Kafamın içindekileri
dizeleyemiyorum. Başladığım yazı içine giriveriyorlar bir anda ve ben engel
olmuyorum çünkü çıksınlar istiyorum; biraz da olsa yer açılsın, kalanları da
bir sıraya koyabileyim istiyorum.
Bazen planlıyorum, önceden düşünüp
planlıyorum; ancak planladığım gibi gitmiyor çoğu zaman. Kendimi yorgun
hissediyorum, dönüp tekrar baktığımda onları değiştirecek gücü bulamıyorum
kendimde. Bir süre -ne kadar geçeceğini kestiremiyorum- geçerse belki de daha
planlı ve detaylı işlenilen yazılar yazabilirim diye düşünerek. Çalakalem
içimden geldiği gibi ve geldikleri anda, istediğim zaman yazmaya çalışıyorum.
Yazma işi çok farklı bir iş. İlk
araştırmamda anladım bunu. Her kelimenin çok şey anlattığını ve bu seçimi de
yazanın yapması gerektiğini öğrendim. Anlatma şekli, anlatanın duruşu önemli.
Yaşar Kemal’in dediği gibi “Yazmak değil, yaşamak” önemli olan; yazarken
yaşamak. “Yazmıyorum, yaşıyorum” demiş bir zamanlar Usta. Yazdığınız yazıdaki
kahramanlara âşık olduğunuz olur mu hiç? Yaşamak böyle bir şey işte. Yazıda
önemli olanın bu olduğunu fark edince yazma işini becerebileceğime olan inancım
kuvvetlendi ve devam ettirmeye karar verdim.
Benim şimdiki yazma çabam esen rüzgârda
savrulan yaprakların durumuna benziyor, nereden eserse o tarafa savruluyorum
estiği anda. Bu iyi bir şey değil belki ama benim için şimdilik iyi ve gerekli.
Dedim ya kafamın içi biraz boşalması gerekli. Her şey o kadar içiçe ki bir
türlü birini diğerinden koparıp alamıyorum. Her birini de detaylandırıp yazmaya
başlıyor sonunu düşündüğümde yıllar alacakmış gibi geliyor ve
sonlandıramayacağımı düşünüp yılgınlık gösteriyorum. Yılıp bırakmaktansa parça
parça esintiler halinde ortaya dökmek istiyorum. Bir tür emekli meşguliyeti
diyebilirsiniz buna çünkü ben öyle adlandırıyorum durumu.
Birey olarak içinde yaşadığımız
ortam ve bu dünyanın sorunlarından direkt veya dolaylı olarak etkileniyoruz.
Çoğu zaman bu etkileri yoğun yaşayıp etkileniyoruz, yaşamımızda değişiklikler
yapmaya zorunlu kalıyoruz. Bazen sessizce, bazen de sesli olarak yapıyoruz
değişiklikleri ve getirdiği etkileri seslendiriyoruz. Bu seslendirmeleri
kelimelere döküp başkalarının da duymasını sağlıyoruz. “Bilenler bilmeyenlere
öğretsin” örneğinde olduğu gibi “Okuyanlar okumayanlara duyursun ve okumalarını
sağlasın” gibi, sessiz bir dilekte bulunuyoruz sanki.
İşte gene “Yazma” kelimesinden yola
çıktım “Okuma” gelip çattı yolun ortasında. Yazma çabası göstermeye başlamadan
önce de okuyordum ancak, bu çabanın nasıl, neden gibilerini araştırırken farklı
bir şey oldu, okuduklarımı tam olarak anlamadan okuduğumu fark ettim birden; ya
da şüphelenmeye başladım demek daha doğru. Şimdi, yakın geçmiş zamandan beri
daha farklı okuduğumun farkındayım; okurken çabama nasıl hizmet edeceğini de
dikkate alıyorum; yazanın yazdıklarını anlamanın yanında yazanı da anlamaya
başladım. Öncelerinde yazanı anlamadığımı öğrenmiş oldum.
Bana göre okumak değil yazmak
olgunlaştırıyor ama okumak da bu işin -olgunlaşmanın- başlangıcı. İkisi de bir
arada olmak zorunda. Okuduklarımız onları yazanların kafasında kurduğu yaşamlar
ve o yaşamların yazıya dökülmüş hali. Gerçek yaşam değil yani, gerçek yaşamdan
esintilerdir. Esintiler ne kadar derinlerden geliyorsa o derece damıtılmış
oluyorlar, işte o zaman; anlatan da anlatırken damıtarak anlatıyor ve tadı başka
oluyor. Herkes hissediyor mutlaka, bunda kuşku yok. Herkes yazıyor da, ama bir
yerlerde okuduğum gibi farklı kılan; kendine özgü hissetmek ve anlatabilmek. Bu
güne kadar her şey söylenilmiş aslında birileri tarafından, biz de onları tekrar
etmekten başka bir şey yapmıyoruz. İnternet sayfalarında görülenlerden yola
çıkarsak bu durum çok açık. Birilerinin söylediklerini ilk bulan birisi
paylaşıyor, ondan gören başkaları da beğenip paylaşıyor ve yüzlerce hatta
milyonlarca kişi aynı şeyleri dolandırıp duruyorlar. O zaman neden yazıyoruz ki
aynı şeyleri tekrar edeceksek? Madem bizim de söylemek istediğimizi başkası
söylemiş bize de düşen onu beğenip duygularımızı tatmin etmek kalır.
Artık çok nadir yapıyorum ben
beğenme işini. Çok kolay beğenemez oldum belki de. Farklı şeyler söylemek ve
yazmak gerekli ama nasıl? Sorusu herkes gibi beni de meşgul ediyor elbette. Kim
bilir belki de biraz daha çalışırsam, çok çok çalışırsam olur. “İste senin de
olur” dememişler mi? Eğer ben de istemeye devam edersem ve ısrarımı sürdürürsem
hedefe ulaşabilirim umuduyla yollardayım. Ama yollar çok zorlu. Yazdıklarını
yaşayarak yazmak ve yazdıklarında yaşamak çok farklı bir şey, anlamaya başladım
bunu daha şimdiden; yolun başındayken.
Keşke herkes en az birkaç defa yazmayı
denese veya yazmaya ihtiyaç hissetse. Konuşmak değil yazmak önemli. Konuşmak
havada asılı olan şey ve yapması kolay geliyor ama onun zorluğu da var aslında.
Kısaca kolay olan hiç bir şey yok bu dünyada. Bir şey yapmak için çaba, emek ve
enerji gerek.
Şimdilik bir süreliğine saçmalamaya devam edeceğim. Esintileri dikkate alacağım. Sosyoloji, felsefe, biyoloji, teoloji, anı, hikaye... Ne gelirse bahtıma. Korkuyorum da aslında yazmaktan, neden mi? Belki bir gün bu sorunun cevabını da yazarım.
Halil GÖNÜL / Aydın
Şimdilik bir süreliğine saçmalamaya devam edeceğim. Esintileri dikkate alacağım. Sosyoloji, felsefe, biyoloji, teoloji, anı, hikaye... Ne gelirse bahtıma. Korkuyorum da aslında yazmaktan, neden mi? Belki bir gün bu sorunun cevabını da yazarım.
Halil GÖNÜL / Aydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.