Az Acılı Edebiyat
Zengin
edebiyatı var mı acaba? Diye düşünüyordu Zafer. Doğru dürüst zengin edebiyatı
yazısı okumamıştı hiç ömründe. Belki de kendisine rast gelmediğini düşünürken
başı istemsiz olarak sağa doğru döndüğünde gökdelenleri gördü. “işte, bütün
yazdıkları, yazabildikleri gökdelenler. Onları da başkaları yazıyor aslında.
Yalnızca zenginlerin parası çalışıyor, kendileri pek çalışmayı sevmezler.
Çalışmak dedimse hırsızlık yapmazlar demedim. Tek çalışmaları hırsızlık
yaparken çalışırlar. Bir de öncesinde kafa yorarlar nasıl çalacaklarını
planlamak için.
Edebiyat
deyince neden acılar aklına geliyor insanın? Yazılıp çizilenler hep de acılarla
karışık sevinçleri anlatıyor. Ne yalnızca sevinç ne de yalnızca acı tek başına
tat vermiyor. Ortaya az acılı kebap siparişi verir gibi edebiyat. Bütün
siparişler acılı, bazıları çok acılı bazılarıysa mayhoş. Belki de insanların
çoğunluğu az acılı istediği içindir olamaz mı?
Bir zamanlar
“arabesk” diye adlandırılan bir müzik türü vardı. Her yerde bangır bangır
bağırıyordu radyolar, kasetler, plaklar vb. şehir hatlarındaki minibüsler de
ayrılmıştı arabesk sanatçılarına göre. Orhancılar, Müslümcüler, Ferdiciler
diye. Kadın sanatçılar da vardı. Sanatçı dedimse de siz aldırmayın. Öylesine
söylenen bir sözdür işte.
Yanık sesler
her zaman ön planda kalırdı o zamanlar. Ağlıyorlardı daima. Zift gibi
simsiyahtı çoğunlukla ağızlarından dökülen kelimeler. Aldı başını gitti bir
süre. Sonradan mı ne oldu? Pek fazla bir şey olduğunu söyleyemem, alev gibi
söndü bitti.
Edebiyatı
olmayan yaşamdır zenginlik. Zengin yaşamının edebiyatı yoktur demeyi daha
yakıştırıyordu Zafer. Dünya klasiklerine bakıldığında da aynı şeyler görünüyor
sanki. Dünyadaki kıtaların çoğunun durumu aynı yollardan geçmekteler ya da
geçmişler ancak bazıları kendi edebiyatlarını yaratabilmişler. Çoğundan hiç
eser yok.
Neden hiç
acısız roman, hikâye yazılmıyor? Belki de bir yere kadar okunduktan sonra
sıkmaya başlıyordur okurları. Yayıncılar ve yazanlar da bu yüzden yazmıyorlar
anlaşılan. Düşünsenize iki parmak kalınlığındaki bir roman içinde hiç de acı
bir ifade yok. Peki, böyle bir yaşam var mıdır? Hayatında hiç acı, üzüntü
yaşamayan bir insan bulunabilir mi bu dünyada? “Bence bulunamaz” diye mırıldandı
zafer gülümseyerek. Dudaklarını büzdü sonra da. Ekşi bir tat oluştu ağzında
birden. Acısız hayat yaşanmaya değen bir hayat olmadığından mutlaka acısı gizli
de olsa insanların satın aldığı yaşam paketlerinde gizli de olsa bulunuyor
anlaşılan. Kimse de farkına varmadığından alıp kullanmaya başlıyor kendi yaşam
paketini. Ne çıkarsa bahtına!
Âşık olanlar
bilirler işin rengini. Aşkın panzehiri yoktur, bu güne kadar icat olmamış ama
intikamı da oldukça meşhurdur hani; aşk adamı vezir de eder rezil de, belki de
prens, prenses de yapar; şansına artık, ne çıkarsa bahtıma diyeceksin. Herkes
öyle der çünkü.
Aşklar çeşit
çeşittir. Az acılısı, bol baharatlısı, mayhoşu vardır, aroması da vardır kişiye
göre değişir. Itırlı bir çiçeğe benzer, buram buramdır her daim. Hele sabahları
bir başkadır kokusu. İnsan hiç ölmeyecekmiş gibi hisseder gerçek olursa.
Yapmacık olduğundaysa anladığı anda ölmeye başlar ölümcüldür.
Âşıklar
edebiyatı da vardır, bolca değildir ama yine de vardır. Çok eskilerden kalmadır
yalnız, yenileri yazılmadığı için. Örneğin arzu ile kamber, Leyla ile mecnun
gibi. Hep kavuşamayanların aşkı dillere destan olup bu günlere kadar yaşamışlar
ve yaşayacaklardır da.
Fakir
aşkları daha başkadır, zengin aşklarıysa daha başka. Hiç benzemez birbirlerine.
Biri yanar söner, diğeri bir yastıkta biter. Neyse, herkesin aşkı kendisine
diyelim de fazla laga luga yapmayalım bari.
Aşk kaç
çeşittir kafa yoranlar oldu mu acaba? Bazen arada laf edilir ya hani, platonik
aşk, hakiki aşk, ölümcül aşk, merhem aşk, dirhem aşk, aşk sanılan aşk. Hepsi de
birbirinden ilginçtir.
Gerçek aşk
insanların elini ayağına dolaştırır, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi olur,
ölümsüzmüş gibi hissettirir. İki insan tek yürektir ve bir yürekte atarlar.
Ayrıları gayrıları olmaz. Vücut da tektir. Aynı yöne bakar, aynı kokuyu
hisseder, aynı tadı alır, aynı yöne gider. Dünyayı kucaklar o tek vücut.
Bir de şu
merhem aşk vardır, hani yaranın üzerine sürülür bir süre; yara kapanıncaya
kadar. Yara kapanınca da atılır bir köşeye merhem. Yara iyileşmiştir ama iz
kalmıştır ten üzerinde. İşte aynı şeyi yapar merhem aşk da. Tek taraflı ve kısa
ömürlüdür. Her zaman aynı merhem kullanılmaz, ince bir ayrıntıdır, özenle
seçilir.
Aşkta da
fakir zengin vardır, edebiyatta da. Ya fakir oğlan zengin kız ya da fakir kız
zengin oğlan. Yalnızca fakirin edebiyatı vardır ama yalnız zengin edebiyatı
yazılmazsa eğer bu zamandan sonra, yoktur. Bu fakir, zengin birlikteliği bir
tür çeşnidir adeta, yemeğe tat verir. Daha doğrusu verirmiş gibi gösterilir.
Ne fakir
zengine tat verir ne de zengin fakire. Her biri kendi yolunun yolcusudurlar.
Kimse heveslenmesin çünkü bedelsiz bir şey yoktur bu dünyada. Gerçek dünya işte
budur. Hoş geldiniz öyleyse gerçek dünyaya.
Edebiyat "edep" kelimesinden türemiştir."Edep" yoksa...Neyin edebiyatını yapsak boş...İster zengin ister fakir...
YanıtlaSilİşte bu su kadar berrak açıklamaya şapka çıkartılır doğrusu. Çok teşekkür ederim; yazının tamamından fazla zenginleştirdiniz anlamı. Yüreğinize sağlık. :)
SilZenginler günlük hayatta çekilmiyor bir de edebiyatta hiç çekilmez sanki. :) Hani 18'ine yeni girmiş haftada bilmem kaç bin dolar harcıyorum diyen Aleyna Tilki çok dertliyim deyince kimsenin dikkate alası gelmiyor ya, sanırım öyle bir şey. :) Herkesin derdi var da karşılaştırınca bu kadar farklı hayatlar görmek ister miyiz bilmiyorum. :)
YanıtlaSilHaklısınız. "Dert çoooook, dermaaaan yooook" deniyor ya, dertler ortak değil bu toplumda, hiç de olmamış zaten. Bu yüzden de herkes başkasını seyrediyor "aman, aman" diyerek. :)
Sildünyada her şey karşıtıyla var.mutluluğun karşısında ise daima üzüntü yeis vardır.özellikle sanatçılar karşıtlığı anlatmayı daha çok severler zira asıl ilhamı bu durum verir.ister edebiyat olsun ister heykel yada tiyatro....
YanıtlaSilKatılıyorum sizin nazik ve bir o kadar da berrak olan ifadelerinize.
Sil