Emevi, Abbasi Karışımı Kafalar
Evet, kafamda dolanıp duranlarla
neredeyse birebir örtüşen ilgili araştırma sonuçları, çok şeyi net bir şekilde
açıklıyor kendi başına. 1979’da köyü ve köylülüğü görenler olmuş zaten. Elbette
başka görenler de var. Üstelik bu araştırma genellikle 1975-79 arasında
yayınlanan mahalli ve genel gazeteler taranarak ve verileri tekrar elden
geçirilip analiz ederek bulunabilenler. Daha başka yapılan araştırmalar da var
mutlaka ama kimsenin ne duyduğu var ne de kulak kabarttığı yok. Herkes kendi
dünyasında geziniyor, kesinlikle başkalarının sınırlarını aşmak gibi bir iyi
niyet yok bana göre.
Köylü yine köylü, tıpkı Osmanlı’da
olduğu gibi, yarı aç yarı tok halde ölekez bir durumda yaşam savaşı verir
halde. Şimdi de gecekonduya kavuşabilen çok şanslı hale geliyor. Gecekondu
sadece bize has bir tabirdir biliyor musunuz? Eş dost bir araya gelip
yardımlaşarak boş bulduğu şehir merkezi dışındaki herhangi bir araziye bir gece
içinde yapılan evlerdir; adını yapılış tarzından alır. Avrupa’da veya Dünyanın
diğer ülkelerinde “Teneke ev” diye adlandırılıyor bu tür evler. Nitelik olarak
bizden farklılar, teneke barakalar halinde yapılmışlar.
Yukarıda alıntılarda da görüleceği
üzere toplumda kimlik sorunu var ve bu kimlik bir türlü bulunamıyor. Gitgide
fakirleşip yoksullaşan insanlar isyan halinde kendilerine umut vadeden her şeye
veya her yere koşuyor adeta. Ölüm-kalım da koşulanlar arasında yer alıyor.
Memleketin bu haliyle kişilik
yapısını geliştirememiş olması ve daima da geliştirmesinin önüne geçilme çabası
güya uygarlığın sembolü olan gelişmiş kentlerimizin yapılarının yükselmesiyle
ölçülür hale getirmiş. “İçi beni yakar, dışı seni” hikâyesine benzer bir durum
ortaya çıkıyor, adeta sözün ispatı oluyorlar.
Dolayısıyla kendini bulamayan kentler
ve içinde her ne kesimden olursa olsun kendi kimliğini bulamayan insanlar
topluluğuna ev sahipliği yapıyorlar. Her ne kesimden olursa olsun derken kast
ettiğim şey, zengin, fakir, eğitimli, eğitimsiz ne tür isimlendirilirse
isimlensin birbirinden kimlik olarak çok fazla farkı yok. Fark dış görünüşte
sadece, kafanın içinde hepsi birbirine benzerler üç aşağı beş yukarı. Birileri
köyden gelip fakülte bitirip mühendis, doktor, profesör, vb. olmuş ama
kafasının içindekiler çocukluğunda kazınan tabularla dolu ve bir türlü uygarlığa
kapı aralayaman bir haldedirler. Cahil, duyarsız, kimliksiz sadece günü
kurtaran, geleceğe bakamayan, çevresini ve dünyayı takip edemeyen bir tür köle
toplumu adeta. Yoksullar zenginlerin kölesi, aydınlar da keza, zenginler ise
Batı ve Amerika’nın köleleri. Hiç de farkında değiller bunun. Modaya uymuşlar
gidiyorlar o kadar.
NATO, Avrupa topluluğu, Birleşmiş
Milletler, Marşal yardımı… Hepsi de egemenlik uğruna oluşturulan ve dayatılan
kurumlar. Birey olamayan insanların oluşturduğu modern köle toplumunun apaçık
göstergeleri, apaçık kendini tüketimde gösteriyor. Reklamlarla pompalanan ne
varsa saldırıyor köleler ve kendilerini avutuyorlar kılık, kıyafet, araba ve
evleriyle. Gösteriş almış başını gidiyor. Atatürk’ün bahsettiği Ulus olmaktan,
milli olmaktan o kadar uzaktayız ki, “Ulus” olmanın ırkçılıkla eşit görüldüğü
bir zamandayız. Cehalet insanı ne hallere getiriyor!
Daha da uzatmayacağım artık. Bundan
sonrası “Aydın Havası” olacak. “Ne olacak bu memleketin hali?” sorusunun
cevabını arıyordum ya, ne yazık ki buldum, çok memnun olmasam da ne yazık ki
durum ortada. Zaman makinasını geriye sardık 1700’lü yıllara gideceğiz. Hızla
yol alıyoruz. Bu durumdan –iktidardan- kurtulunsa dahi 700’lü yıllardan bu
tarafa kapanmaya yüz tutarak mührelenen yaralar tekrar kanamaya başladılar.
Bunun tamiri için en iyi niyetlerle ve çabalarla ufak tefek kayıplarla 200 yıl
sonra kendimizi toparlayabileceğiz. Bu da şu demek oluyor. Avrupa nasıl
geçmişinde asırlarca din ve tarikat savaşları sürdürmüş ve kurtulabilmişse aynı
yolu biz Emevi ve Abbasi dönemlerinde yaşamış olmamıza rağmen hala kurtulabilmiş
değiliz anlaşılan ve yürüyeceğiz, tek farkla; Atatürk’ü anlamaya ve O’nun
yaptıklarını geliştirip üzerine yeni şeyler koyabilirsek 200 yıl daha erkene
alınabilir aksi haliyle güle güle Türkiye. Tıpkı Osmanlı’nın bölündüğü gibi
milliyetçi akımların törpülenmesiyle fay hatları tamamen ayrılmasıyla kopacağız
birbirimizden. Kala kala belki Ege kalabilir elde. Kolay mı? Evet, projeksiyona
göre kolaylaştırılıyor zaten. Dolayısıyla çok kolay olacak gelecek 50 yıl
içinde.
Emeviler dâhil Abbasi dönemlerinin
çılgınca devam eden birbirine olan düşmanlığı yüzünden Ortadoğu 400-500 yıl,
binli yıllara gelinceye kadar sürekli savaşlar devam edegelmiştir. Emevi dönemi
tam bir eşkıya dönemi olmuş ve Bedevi’lerin Müslümanlık yoluyla din adına savaş
ve talan ganimeti amacıyla göçerliklerinden bir nebze de olsa kurtarılmış işgal
ettikleri yerlerin gelişiminden etkilenerek düzene ayak uydurmaya, girmeye
başlamışlardır.
Müslümanlık inanışındaki savaşlar
Emevi ve Abbasi sülaleleri arasında epeyce devam etmesi ayakta kalmalarını
zorlaştırmıştır. İşte yirmi birinci yüzyıla girerken dahi Emevi ve Abbasi
izleri hala kendisini devam ettirmektedir İslamiyet ve Osmanlılık adı altında.
Emevi ve Abbasi Arap sülaleleridir. Arapların diğer insanlardan üstün olduğuna
inanırlar. Özellikle Emevi çok geri kalmış ilkel çöl bedeviliği yaşamı süren bir
dönemdir.
İçinde bulunduğumuz yüzyılda hala birçok
insanın kafası Emevi ve Abbasi aklının karışımından ibaret, dışları Batı
görünümlüdür. Çelişki de buradadır zaten. Ya kafalar değişmeli ya da kılık,
kıyafetler. Özellikle Osmanlı ile geçmişin izleri –Emevi, Abbasi dönemi- yirminci
yüzyıla taşınmıştır.
Tek çare, toplumun fertlerinin
düşünsel ve analiz edebilen bireyler olarak yetiştirilmesidir. Yiyecek, içecek,
kılık, kıyafetten çok daha hayatidir iyi eğitim, çağdaş eğitim, bilimin
rehberliği.
23.11.18- Halil Gönül
Son.Başlangıca Dön...
Görsel: Google Görseller
Kesinlikle çağdaş eğitim ve bilim
YanıtlaSilEvet. :)
SilÇağdaş eğitim seferberliği başlatmalıyız.
YanıtlaSilbelki elli yıl sonra. çok geç artık bu zamanda.
Sil