“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
BÖLÜM-9
KAŞIK
Günler
geçmek bilmedi Veysel için. Her ne kadar dersleriyle uğraşsa da işte çalışmak
gibi olmuyordu.
Bir süre çalışıp sıkılıveriyordu ve başlıyordu etrafına
bakınmaya. Zaman zaman takılıp arkadaşlarından yardım istiyor bazen de
mahallesindeki öğretmenlerden yardım alıyordu. Öğretmenler onun gayretini çok
takdir ediyor ellerinden gelen yardımı esirgemiyorlardı.
Bir
hafta geçip gitti böylece. Bugün ilk iş günü olacak ve sanki ilk işe
başladığındaki kadar heyecan duyuyordu. Sabahleyin erkenden kalkıp
hazırlıklarını yaptı kendisi. Kimse uyansın istemiyordu gürültüsünden ve çok dikkat
ediyordu…
Sefer tasını
eline alıp çıktı kapıdan. Kapıyı yavaşça çekti arkasından tık diye bir ses
duydu. Hızlı adımlarla ilerledi bahçe kapısını açtı ve ilk adımını attı sokağa.
Sokakta işe gidenler görünüyordu, kimisi şakalaşıp birbiriyle gülüşüyorlardı.
Kendi çalıştığı iş yerinde çalışanların birkaçı takıldı gözüne uzaktan.
İçlerinde Yusuf var mı diye dikkat kesildi ama göremedi...
Veysel
gittikten yarım saat kadar sonra yatağında doğrulup oturan Fatma, ellerinin
arasına aldığı başını arada bir sallıyordu iki yana. Kafası koca bir kaya kadar
ağırdı sanki. Taşımakta zorluk çekiyormuş gibi hissediyordu oturduğu yerde.
Düşünceleri çok bulanıktı, bir türlü netleştirememişti kaç günlerdir. Kendisine
sorular soruyordu içinden ve cevaplar bulmaya çalışıyordu kendi kendine.
Bulduğu cevaplar tatmin etmiyor tekrar tekrar sorular geliyordu aklına. Her
gelen soru daha da bulanıklaştırıyordu aklını.
Anası
geliyordu zaman zaman gözlerinin önüne, “Kızım akıllı ol, bak benim halime!”
Diyordu anası gözlerini gözlerine dikerek. Tüyleri diken diken olup dikiliyordu
o zaman. Ben ne yapacağım şimdi? Sorusu en çok kafasını karıştıran soruydu.
Arabalar gelip geçiyordu gözlerinin önünden değişik değişik renklerde. “Sıfır
model ve en lüksünden, bir de daire; nereden istersen” demişti anası. Kırmızı
renkli arabalar çok hoşuna gitmişti hep çocukluğundan beri. Şöyle lüks, üstü
açık kırmızı bir araba örneğin Mercedes niye olmasın? Benim neyim eksik ona
binenlerden? Daha fazlam var eksiğim yok hiçbirinden de…
Yatağından
inip aynanın karşısına geçti, yan dönerek aynada baktı kendine baştan ayağı
süzdü alıcı gözüyle. Boy desen boy, pos desen pos ölçüler desen yerinde. Aha
canım karı dediğin benim gibi olur biraz da eti budu olacak karının, adam el
attı mı dolduracak hiç olmazsa elini. Geceliğini açıp sağ kalçasından aşağıya
eliyle dokunarak “Tenim de yumuşacık, kadife gibi; taptazeyim de maşallah,
benden iyisi mi olacak daha?" Ellerini iki yana açarak kendi etrafında döndü iki
defa. Gözleri hep aynadaydı ve karşısındaki de kendisiydi.
Saçlarının
bağını çözüp iki yana açtı, omuzuna iniyordu simsiyah saçları. Kokulu kokulu
şampuanlarla yıkasam böyle mi olur güzelim saçlarım? Şu halime bak, bir de
gelecekteki halime. Hiç benziyorlar mı ikisi birbirine? Biri Hanyalı biri
Konyalı sanki; iki yabancı birbirine… içinden geçenlere, düşündüklerine kendisi
de hem şaşırıyor hem de hoşuna da gidiyordu. Bir süredir hayaller kuruyor
hayallerine ne kadar çok yaklaştığını hissettikçe de heyecanlanıyordu.
Odasından
çıkan Sultan duvardaki saate baktı ve 10 gibiydi saat. Tam seçemedi uzaktan
gözleri. Mutfağa doğru yöneldi. Oturmaktan sıkılmıştı yatağında. Bugün
kahvaltıya çağıran olmayacaktı anlaşılan diye karar vermiş kahvaltı hazırlamaya
geçti mutfağa. Kahvaltıyı hazırlayıp Fatma’yı da uyandırmayı düşündü elini
çaydanlığın sapına atarken…
Çay
demleninceye kadar masanın üzerini donatmıştı hemen. Bardaklara çay doldurdu.
Kendisininkini açık yaptı. “Fatma, kız Fatma, uyanmadın mı daha? Kahvaltı
hazır, çayları doldurdum kız” diye bağırdı Fatma’nın duyabileceği şekilde. Sesi
de pürüzlü çıkıyordu. Birkaç dakika oturduğu sandalyesinde bekledi Fatma’nın
gelmesini ama gelen olmadı. Yerinden kalkıp “Bir bakayım şu kıza, hasta masta
olmasın; bu saate kadar uyanırdı” diye mırıldanarak mutfak kapısına yöneldi.
Karşısında
Fatma göründü gecelik içinde, gözlerini ovuşturarak geliyordu ona doğru.
“Günaydın Ana” dedi boğuk bir sesle Fatma. “Günaydın kızım, hasta falan
değilsin inşallah?” Dedi Sultan ve geriye döndü tekrar. Ellerini ve yüzünü
yıkayıp mutfağa geldi Fatma. “Değilim, hasta değilim de bu başım çok ağırlaştı
benim; sanki kilolarca taş bağlamışlar ense tarafına bir türlü taşınmıyor gibi.
Kafamı zapt edemiyorum. Aklım da çok karışık, toplayamıyorum. Ne yapacağı onu
da bilmiyorum.” Deyip oturdu Sultan’ın karşısına. “Ellerine sağlık ana,
utandırdın beni.”
Sultan,
Fatma’nın sağ elini iki elinin arasına alarak “O ne biçim söz kızım, bir daha
duymayayım ağzından. Maşallah daha elim ayağım tutuyor, bazen sen bazen de ben
hazırlarım nesi var bunun? Haydi bakalım başlayalım afiyet şeker olsun ikimize
de.” Dedi ve bıraktı elini okşayarak.
“Doktora
gidelim ister misin ha?” dedi Sultan çatalını tabağına koyarken. Merakla
bakıyordu yüzüne Fatma’nın. “Hayır, birkaç gün daha bakayım olmazsa gideriz.”
Dedi dalgın dalgın tabağına bakarak…
Veysel
işe başladı sevinç ve heyecanla. Yarım saat geçti geçmedi idareden çağrıldığı
bildirildi kendisine. Yanına gelen görevli kulağına eğilerek “İdareden
çağrılıyorsun Veysel Usta” dedi. “Usta” kelimesine inanamadı önce yanlış
duyduğunu düşündü ama söyleyen delikanlı çoktan ayrılmış gitmişti bile
yanından. O kıpırdanmaya kalmadan atölye kapısının yanındaydı. Makinasını
durdurdu ve arkasından koşturdu yetişmek için ama boşunaydı. İdareden
çağrılmasının sebebini düşünmeye çalıştı giderken. Hazırlıklı olmak istiyordu
her ihtimale karşı. İşine son verebilirlerdi de. Bu kadar yıl sonra ilk defa
kaza yapmış göze batmış olabilirdi.
dokuma |
Kapıyı
tıklattı iki defa işaret parmağını bükerek. “Giir” dedi içeriden bir ses ve
kapıyı yavaşça açtı girdi içeriye. Evrak
kayıt işlerine bakan genç bir kızla baş ustası oturuyordu içeride. “Günaydın
ustam” dedi biraz öne esneyerek. “Günaydın Veysel usta, gel bakalım otur şöyle.
Kızım bize iki bol şekerli kahve söylesene” dedi kıza bakarak.
Veysel
şaşkınlığını gizleyemiyordu. Kızardı, bozardı dili damağına yapıştı konuşmaya
zorlanıyordu. Hala inanamıyordu duyduğuna. “Yanlış duymadım değil mi baş ustam?
Usta dediniz bana?” dedi kekeleyerek ve alnını silerek elinin tersiyle. “Doğru
duydun Veysel usta, artık bugünden sonra senin kısmın ustası sensin ve oradaki
işler senden sorulacak. Şikâyet istemiyorum ne idareden ne de çalışanlardan.
Bir sıkıntın olduğunda direk bana geleceksin sorunları birlikte çözeceğiz.
Kavga dövüş olmayacak. Ne de olsa herkes evine bir lokma ekmek götürmek için
çalışıyor, kalp kırılsın istemeyiz Ustam, öyle değil mi sence de?” dedi baş
usta Veysel’in gözlerinin içine şefkatle ve kendinden emin olduğunu
anlatırcasına bakarak…
Kahveleri
geldi, önlerine koyuldu mavi önlüklü garson tarafında. Baş usta aldı kahvesini
ve yudumladı Veysel’e bakarak. Veysel’in elleri titriyordu heyecandan. Kahve
fincanının sapından tuttuğunda daha da iyi anlamıştı ellerinin titriyor
olduğunu. Dökülecek diye korktu bir süre dokunmadı kahveye…
Baş
ustası bitirmişti kahvesini. Bir anda cesaretini toplayıp yapıştı fincanın
sapına ve ağzına götürdü fincanı. Biraz da ılıklaşmış olan kahveden yudum aldı
ama yarılanmıştı fincan. Nefes aldı derince. Kalbi de hızlı hızlı çarpıyordu bu
arada. Bir cesaret daha, bitirdi kahvesini ve fincanı tabağına koydu tık tık
sesleriyle.
“Seni
tekrar kutlarım Veysel usta, hayırlı uğurlu olsun; Allah utandırmasın” dedi
ayağa kalkıp Veysel’in omuzuna sağ eliyle iki defa hafifçe vurarak. Veysel baş
ustasının sağ elini yakaladı iki eliyle ve öpüp alnına değdirdi. “Allah razı
olsun baş ustam, göreceksiniz sizi utandırmayacağım hiç. Elimden gelenin en
iyisini yapacağım. Sağ olun.” Dedi sesi titreyerek. Kapıya doğru yöneldi
birden. “Haydi göreyim seni aslanım” dedi arkasından Baş usta.
Veysel’in
dünyası değişmişti bir anda, ayakları yerden kesildi sanki, havada yüzerek
gidiyordu geriye; ayaklarını hissetmez oldu, yerin sertliğini hissetmeden
bulutlar üstünde yaklaştı atölye kapısına. Atölye kapısının önünde dikildi birkaç
dakika ve derin derin nefesler alıp verdikten sonra üstünü başını düzeltti ve
adımını attı içeriye.
Tezgahlar
arasında ilerlerken başı ve vücudu daha da dikleşmiş, kendinden emin adımlarla
ilerledi çalıştığı makinaya doğru. Şöyle etrafa göz gezdirdi; ben artık
ustanızım demek istiyordu hal ve hareketleriyle. Karşısında duvar kenarında
çalışan Yusuf’un dikkatini çekti hareketleri. Bir haller var bizim Veysel de
ama, dur bakalım anlarız nasılsa diye geçirdi içinden ve tekrar makinasıyla
ilgilenmeye başladı. Arayı iple çekiyordu merak ettiği şeyi öğrenmek için…
Baş usta
daldı içeriye aradan sonra. Etrafına bakınarak yürüyordu ileriye doğru. Veysel’in
yanına geldiğinde daha ileriye geçmedi ve sağ elini omuzuna atarak: “Arkadaşlar,
arkadaşlar, beni dinler misiniz bir dakika. Sizlere bildirmek istediğim bir
haber var. Bugünden sonra Veysel arkadaşınız bu kısmın ustalığına terfi
etmiştir. Kendisine hayırlı ve uğurlu olsun. Gene eskisi gibi el birliğiyle
çalışacağınıza ve birbirinizi kırmayacağınıza eminim. Veysel usta azimli ve iyi
niyetli bir arkadaşımızdır tıpkı sizler gibi. Fakat bu bir yarıştır. Bugün
Veysel arkadaşınızaysa yarın da size olacaktır. Burası hepimize aittir. Bunu hiç
unutmayın. Hepinize teşekkür ederim. Kolay gelsin.” Diyerek Veysel’le tokalaşıp
ayrıldı atölyeden.
Baş usta
çıkar çıkmaz makine seslerinin uğultusuna insanların uğultusu da eklendi bir
süre. Bütün gözler Veysel’e dikilmişti bir anda. 30 kişi çalışıyordu aynı
birimde. Veysel gururla bakındı çevreye, insanlara bir şey dese miydi demese miydi
bir türlü karar verememişti. Sonunda kararını verdi ve bir süre beklemek daha
iyi olacaktı kendisi için. Hem kendisi durumu hazmedecek alışacaktı hem de
heyecanı yatışmalıydı bir süre. Sonuç itibariyle kendisi de diğerleri gibi bir
çalışandı…
06-04-2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.