Pazartesi, Haziran 04, 2018

İddia Bolluğu

"iddialı"

İddia Bolluğu

            Hayatta iddiaları oluyor insanların, iddiası olanlara bayılırdım oldum olası. Ben de heveslenirdim iddiam, iddialarım olsun diye. Bazen olduğu da oldu elbette ama benim istediğim gibi olmadılar.
            İddia deyince çok şey geliyor aklıma; at iddiası, yat, kat, karı, koca daha ne bileyim bir sürü iddia var.
            İnsan bu kadar iddia bolluğunun içinde kalınca kendi iddialarını hafife alıyor galiba hele bir de yaşama dair iddiaları varsa yandı demektir. Yaşama dair ne iddiası olabilir demişti bir arkadaş, sohbet arasında; salıvereceksin kendini, herkesin gittiği yoldan gideceksin işte. İddiası mı var bunun. Herkes neyse sen de o olacaksın.
            Ne demişler, “elle gelen düğün, bayram” işte bu kadar basit hayat. Ben aksi biriyim galiba diye çok düşündüğüm olmuştur. Bazen hala da düşünürüm ama bir anlamı da kalmadığının farkına varınca insanın içi cızlıyor.
            At, kat, yat, falan iddiam olmadı hiç ama gayet ciddi iddialarım oldu aslında hayatta. Herkesinki ciddi değil demek istemiyorum elbette ama benimkiler daha farklıydılar başkalarından, en azından çoğunluktan.
            Anamın dedikleri aklıma geldi: “ananı doğrucu mu si..ti?” demişti; başkasından tokat yediğimde. Yalan söylemediğim için iki tokat yemiştim abisinden, okkalı tokatlardı, yıldızlar uçuştu durdu etrafta dakikalarca. Abisinin ayakkabılarını kesmiştim kızdığım için. Haksızlık yapmıştı bana da. Abisine bir şey diyemeyince, hırsını benden çıkarmıştı.
            Anamın öyle demesi, çocukluk gururumu okşamıştı, hoşuma gitmişti o ifadesi de gülmeye niyetlenince arkamdan bir odun parçası fırlatmaya kalkmıştı o sinirle. Haklıydı kadın, kimin için söylüyordu sanki.
            Sopa gibi doğru olmak vardı serde, ser verip taviz vermiyorduk biz. Hatta işi biraz daha ileriye götürüp, sopa gibi yürüyorduk, dimdik. Başımız, kıçımız oynamadan yürürdük yollarda ellerimizi kollarımızı sallaya sallaya. Kızlar da poposunu sallarlardı tabii ki. Ama hoşuma giderdi onların yürüyüşü de. Yakıştırıyorlardı cilveliler.
            O kızların yürüyüşü de öyle kolay sanılmasın ha. Marifet popo sallamakta değil ki. Asıl marifet, hem popo sallanacak, hem de dimdik ve sert adım atılacak. Bastığın yerdeki toprak titreyecek. Sıkıysa yanaş yanına da bir laubaliliğin olsun kendisine karşı. Başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmezdi.
1/4


Hayatımdaki ilk ve Tek İddiam

Yani demem o ki iddialar büyüktü bizlerde, bizim zamanımızda. Çoook eskilerde kaldı artık. Şimdi popo sallamalar Hülya Avşar’ın popo sallamasına döndü. O popo sallamak değil ki, kuyruk sallamaktı eskiden beri. Hoş, o gibi de beceremiyorlar ya.
            İddia dedim de, lafı uzattıkça uzattım, nereden nereye geldik değil mi; dağdan, tepeden oldu bu iş.
            Hayatımda tek bir sefer iddiaya girdim bir zabıtayla.  İşini yaptığım bir belediyeye hakediş yaptım, kontrol için ve imza için getirdim, sabahın köründe. Tam da yılbaşı akşamı, o gün parayı çektim, çektim, aksi halde arada bir gün yılbaşı tatili ve hemen arkasından hafta sonu tatili geliyor. Parayı çekemezsem, çeklerim, senetlerim gümleyecek. Yeteri kadar hatırım sayılmıştı zaten, kimseye de diyecek bir sözüm kalmamıştı. Söz vermiştim herkese “yılbaşı akşamına mutlaka alacaksınız, gerekirse elden ödeyeceğim akşam kahvede” demiştim.  
            Demez olaydım, dilimi eşşek arıları soksaydı da. Sabahın köründe vardım ama kimseler yok daha ortalıkta. Tefeci bir zabıta var, o çıkageldi sonra. Beni kilitli kapı önünde beklerken görünce daha yüz metre ileriden takılmaya başladı bana: “var mısın iddiaya?” dedi bağırarak. “varım” dedim ben de laf olsun diye. İlk kez böyle bir şey dedim anlayıp dinlemeden ama önemli de değildi zaten ne olursa.
            Benim asıl derdim başkaydı, başka hiçbir şeyi de gözüm görmüyordu. Zabıtayla muhabbetimiz, birkaç kez tefeli, hem de oldukça okkalı bir tefeyle küçük bir miktar para almıştım birkaç kez. Cep harçlığı gibi düşünmüştüm miktar küçük olduğu için de pazarlık yapmamıştım. Zaten pazarlık yapmaya kalksam da bir şey yapma imkânı olmayacağını biliyordum çünkü cebinde duran parayı bilmem ne köyünden yaşlı bir nineden alıp geleceğini söyleyerek bir gün sonraya getirip veriyordu parayı da.
            Kapıyı açtı, girerken “nereye, hani iddiaya girecektik” dedi. Döndüm bir adım sonra geriye: “Ne iddiasıymış bu?” dedim.
            “sen boşa geldin bugün, yukarı niye çıkıyorsun ki? Seninkiler –fen memuru ve belediye başkanını kastetti-  bu gün izinliler, rapor aldılar dişçiye gitmek için. Anlayacağın dişçiye gidip diş çektirecekler onlar. Öğleden sonra da gelmeyecekler. Sabah konuşurlarken duydum.” Deyince önce inanamadım. İnanmak istemedim.
            Her saniye içimde bir yangın alevleniyordu durmadan. Yakıp kavuran bir alevdi bu. Önemsememiş gibi görünerek. “senin iddia ne?” diye geçiştirmeye, zaman kazanmaya çalıştım düşünebilmek için. Sakin olmalıydım.

2/4
Devam edecek...

Görsel: Google Görseller

2 yorum:

  1. En büyük iddiam "iddiasız" oluşum.Desem asla inanmazsınız.Hayatta insanı rekabete sürükleyen gün içinde bir çok olay yaşıyoruz.Hayatın kendisi rekabet üzerine kurulmuş.Ama iddia konusunda şunu söyleyebilirim "konrolsüz güç güç değil" fazla hırs insanı kontrolden çıkarıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sibel özer,
      haklı söze ne denilebilir ki? Elbette hiç bir şey. :)

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.