Akşam Oturmasının Keyfi
Ben gece kuşuyumdur. Karım taktı bu adı bana. Neymiş efendim, dizinin dibinden ayrılmıyormuşum. Bana kızıyormuş bu yüzden. Kalkıp el gün içine karışmalıymışım ellerin adamları gibi. İki kelam etmeliymişim de “vay be, ne adam” demelilermiş… miş miş, miş de miş miş… karı işte, ne yapsan yaranılmıyor.
Bir ara okeye dadandık. Kafa dengi
bir kare kurduk ne güzel. Güle oynaya günün yorgunluğunu atıyorduk. Hemen
bitiveriyor mu canım oyun. En az üç el atıyorduk. Geç gelmeye başladın diye
kafamın etini yedi ikinci günden sonra. Kimi kıracaksın, tabii arkadaşları ya
da kafayı. Kafa bana lazım olduğu için arkadaşları kırmayı seçtim.
Evde oturunca da yaramazlık geliyor
insanın aklına. Çoluk çocuk da gezmede. Geç geliyorlar eve. Yanına oturuyorum
iki kelam etmek için. Çakal, açıkgöz, anlıyor meseleyi. İşi baştan bitiriyor
hemen. “Kokuyorsun leş gibi, git öte” demesiyle kalkıp karşı ranzaya geçiyor
ağzını yüzünü buruşturarak. Utana, sıkıla banyoya gidiyorum, ciddiye alarak.
Mis gibi duş alıyorum, sakal tıraşı oluyorum –sabaha hazırlık diye- bornoz,
kafamda havlu geliyorum odaya. Dizi seyredip duruyken birden fırlıyor yerinden,
avazı çıktığı kadar “ne yaptın sen yahu, öldürecek misin beni şuracıkta. Kokuya
alerjim olduğunu bilmiyor musun?” Her zamanki sabunu kullandım hâlbuki. Numara
çekiyor aklı sıra. Buldu ya avanağı… her dediğine “hı” diyoruz. Kalbi
kırılmasın, akşama kadar evde bi başına uğraşıp duruyor diye.
Arkasından Azrail
koşturuyormuşçasına kaçıp yatak odasına kilitledi kendini. Kilit sesi dünyamı
değiştirdi zaten duyulunca. Evde kalmanın bir anlamı kalmamıştı. Kızdım
aptallığıma. Hemen üstümü değiştirdim. Kendimi dışarıya attım apar topar. Tam
kahvenin oraya döneceğim. Bahçelerinde yemek yiyen komşu seslendi “gel, gel de
kahve içelim. Yemek bitti.” Dedi. Ses tonu gergindi. Bir şeye kızdığı belliydi.
Beni de yanına yardımcı çağırıyordu. Hissettim. Çünkü okumuş oğlu da
yanındaydı.
Komşu seslenir de gidilmez mi,
gittim. Masa toplandı. Aceleyle bana yer açtılar. Çocuklar mahalleye
dağıldılar. Mühendis oğlan -müzmin bekar- izne gelmiş. Bu sefer izinin tamamını
ailesinin yanında geçirecekmiş. Vay komşumun haline. Altı ay kendine gelemez
artık. Sesi falan kısılır bağrışa bağrışa. Tartışırlar oğlanla sabahlara kadar.
Ama bu güne kadar anlaşarak masadan kalktıkları görülmemiştir. Bakalım bu sefer
nasıl geçecek.
Hoş beşten sonra oturdum. Tatlı
getirdi benim için hanımı. Ellerine sağlık, onun gibi tatlı yapan yoktur. En
azından ben bilmiyorum. Bir baklava yapmış yine, parmağımı ısırdım hakikaten.
Canım çok yandı. Kaç defa dedim “şunun tarifini ver benim hanıma” diye ama
sağır sultan duydu komşu hanım duymadı. Ben biliyorum nedenini. Benim hanımdan fırça yiyecek vermeye
kalkarsa. Benim hanımın baklavası da meşhurdur mahallede. Ramazanda ikisi
rekabet ederler. Birinde biri diğerinde biri fazla alır siparişleri. Sanırsın
ki imparatorluk kurmuşlar.
Kahveleri getirdi komşu hanım.
Gidecekti ki, kolundan tutup oturttu zorla yanına. “Başımın etini yiyip
duruyorsun oğlanı kırıyorsun diye, otur, otur da gözlerinle gör, kulaklarınla
işit oğlunu, bakalım dayanabilecek misin. Yoksa ikiniz bir olup başıma mı
ekşiyeceksiniz!”
“He, he oturdum işte. Diyene bak
hele sen, mallarımı bilmem mi, sen mi öğreteceksin bana.” Bana döndü,
gülümseyerek: “Abi sen yabancımız değilsin, içimizi dışımızı da biliyorsun
zaten. Alınma sakın konuşulanlardan, konuşulacaklardan. Çünkü biraz sonra
ısınır burası. Savaş meydanına döner. Bombanın biri patlamadan diğeri düşer
masaya.”
Uzun zamandır oturup sohbet
etmemiştik. Oğlanla birlikte birkaç kısa sohbetimiz olmuştu öğrenciyken ama
sonrasında bir araya pek gelemedik uzun uzadıya tartışacak kadar. Genellikle
felsefe, siyaset ve edebiyat olur tartışmaların ağırlığı. Bazen de taktiksel
olarak aile içi savaşa dönüşür çaktırmadan. Ben dikkatli olmaya karar verdim. Balıklama
dalmayacaktım sazan gibi. Tarafları dikkatlice izleyip kim ne tür silah
kullanıyor görecektim. Gerekirse fikrimi en sona saklayacaktım. Kesinlikle açık
açığa taraf olmayacaktım. İşin içinde, tüm cephelerdeki en çetin savaşları
kazanmış bir kadın da olunca meydanda, ne kadar dikkatli olunması gerektiğine
siz karar verin artık. Ölüm kalım meselesi gibi bir şey!
Neredeyse bir saate yaklaştı oturum.
Kavga yok. Gayet sakin bir ortam var hâlâ. Arada bir kıvılcımlanma oluyor ama
arkası hemen kesiliyor. Tedbirli davranıyor tüm oturumcular. Önce felsefeyle
başladı baba-oğlan. Ana ara bulucuydu. Taraf olmamaya dikkat ediyordu.
Belliydi. İş siyasete kaymaya başladı.
“Hatun, boğazım kurudu ya, el insaf.” Dedi.
“Tamam, tamam anladım, çay demleyip
geleyim. Ben gelinceye kadar ağzınızı açmayacaksınız. Kulağım sizde olacak.
Anladınız mı?” dedi bi hışımla kalktı. Oğlan anasının arkasından koşturdu
“yardım edeyim anacığım” diye.
“bizim sıpa değişmiş mi ne! Ula,
otuzuna geldi böyle bir şey görülmedi. Bu ilk haa! Anasına yardım ediyor falan
sanma. Bir iş var.”
“Sen de bir bahane arama hemen yahu.
Çocuğun içinden geldiği belli.”
“Sen bilmezsin bunları. Bir çorap
örecekler yine başıma. Felsefeyi kazanmıştı ya, iki sene okudu bıraktı sevmedim
diye. Tamam oğlum, dedim. Sonraki yıl mühendislik kazandı, iki de orayı okudu.
Ha, bir yıl da hazırlık okudu, etti üç yıl. Geçen yıl orayı da bıraktı ‘beton
kafalı diyorlar baba ya’ diye. Siyaseti kazandı arkasından. Bu sene ikinci
senesini okuyor… demem o ki, bir bokluk var bu işte! Anasının fistanına takılıp
gitmez yoksa. Tartışma da tatlı gitti şimdiye kadar… bak, ben ne yapacağım
şimdi, ortalığı gereceğim biraz, zıttına zıttına giderek. Seyret sen ne olacak.
Ana-oğul çullanacaklar benim üstüme.”
Gülüşmeye başladık. Oğlan tepsi
elinde, anasının elinde atıştırmalık, güle güle geldiler. Koyu bir sohbetten
çıktıkları belliydi.
Oğlan iktidarı eleştirmedi hiç.
Babasının eleştirmelerine de sert çıkmadı. Bazılarına hak verdi de. Babası ne
kadar çekerse o da o tarafa gitti. Asılıp germedi. Anası da oğlunu destekledi
daima. Zaman epeyce geçti. Çaylar içilip atıştırmalıklar tüketildi. Yorgunluk
da kendini gösterdi. Sesler kısıldı… tam kalmaya hazırlanırken: “Vallah,
billaha ben çözemedim işi. Helal olsun ana-oğul ikinize de. Bana da anlatacak
mısınız ne dönüyor bu gün burada?” diye kükredi komşu.
Ana, oğlunun ağzını kapattı hemen.
Çevikliği şaşırttı bizi. “Tatlı geçti
oturum değil mi? sen hır bekliyordun benim yüzüme çarpmak için. Olmadı, oğlum
sakin sakin adam gibi davrandı sana. Sen oğlumu takdir edeceğin yerde
gürlüyorsun karşımda. Kıskanma oğlumu tuttum diye. Tabi oğlumu tutacağım, bu
saatten sonra seni tutacak halim yok ya…”
İşin rengi değişti tamamen. Ben
şaşırdım. En iyisi ağzımı açmamaktı. Bu işin sonu pek hoş görünmüyordu sanki.
Benim anlamadığım başka konular da olabilir. Aile meselesine dönüştü. Ciddi
olabilir.
“Helal olsun size. Oğlum kulağına
küpe olsun. Her gördüğüne hemen inanma. Önce düşün denileni. Arkasında ne var
diye. Anan senin anansa benim de kırk yıllık karım. Kıçını kıvırtmasından ne
dediğini, ne diyeceğini anlarım. Aklını başına topla, bir derdin varsa erkek
erkeğe anlat bana, yoksa sana yardım etmek istesem de yapamam çünkü iş işten
geçmiş oluyor çoktan. Yaşadık bunları, tecrübelerle sabit. Ananın derdi hır çıkarma
bahanesiyle küskünlük yaratmak. Bu gün aklanıp paklandığımı biliyor. Ananı mı
kıracağım. Gönlü hoş olsun. Sokulmam…”
“Ayıp olmuyor mu herif!”
“Baba be, yapma! Saçını süpürge etti
kadın. Bir güne bir gün aç kaldın mı, açıkta kaldın mı? Hep anam örterdi üstünü yatarken. Ben kalkıp
bakardım, benim odadan çıktıktan sonra..”
“Sıpa seni, hadi oradan. Ne zaman bu
kadar anasının sıpası oldun sen!”
Gülüştük. Çok güzel bir akşam geçti
böylece. Ben de sıkıntılarımı unutmuş olarak üç dört saat geçirdim. Bakalım
bizi ne karşılayacak evde.
Oğlanın izninin bitmesine yakın bir
davetiye geldi bizim eve. Nişana davetliydik. Oğlan nişanlanmaya karar vermiş.
Kabul görmüş niyeti ve gittik. Nişanlayıp geldik.
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.