Ölmeye yatmak mı?
Silik milik hatırladı Zafer, Adalet Ağaoğlu’nun yazdığı “Ölmeye Yatmak” kitabında okuduklarını. Olacaktı o kadar, kaç yıllar geçti üstünden kim bilir. Orta mı yoksa lise yıllarında mı okumuştu. Ama biraz daha iyi hatırladığı kadın kahramanın birisinin durmadan ölmeye niyetlenerek bir otel odasında ölmeye yatmasıydı. Hayatında olup bitenleri sorgulayıp duruyordu doçent kadın kahraman.
Doçent olduğuna göre
de öyle hafife alınmaması gereken biri olmalı yani abuk sabuk biri değil. Hiç
olmazsa ne yaptığını bilen birisi diye kabul etmek gerekli bildiklerinden
dolayı. Kim bilir belki de şu meşhur Amerikan doçentlerindendir o kahraman
olmayan doçent. Doğru dürüst bir şeyler
bilmeden, ortaya hiçbir şey çıkarmamışlara Amerika’da kolayca doçentlik
verdiklerini hatırlayınca Zafer, ölmeye yatan doçent kadın kahramanın da bir
türlü ölemediğini daha da net hatırlamaya başladı. Kafasında binbir tür
hesaplaşma dolandırıp duruyordu sürekli.
Ölemedi gitti bu kadın da, demişti o zamanlar gerildikçe.
Hoşuna gitmemişti ölüm fikri. Madem ölümü seçtin, yıldın savaşmaktan, öleceksen
öl artık bir an önce deyip kızgınlıkla kapatıp fırlatmıştı kitabı yatağın
üzerine de, birkaç gün geçince tekrar eline alıp bitirmişti.
Zafer, kendinden pay çıkararak yaklaşmayı deniyordu ölüme,
daha açığı: ölümün gönüllü seçilmesine.
Her kesimden olabildiğine göre, kişisel bir sorun olmalıydı. Demek ki
kişinin kendi çapında cevaplanamayan bir veya daha fazla sorularının olması
gerekli. Bu sorular eften püften değil hayati olmalı üstelik. Bu duruma bir de
başkalarından yardım isteyememeyi de ilave edersek, mahalle baskısını da katmış
oluruz böylece. Al sana yamalı bohça; örümcek ağı; ucu bucağı kaybolmuş koskoca
iplik yumağı…
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.