşarak durağa
geldim.
13.01.2018
Halil
Gönül
Görsel: Google Görseller
"bloglara çok ziyaretçi çekmek için dualar okunur" misali gibi bi hikaye olmuş.. 🤔 Eee artık bundan sonra bizim blogada bi üfleyip dua edip bol bol ziyaretçi çektiririz artık..😀 pazarda çok iyi bir gözlem yapmışsınız,emeğinize sağlık..🙂
YanıtlaSilErtuğrul Yıldırım,
Silkeşke adamdan ben de alsaydım. kafam basmadı işte blog meselesini düşünemedim; okuyup üfledin mi tammış o iş. bir anda okur dolardı bloğa. vay be! tüh! kaçırdık. :)
Çok anlamlı bir yazı olmuş, Halil Bey, çok iyi hikayeleştirmişsiniz...
YanıtlaSilSöyleyeceklerinden de yapacaklarından da geri kalmıyorlar lakin, bir doğru oturup doğru düşünmüyorlar; bu işte mantık nerede demiyorlar...
Feri Peri,
Silteşekkür ederim. sorsalar zaten oralarda olmayacaklar, orada olmaları ve o halde olmaları için sebep var. Birileri tepelerinde tepinsin. :)
Sorgulayan eğitim sistemi gerekli. :)
Güzel bir bakış açısı ve gözlem. Güzel yazı olmuş.
YanıtlaSilSinan ACAR,
Silteşekkür ederim.