Perşembe, Aralık 08, 2016

RECEP’İN BÜYÜME ÇABASI

                                                            RECEP’İN BÜYÜME ÇABASI
"Kardeş"
            Bizim evde mi bu kadar iş var yoksa her evde mi aynı? Merak ederim bazen. Kahvenin önünde sürekli birileri olur oturan, ancak yaşlılardır genellikle benim gördüklerim. İşlerden elini eteğini çekmiş veya çekmek üzeredirler.
   Şöyle dolu dolu bir günüm kendime ait olmadı hiç, mutlaka bir iş yapılır, erken biterse zamanım olur ve kendime göre değerlendiririm o zamanı da akşam karanlığına kadar. Bu durumda da akşam yemeğine mutlaka gelmem gereklidir. Gelmezsem kesin aç uyurum, bazen anamdan bir şeyler aşırdığım olur canım. Babama bir şey diyemem o konuda.
            Bu gün hafta sonunun ilk günü yani cumartesi ve okul yok ama iş var. Babam kendine göre işlerini yapacak yalnız, ben de derslerimle ilgili ödev ve çalışmalarımı bitireceğim öğleye kadar; öğleden sonra da bahçeye gideceğiz, sebze ve meyvelerden ne kaldıysa geriye, toplayıp geleceğiz babamla. Domateslerin gökleri kalmıştır, onlarda fazla değildir zaten, biber, darı, fasulye,.. Bizi asıl uğraştıracak olan patates olduğunu düşünüyorum; epeyce zaman oldu gitmeyeli bahçeye. Patates ekili olan yerin tamamı bel ile sökülecek ve tek tek ayıklanacak köklerden; eziyetli iş vesselam. Havalar oldukça serin buralarda ve toprak ıslak, insanın tırnak dipleri soyuluyor sürekli toprağın arasından patates seçerken, bu da benim canımı çok yakıyordu iyileşinceye kadar. Daha önceleri de yapmıştık aynı işleri. Patates işi gözümde büyüyordu sürekli, hele bir de öğleden sonra gitmek yok mu; iyice canımı sıkıyordu. Ne vardı sanki sabah gidilseydi, hava da güneşlik sıcak olurdu öğleden sonraya göre. Bazen bu babam da yanlış yapıyor ya! Hafife alıyor işi. Olan da bana oluyor. Kendi kendime hayıflanmaya başlamıştım, fark ettiğimde hemen toparladım kafamı, oğlum kime kafa tutuyorsun sen? Dedim içimden kendi kendime.
             Ödevlerimi bitirdim. Merdiven başına çıkıp kazma, kürek saplarını değiştiren babama “Baba, yarın erken gitsek olmaz mı bahçeye?  Patatesi bitirebilir miyiz ikimiz, anam ve recep de gelse nasıl olur?” dedim tereddüt ederek. Sesim titremişti söylerken. “oğlum, ödevlerin bitmediyse sen kal, ben giderim; yapabildiğim kadar yapar gelirim. İllaki bitecek diye bir şey yok. Ananın işleri var.” dedi kararlı bir ses tonuyla. Bir an açık bıraktığı kapıdan içeri girse miydim? Ödevlerimi bitiremedim desem mi? Ya anlarsa, belki de yol koşmuştur bana, yalan söyleyip söylemeyeceğimi anlamak için. Dedim ya her şeyi biliyor ya! Yok, yok en iyisi yalan söylememek, neme lazım. Bir süre hesap kitap yaptıktan sonra kararımı verdim “Baba ödevlerim bitti” dedim. Sesim gür çıkmıştı kendimden emindim, o da anlayıverdi hemen. “Sen bir şeyler olacaksın ya bilmiyorum gari!..”
         Merdiven basamağına ayaklarımı sallayıp oturdum babamı seyrettim bir süre. Balta, kazma, kürekleri topladı, kucaklayıp ahır kapısının yanına koydu hepsini. “Ben de hazırım paşam” dedi babam başını yukarı kaldırıp bana gülümseyerek. “Acıkır mısın, ekmek alalım mı yanımıza?” dedi. “Ütme üter miyiz orada?” dedim; darıların kalanlarından ateşte közlemek geçti aklımdan. Çok nefis olurdu hem ısınırdık, hem de sıcak sıcak darı ütmesi yerdik. “Recep’in sesi duyulmadı bu gün pek, sahi o nerede; haydi bul onu da götürelim o zaman” dedi bana. Darı közleme işi olacaktı demek ki. Oğlucuğu ne de olsa, onsuz geçmiyordu boğazından. Karısına getiriverirdi birkaç tane, soğumuş olsa bile ısıtır yerdi nasılsa. Hemen lastik çizmelerimi geçirdim ayağıma, çamur olabilirdi bahçenin çukur yerleri. Bir daha geri eve çıkmak istemiyordum, Recep’i bulup getirince. Hemen aceleyle indim basamakları, koşturarak dolandım evimizin duvar dibinden, arkaya doğru. Çocuklarla oynuyordur diye. Genellikle çelik çomak, kiremit devirme veya kuyu doldurmaca oynarlardı arkadaşlarıyla kızlı erkekli. Orada yoktu. Çocuklara sordum. İki erkek arkadaşının ismini söylediler, birlikte gitmişler öğleye yakın. Bütün bildiğim oyun yerlerine baktım yoktu hiç bir yerde. Bazı çocuklar, kıraç tepeye gidecek olduklarını duyduklarını söyledi. Bizim evden üç yüz metre kadar uzakta olan köyün dışında bir meşelik kıraç arazidir. Karaçalı, bodur ağaçlar vardır. Saklambaç oynamaya giderdik bazen biz de arkadaşlarla. Ovadaki tüm köyler ve kasaba rahat görünüyor oranın ucundan. Geniş düzlük bir alandır aslında ama ilerledikçe uçurumlar başlar. Bir zamanlar gençler futbol sahası yapmak için muhtardan izin istemişti orası için. Olmadı sonra, ormanınmış yer ve orman izin vermemiş. Muhtar çağırıp izah etmişti gençlere küskünlük olmasın diye.
          Daha küçükken keçilerimizi otlatmaya gitmiştim oraya, yanımda şemsiye de vardı. Bir anda bir yağmur, arkasından rüzgâr çıkmıştı ne olduğunu anlayamadan ayaklarım yerden kesilivermişti şemsiyeyi açar açmaz ve ters dönmüştü. Ters dönse de beni uçurumun kenarına kadar sürüklemişti en sonunda bıraktım elimden de öylece kurtulmuştum uçuruma yuvarlanmaktan. Oradan hep korkmuşumdur o olaydan beri. İçime bir korku girdi gene. Kavga falan ederlerse bunlar, birbirlerini itiverirlerse, ne de olsa çocuk aklı. Beşer altışar yaşında çocuklar. Oyun diye kaktırıverir uçurumun kıyısında, ayağı tökezler; paldır güldür aşağı. Topla toplayabilirsen Recep’i! Tüylerim diken diken oldu birden, üşümüş gibi silkelendi bütün vücudum.
"Sütleğen"
           Hemen gelip babama söyledim oraya gitmeyi düşündüklerini ve ben de oraya bakmaya gideceğimi söyledim hızlıca ve koşturarak yola indim, köy içinden yol boyu koşturdum. Bazı evlerde kocaman köpekler olurdu, çoban köpekleri; korkuyordum onlardan. Etrafıma bakınarak koşturuyordum, sopa da almamıştım yanıma telaştan. Daha erken olduğu için insanlar gelip gidiyor neyse ki. Köyü çıkıp en son evi geçtikten sonra ekili tarladan geçip tepedeki düzlüğe kadar biraz eğim var, çıktım mı hepsini görürüm. Nefes nefese kaldım çıkıncaya kadar. Ortalıkta kimseler yok, in cin top oynuyor. Bağırdım iki üç defa avazım çıktığı kadar, ses seda gelmedi hiç. Etrafı dolaştım uçlara kadar koşturmaca, hem bağırıyor hem d e koşturuyordu alabildiğine. Yok, yok oğlu yok yok! Umudum kalmadı döndüm geriye. Babam evin önünde yoktu. Birkaç saat geçmişti Recep’i ararken belki de geç oldu diye vazgeçip kahveye gitmiştir diye düşündüm önce. Eve çıkmaya karar verdim, belki evdedir diye. Aşağıdan bağırsam “baba” diye olmayacaktı, ayıp gibi gelmişti bağırmak. Koşturmaca ikişer basamak atlayarak çıktım yukarıya. Babamın ayakkabıları kapının önündeydi, Recep’inkiler de oradaydı. Demek ki içeride köşedeler diye düşünüp odadan içeriye girdim tahtalıktan. Tahtalık teras gibi kullanılır. İçeriye girince herkes Recep’in başındaydı. Recep ayakta, pantolonu ve külotu ayak bileklerine kadar inik halde mızmızlanıp duruyordu. Bazen canı yanıyor gibi bağırıyordu. Yanlarına varınca anladım vaziyeti ve kızgınlığımı da unuttum.
            Bizim Recep’in pipisi şişmiş iyice ve biraz da morarma var. Çişini yapamıyor. Çıkan çiş çıktığı yeri yakıp kavuruyor ve bas bas bağırıyor o zamanda hemen kesiyor çişini. Kasıkları da ağrıyor tabii ki. Robot gibi ayakta duruyor. Nefes almasında bile basınç oluşuyor, yavaş yavaş konuşmaya devam ediyor anlatırken.
           Hemen benden önce gelmiş o da eve. Babam bolca zeytinyağı sürdü pipisinin her yanına. Kasıklarına da sürdü. Yumuşatırmış zeytinyağı ve işemesi kolaylaşırmış. Altındakileri tamamen çıkarttı anam,  göynek giydirdi. Dizlerinin altına kadar iniyordu fistan gibiydi, tek farkı beyaz olmasıydı, basmadan olsaydı vay haline, dalga geçerdim epeyce; fistan giydi diye.
          Zaten dalga geçilecek yeterince malzeme vardı elimde. “oğlum everelim dediysek de hemen evereceğiz demedik ya, ne bu acelen de büyütmek istedin bunu?” demişti babam gülerek ve arkasından da gülmeye devam etmişti başını iki yana sallaya sallaya. Ondan sonra da “giydir artık, kıpırdamasın yerinden” diye de tembihlemişti anamı. Babam ve anam işlerini bitirip Recep’in başından ayrılınca ben yanaştım yanına bu sefer. Meraktaydım. “Abim bu işin sırrı ne, bana da lazım” dedim. Yuttu zokayı. Dışarıya çıkmış olan anamızı kapıda görünce o duymasın diye bana eliyle işaret etti gel gel diye. Yanaştım yanına iyice, kulağımı yanaştırdım ağzına, o kıpırdayamıyordu çünkü. Yastıklar ve minderlerle ona bir yer yapılmıştı, kral tahtından bile rahattı oturduğu yer. Can atmıştım oturmaya yerine. Bir yolunu bulup otururum da sonra. Hele bir ayağa kalksın ilk çişini yapsın şöyle. İşte o zaman yerini kaparım.
            Fısıltıyla konuşuyordu benimle, anam da ocaktaki yemeği karıştırıyordu o anda. “Önce el parmaklarımızı bal arılarına sokturduk üçümüz de” deyince şaşkınlıkla ellerine kaydı gözüm. Dikkat etmemiştim ellerine, herkes pipisine baktığı için ben de pipisinde sorun diye düşünmüştüm. Elleri de bezle sargılıydı ve yağlıydı. Bal arılarını yakalayıp yakalayıp her parmağını sokturmuş ve eli de büyümüş böylece. El hallolunca sıra pipiye gelmiş. “Sütleğen var ya hani” “evet biliyorum” dedim ama aklıma gelivermişti o anda. Anlamıştım durumu ama gene de anlatsın istedim, başımı uzattım tekrar ağzına doğru. “Kıraç tarlasında çoktu sütleğen. Diplerinin az yukarısından kestik bıçakla, sütlerini pipilerimize sürdük, önce az sürdüm ben. Cevcet çok sürdüydü onun pipisi fazla beklemeden büyüdü hemen, hem de kalınlaştı. Cemşit ve ben görünce onu, bolca sürmeye karar verdik ve sürdük. Yarım saat geçmedi ellerimiz ve pipilerimiz büyüdü. Kalktık evlerimize geldik. Ben geldiğimde çişim çok gelmişti, yolda utandım yapamadım eve kadar sabretmiştim. Eve geldiğimde hemen ilk işim çiş yapmak oldu ve daha ilk damla akmadan yandım anam türküsü söylemeye başladım. Çok canım yanıyordu, taa içlerime kadar işliyordu acı. Dayanamadım önce. Hemen kestim çişimi. Bağırtımı duymuş babam, çağırdı çalıştığı yere. Gösterdim ona utanarak. Önce başımı okşar gibi yaptı sonra da kulağımdan tutup ‘yürü yukarıya eşşek sıpası, anasını eşşekler tepesi’ dedi hızlı hızlı çıktı merdiven basamaklarını.
       Dövecek sandım önce elim ayağım dolaştı birbirine. Daha ben bir şey söylemeden anladı herhalde durumu. ‘hemen indir şunları aşağı’ dedi pantolonun kemerine yapıştı ve çözüp hart diye indiriverdi ne varsa. Utandım, korkum da devam ediyordu o anda. Neyse tokat yemedim, yağladı pipimi canımı fazla yakmadan. Tam da o zaman geldin sen de” dedi gülümsüyordu. “sahiden sen de mi yapacaksın abi?” dedi merakla. “Neyse evlenmekten vazgeçtim ben, okumaya karar verdim, ihtiyaç kalmadı şimdilik. O zamana kadar da büyür nasılsa” dedim yan çizdim işten. “Valla Abi, çok acıyor yaaa!” dedi yüzünü buruşturarak.
            Aramaktan çok yorulmuş olduğum için kızgınlığım vardı ama geldiğimde, halini görünce unuttum birden her şeyi; canım acımaya başladı üstelik. Durumuna üzülmüştüm. Önemli bir şey olursa diye aklımdan geçiyordu ara sıra ama babam bakmıştı nasılsa ve gereğini yapmıştı. O da düşünmüştür herhalde. Uzak muzak da olsa önemli bir şey olacak olsa hiç paraya falan acımaz doktora götürürdü şehire. Böyle düşününce rahatladım biraz. Ben de yanına oturdum, şakalar yapmaya başladım dikkatini dağıtmak için. Komik fıkralar anlatıverdim bir süre.
            “Sahi! Kimi alacaksın? Senin salla Saniye’yi mi alacaksın yoksa?” dedim gülümseyerek. “Ben vazgeçtim onu almaktan, çok yalan söylüyormuş yeni fark ettim” dedi ciddi ciddi. Yalan söylediğini anlayınca “Salla Saniye” koymuş kızın lakabını. Çok salladığı için palavraları. Ondan sonra da arkadaşları arasında salla saniye aşağı, salla saniye yukarı. İlgi hoşuna da gidiyor yumruk kadar kızın, palavra üretmeye daha fazla gayret etmeye başladı bir süreden beri. Kimse şikâyetçi değil yani, bizim Recep’ten başka. Recep evlenmeye kararlıydı bir ay öncesine kadar Saniye’yle. Nasıl olmuşsa yalan söylediğini fark etmiş, cin gibi kerata. Birden vazgeçti evlenmekten ve eskisi gibi beraber de oynamıyorlar artık. Oyun gurupları bile değişti kızın. Başka arkadaşlar buldu kendine. Arada bir bizim eve gelse de öylesine oynuyor Recep onunla. Kırmak da istemiyor aslında,  nezaketle hallediyor işi. Oynamak canı istemezse oyun esnasında, ya karnım acıktı diye bahane ediyor ya da bakkal gideceğim diye ekiyor kızcağızı. Saniye de çok sevimli kız aslında, dört yaşında vıcır vıcır hiç durmaz yerinde. Hep konuşur, bir şeyler anlatır ya da sorar. Recep’in hiç bir dediğine itiraz etmiyor yalnız. Recep’in bu durumunu duyarsa salla Saniye’si vay haline Recep’in. Bütün köy duyar alimallah.
            Babam aşağıdaki bütün işlerini bitirip çıkıp geldi yukarıya. Ellerini, yüzünü ve ayaklarını yıkadı, odaya yanımıza geldi. Kapıdan girip birkaç adım attı Recep’e baktı önce. Kafasını iki yana salladı gene başladı gülmeye. Ocağın diğer başına geçti yönü bize dönük bağdaş kurup oturdu minder üzerine. “Vakit geç oldu artık bahçe için, daha sonra gidelim, belki yarın gideriz, bu kerata daha iyi olursa eğer” dedi babam bana baktı. Ben de gözlerimi yumuşturdum, olur diye.

            Akşam yemek vakti çabuk gelmişti, Recep’in şamatalıklarından. Oturduğu yerden kıpırdatmadılar, kaşıkla ağzına tutuverdim biraz, biraz da anası tutuverdi. “Oh ne ala, rahatı beyde paşada yok bu ara, herkes hizmetinde paşanın” babam “ben kahveye gidiyorum” dedi kalktı gitti yemekten sonra. Biz biraz daha oturduktan sonra yattık. Koşturmak beni oldukça etkilemiş, hemen uyuyup kalmışım zaten.

Halil GÖNÜL /Aydın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.