“Bir şey gelmeye başladı mı üst üste
gelir” diye bir söz vardır ya halk arasında; doğrudur. Zafer de o kadar yıllık
deneyimlerinden aynı kanıdadır ama bazen sebep-sonuç ilişkileri kurarak
zincirleme olduğunu düşünür. Kısacası kaynağı insanın kendisidir her şeyin.
Çocukluk
yıllarındaki bir olayı anımsayınca duraklayıp tam olarak hatırlamaya çalıştı
olayları. Yeni evli bir çifttiler. Civan
delikanlı ve nazlı gelin yeni evlilerdi henüz. Haftaya varmadan bir şeyler
olmaya başladı iki aile arasında ve iş gitgide çığırından çıkıp ağız dalaşına
dönüştü. Dünür değiller sanki iki azılı düşman haline geliverdiler.
Kasaba gibi
küçük yerlerde bu tür işler çok çabuk yayılır ayaklı gazeteler tarafından.
Gururlu delikanlı arada gururuna yediremediği durumlara kızgınca müdahale
ederse de bir türlü işin önüne geçemez. Aileye bağımlılık pek seçenek
bırakmıyor böyle durumlarda. Sineye çekmek gereklidir genellikle.
Kaynana-gelin
sürtüşmesi ve atışması desen alıp başını gitti, tutabilene aşk olsun. Gelini
çeşme başında görenler gelini makaraya sarmışlar, gelin de eve gelip kocasına
söylemiş denilenleri. Kocası bir baksa ki dedikleri doğru. Karısının
yanaklarında diş izleri var. Morarmışlar
yerleri besbelli, neredeyse dişler sayılır haldeymiş. Gelin aslında için için
öğünürmüş de durumdan dolayı. Bu ilişkinin bir işareti olarak
değerlendirilirmiş.
Zafer çocuk
yaşlarda anlayamamış bu durumları ve zamanında epeyce kafa yorsa da meseleyi
çözememiş. Aradan yıllar geçip gitmiş.
Bir arkadaşının sorduğu soru dınklatır kendisini. “Arkadaş, bu karı milleti,
hoşuma gidiyor diye kendi omuzlarını hafif dişletir sonra da abasına, anasına
gösterir. Gösterir derken: görecekleri şekilde kıyafet giyer gider yanlarına.
Beynim yandı ya, ne demek bu durum?” dediğinde bir anda flaş patlar gibi
çocukluğu aklına gelivermişti.
Hadi
hoşlanma, uyarılma anlamında yorumlanabilecek bir durum diye düşünülebilir
belki ama sergilemek ne anlama geliyor hala aklına takılır arada. Ayrı bir
böbürlenme meselesi mi acaba? Arkadaşıyla epeyce kafa yorsalar da bir türlü
çıkamazlar işin içinden ve dişlemenin utancıyla uzun süre o kişilerle bir araya
gelmemeye özen göstermiş utancından. Utandığı durum ise iz olmuş olması, sanki
işkence etmiş gibi hissetmiş. Karısına sormayı denemiş, sorusunu duymazlıktan
gelerek, geçiştirmiş. Birkaç kez sorduktan sonra da üstüne düşmemiş. Ama içine
dert olmuş, karısının aynı durumu istediğindeyse suçluluk duygusuyla emri
yerine getirmeye devam etmiş.
İşin kötü
yanı, epeyce zaman sonra görevini yerine getirmekte zorlanmaya başlamış
suçluluk duygusundan dolayı derken iş doktora kadar gitmek zorunda kalmışlar.
Kendisi nedeni bilmesine rağmen bir türlü karısına söyleyememiş ama doktorla
görüşürken yalnız kalınca söylemiş ve yardım istemiş. Fiziksel bir kusur
bulunmamasına çok sevinmiş karısı ama iş psikoloğa yönelince biraz tedirginlik
yaşamış.
Tedavi
süreci kısa kesilmiş meselenin temeli bilinmesi nedeniyle ama durumu karısına
anlatmanın yolu psikoloğa düşmüş. Her nasılsa iş kökten çözülmüş ve karısının
endişeleri de ortadan kalkmış böylece.
Asıl mesele
sonra başlamış, karısı kendisini az da olsa çaktırmadan küçümsemeye başlamış.
Çok içerlemiş duruma. Neredeyse evlilikleri tehlikeye girecek diye korkmuş bir
süre ve sonradan bazı durumları, karısının üstünlüğünü kabullenmiş ve hayatları
devam etmiş.
Bu durumdan
sonra Zafer arkadaşını her gördüğünde pişmiş kellenin sırıtan dişleri gözünün
önünde canlanmaya başlamış, hele bir gün “kelleciye gidelim mi?” diye
sorduğunda dudakları arasındaki sigara fırlayıp gitmiş pıskırınca. Pişmiş
kelle, kelleciye gitmek istiyor; kellenin nasıl olduğunu özledi galiba diye
aklından geçivermiş bir anda. Arkadaşı bir anlam verememiş Zafer’in kendisini
tutamayıp pıskırmasına ama birlikte kelleciye gitmişler.
Her şey
yoluna girmiş girmesine ama aradan yıllar geçse de arkadaşının utanması
geçmemiş ve büyük baldızıyla mümkün olduğunca görüşmüyormuş. Hatta darıldı mı
diye üstüne düşmüşler epeyce de sonra bacanağını ikna edince normale dönmüş
işler. Ama bayramda seyranda kayınvalidesinden kurtuluşu hiç olmamış.
Kadıncağız da efendi mi efendi, hanım hanımcık bir kadınmış ve damadını da çok
severmiş. Neredeyse oğlum sen aldırma, rahat ol diyesi gelirmiş, sezermiş
durumu. Ezildiğini hissetmiş her zaman.
Kayın
validesi kızının biraz üstünlük taslamasını hissetmiş ilk tedavi zamanlarında.
Karısı hemen yetiştirmiştir zaten anasına. Durur mu hiç ağzı. Tedavi sonrasında
bilmiyormuş gibi davranarak arada kızına çıkışırmış fırsat yaratarak. “benim
aslan damadım bi denedir, dünyalara değişmem. Ayağını denk al bak, kızım mızım
demem sonra. Duydun mu beni deli kız?” diyormuş. Koltukları kabararak baklava
tabağını boşaltıp bir daha istiyormuş şımararak. Karısı da kıs kıs gülüyormuş
baklava tabağını getirdiğinde, eline verirken. “Herif, valla anamla aranızda su
sızmıyor ha. Hayrola! Damadım da damadım. Diğerlerine dediğini hiç duymadım.
Tek sana diyor. Ne yaptın kadına? Allah koruya, hani kavga falan etsek eve
gitsem valla beni kazma sapıyla kovalayacak gerisin geriye.”
“Kayınvalidem
bir tanedir benim. Eline kimse su dökemez. Sen de ayağını denk al o zaman.”
“Vallahi,
geçen bayramda bir posta koydum, şakaydı aslında ama iş ciddileşti benim
postamı ciddiye alınca. Gülemedim de. İyi de oldu canım. Birazcık daha tedbirli
davranmaya başladı. Öyle boşboğazlıkları falan fazla değil şimdilik.”
Ağzı kulaklarına
varıyordu anlatırken. Epeyce sürdürmüş ciddi tavrını da bir gün kayınvalidesi
pazaryerinde görmüş alışveriş yaparken. “oğlum, benim deli kız epeyce değişti,
daha mı olgunlaştı nedir? Her ne yaptıysan bozmadan devam et. Benden
söylemesi.” Dediğinde üzülmüş ama belli etmemiş. Şakaydı, ciddileşti iş de
diyememiş. Karısının eski deli dolu, içi dışı bir halini de özlemiş aslında.
Şaka olduğunu söylemiş karısına. Ama okkalı bir şamarı da yemiş tabii ki.
Şimşekler çakmış gözlerinde ama hiç kızmamış. “aferin kız, hak ettim ben bunu.”
Diyerek tehlikeyi savuşturmuş.
Görsel: Google Görseller
Güzel bir yazı, biz erkeklerin hiç anlayamadığı kadınlardır. Kadınlar ne ister çözebilene aşkolsun.
YanıtlaSilHiç bir zaman anlaşılmamışlardır, tarih öyle diyo. :)
Sil