Ceza ve Empati
Bazen
hiçbir şey yapmak gelmiyor insanın içinden. Sizlerde de oluyordur mutlaka. Nedenini
düşündüğüm zaman da önemli bir şey bulamıyorum ancak bölük pörçük anılar ve
kırgınlıklar geliveriyor aklıma bir de küskünlükler.
Küskünlükler dedim de: En önemlisi insanın
kendisine küskünlüğü galiba. Kendine küsersen eğer yaşama küsmüş oluyorsun bir
yerde ve hiçbir şeyden haz alamıyorsun. Haz alamayınca da yaşamanın pek fazla
anlamı kalmıyor gibi görünüyor insana.
Yenmek için
çabalayıp duruyor insan kendini. Kendini yenmek öyle kolay bir iş değil; her
şeyini, varını yoğunu, gelmişini, geçmişini sereceksin önüne ve bir bir ele
alacaksın tekrar tekrar. Bir çuval pirincin taşını ayıklamak gibi bir şey. “Pösteki
saymak” deyimi kullanılır çoğu zaman. Duymuşsunuzdur mutlaka. Pösteki: keçi
derisi veya postu. Saymak ise post üzerindeki kılları saymak. Kelime itibariyle
tercümesi böyle. Kavram olarak ise mecazı anlamda kullanılır genellikle. Çıkılmaz
durumlara düşüldüğünde kullanılan bir deyimdir. Çıkmazlara düştüğünde “Pösteki
saymak” gibi denilir.
Çok insan
yaşamının bazı dönemlerinde sayar pöstekiyi ama hiç kimse de bir sayı ya da
sonuç bulamamıştır. Bazen bırakırız pösteki saymayı ve atlayıp geçeriz o
anları. İleriye bakar ileriye doğru adımlarımızı yönlendiririz; her ne kadar
gözlerimiz arkada olsa da. Bir düşünün şimdi, arkaya bakarak öne doğru yürüyen
insan figürünü. Mutlaka bir zaman gittikten sonra bir nesneye çarpacaktır ve
önüne bakmak zorunda kalacaktır ister istemez.
İşte böyle durumlarda şükrederiz halimize; başımıza daha büyük bir
felaket gelmedi ya da uçurumdan aşağı yuvarlanmadık diye.
Ne alaka
diyeceksiniz şimdi, nereden nereye!
“Empati”
kelimesi geldi aklıma. Bir de karanlık ve kapalı ortam-korkusu- fobisi: Nereden
mi aklıma geldi? Anlatayım.
Ben okuduklarından
öğrendiğini yaşamda uygulamaya çalışan, bazen de halt ettiğimi düşündüğüm
biriyim. Oğlum olduğunda bir eğitim seti aldım. Bu set, Amerikan poflarından 7-8 kişilik bir
ekibin yazdığı ve bebeğin ana rahmindeki gelişiminden itibaren gençlik
dönemlerine kadar ele alıyordu. Oğlum 3-4
yaşlarındayken, o set içerisindeki bir bilgiyi kullandım ve uyguladım. Çocuk eğitiminde
cezalandırmayla ilgili bir bölümdü. “Bir dakika kadar kapalı odada tutmak” ile
ilgiliydi. "Suçunu açıklayıp ve suçun karşılığı ceza olarak da bu diyeceksiniz" şeklinde. Ben uyguladım bunu.
Oğlumun o
anları gözümün önünden hiç gitmiyor. Yalvaran gözlerle “Yapma baba” diyordu. Bir
dakika kadar zaman geçtikten sonra açtım kapıyı ve odanın köşesine çökmüş başı önde
bekliyordu. Kucaklayıp aldım hiçbir şey olmamış gibi. Geçtik birlikte salona. Bir
süre durgun ve hareketsiz oturdu boş boş bakınarak.
Aradan zamanlar
geçti. Oğlum gene cıvıl cıvıl hareketli haline döndü. Bu tarz bir ceza ilk defa
vermiştim ve başka da olmadı zaten. Aradan yıllar geçti. Bizim canavar oğlan
bir türlü kendi odasında yalnız kalmıyor olduğu dikkatimi çekmeye başladı. Ana sınıfı
ve ilk okul birde, kendi odasında zaman geçirmiyor doğruca salon ya da oturma
odasına yöneliyor, ders çalışacaksa oralarda çalışıyordu.
Bir gün ne
olduğunu tam hatırlamıyorum ama bir şey oldu odasında kalmakla ilgiliydi durum.
Sanıyorum dersini kendi odasındaki
çalışma masasında çalışmasıyla ilgili olacak, ısrar ettiğimde bana “Baba
korkuyorum” dedi. İşte o zaman zınk dedi beynime durum, bir çivi çakıldı sanki ve başımdan aşağıya bir
kazan kaynar su döküldü. İçim sızladı bir an, başım döndü yani ne varsa
olabilecek oldu bana. Üzüntümü tarif edemem o andaki hissettiklerimden.
Birkaç gün
düşündüm. O kitapları tekrar gözden geçirdim. Sonuçta kendisine açıklamaya
karar verdim. Bir seferlik ve bir
dakikalık bir süre için o odaya kapatılmış olması, çocuğun o odaya girmemesi ve
o odada yalnız kalmaması için yeterli olmuş korkmasına; bu korkunun fobi
olarak yerleşmesine.
Uzun bir zaman
birlikte, odasında zaman geçirdik, odasında çalıştık. Arada bir sofrayı bile
odasında hazırlayıp yemeği orada yedik. Amacım o odayı gündelik yaşanılabilir
yer haline dönüştürmekti. Oldukça uzun
bir zaman devam etti o odada zaman geçirme durumumuz. Gelin görün ki tam olarak
çözmedi korkuyu. Bazen ortaya çıkıyordu.
Bense
eşekliğimi düşünüyor “Nasıl böyle bir eşeklik yaptım ‘Empati’ yapmadan diye
kendime çok kızdım ve hala da bu kızgınlığı ve pişmanlığı taşırım içimde.
Bu olaydan
aldığım ders: Öğrendiğim her şeyi hemen uygulamadan önce, bir zaman üzerinde
düşünüp, empati yapıp neler olabileceği konusunda değerlendirdikten sonra
kısmen uygulama yapmanın doğru olduğu kararına vardım sonuçta. Yazarın veya
yazarların nitelik ve niceliklerine bakmadan “Bilgi” yi değerlendirip, ince
eleyip sık dokuyarak süzgeçten geçirmek gerektiğini öğrenmiş oldum kendimce.
Bu yazıya
başlarken başka şeyler yazmaya zorlarken kendimi; nereden nereye geldim ve
şimdi de açıldım “Arap atı” gibi.
Çizmeye çalıştığım çerçeveyi düşündüğümde: “Empati” kavramının önemini bir daha
düşündüm. Toplum olarak empati kavramını aklımızdan uzaklaştırıyoruz git gide
ve duyarsız bir toplum olma yönünde hızlı adımlarla koşturuyoruz. Adına demokrasi
dediğimiz bir tür çoğunluğun azınlık üzerinde tahakkümünü kabul etmiş oluyoruz.
Halbuki tahakküm yani baskı-şiddet, demokrasi kavramına ters düşen bir eylem
tarzıdır.
Empati yeteneğimiz
etkisizleştiğinde benim ve oğlumun başına gelenler pekâlâ toplumların başına da
gelebilir. Toplumların başına gelenler ve gelebilecekler yüzyılları bulur,
telafisi de zor ve çok daha fazla zaman alır. Toplumların hastalaşması, yıkımları getirir beraberinde. Bireylerin güçlülüğü veya varlıklılığının çok da
fazla anlamı kalmaz böyle ortamlarda. Bu nedenle “Empati” kavramı her an ve her
zaman aklımızın baş köşesinde oturup durmalı, gerektiği yerde olaylara ve zamana
müdahale etmeli. Daha fazla zarar görmeden önüne geçilmeli felaketlerin ve
hastalıkların.
Şimdilik bu
kadar söyleyeceklerim. Hoşça, sağlıkla, mutlulukla ve empatiyle kalın.
03-03-2017
Halil
GÖNÜL
Görsel: Pixabay.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.