"" |
Pazar Gözlemim-2
5 Mart-2017-Aydın Merkez Pazar-Pazar’ı
Aydın
merkezde Pazar pazarından, herkese bir daha “Merhaba” sevgili okuyucularım.
Daha
önceki PazarGözlemim-iki haftadır en çok okunanların başında geliyor- yazımı okuyan Sevgili misafirlerim tahmin etmişlerdir
hemen başlığı görünce. Haklılar, evet bu hafta aynı Pazar pazarına gittim
ikindi üzeriydi.
Evde
gün boyu oyalandım ıvır zıvır işlerle, özellikle Google Croome’daki ortaya
çıkan sorunlar çok uğraştırdı yine. Neyse önemli bir sıkıntı yaşamadan çözüldü
mesele tekrar. Çok şey indirip bindirdiğim için kafası karışıveriyor bazen
anlaşılan, idare edeceğiz artık!
Öğleye
doğru “İçimdekiÇocuk” yazımı yayınladıktan sonra canım sıkılmaya başladı evde. Dışarıdaki
hava mest ediyordu insanı ve adeta “Dışarıya gel, ne yapıyorsun orada bunak
herif?” diyordu bana. Alınmadım sözüne havanın ve uymaya karar verdim ona. Derken
bir duş alıp çıktım dışarıya.
Kıskanacak
belki çok kişi ama ne yapayım burası böyle işte. İlkbahar olanca güzelliğiyle
salınıyordu dışarıda, boy, pos endam yerinde ve dayanamıyor insanlar; atıyorlar
kendilerini dışarıya. Beni de davet ettiği için teşekkür ettim havaya. Durakta beklemeye
başladım halk otobüsünü…
Fazla
gecikmedi, 5 dakika içinde geldi ve ver elini menderes caddesine. Şehir içinden
geçen İzmir yolu üzerindeki Çine tarafına ayrılan kavşaktan kuzeye doğru çıkan
ana caddelerden birisidir ve cıvıl cıvıl olur her zaman. Bugün nasıl derseniz;
ben bile şaşırdım görünce doğrusu. Genç, yaşlı, kadın erkek, çoluk, çocuk
herkes caddede veya parklarda. Kısaca söylemek gerekirse herkes atmış kendini
baharın koynuna ve baharla sarmaş dolaş yürüyorlardı.
Durumu
görünce dayanamadım ve kavşaktan döner dönmez indim caddede. Yürümek istedi
canım. Yürüdüm bir kilometre kadar. Pazara gitmeyi geciktirmek için bahaneler
arıyordu benim pelte kılıklı,
hiç durmadan. Kırmak istemedim onu da ve
daha sonra gitmeye karar verdim. Epeyce uzun yürüyüş ayaklarımı açtı, kaslarım
gevşedi, kendimi çok daha rahat hissetmeye başladım. Parklarda yer bulmak ne
mümkün, girdim park alanına ve biraz bakındım çevreye; bir kalkan olur mu? Diye.
Boş masadan geçtim boş sandalye aradı gözlerim. Şanslı günümdeydim demek ki,
hemen arkamdaki bir gurup kalktı ve kurşun hızıyla yerleştim masaya. O yürüyüşün
arkasından bu durum büyük bir durumdu; parayla pulla alınamayacak bir şeydi o
an için. Kurula kurula oturdum biraz. Daha sonra sigara çakmak bıraktım masanın
üzerine ve sipariş vermek için 10 metre önümdeki kasaya gittim. Az şekerli bir
Türk kahvesi ısmarladım kendime. Niyetim biraz nefeslenip hemen arkamda duran
100 metre kadar ilerideki Pazar mahalline gitmeyi planladım içimden.
Yarım saat
kadar kahve keyfi yaptım baharın kucağında, kalkıp yavaş yavaş Pazar mahalline doğru
yol almaya başladım aheste aheste. Pazara girdiğim ilk anda otlu saç pidesi
yapan kadını aradı gözlerim gene. Gördüm,
aynı yerinde duruyor ve müşterileri de bekliyordu. Önce bakındım çevreye ve “Kolay
gelsin” dedim. Baktı bana öylesine, işiyle uğraşmaya başladı hemen. Ben de geç
olur düşüncesiyle ayrılmak için yana bir adım attım ki: “Onlara yeni yapıyorum,
isterseniz hazırda var” deyince dayanamadım ve döndüm geriye gülümseyerek “iki
tane paket alabilir miyim?” deyince sarıverdi hemen iki adet ve poşete koyup
uzattı bana. İkisine 3 lira verip ayrıldım yanından.
Tok olsam da
yiyeceğim bunu diye geçirdim içimden. Karşıdaki kahveye baktım boş ne masa ne
de sandalye var, yukarısındaki başka bir kahveye doğru yürüdüm. 20-30 metre var
veya yok, kahve önünde kaldırıma ve yola atılmış sehpa ve tabureler gözüme
ilişti. Oturdum hemen kaldırımda olan sehpanın başına. Pazar olduğu için yol
trafiğe kapalı bugün. Pazarcıların araçları park edilmiş her tarafa. Poşeti bıraktım
sehpaya ve önümden elinde tepsiyle geçen 40’lı yaşlardaki garsondan bir çay
istedim. Tavşan kanı çayım geldi ve sehpanın üzerine bıraktı garson “afiyet
olsun” diyerek. Bugünün yoğunluğundan olmalı, bitkin düşmüş adamcağız
yorgunluktan. Neyse bir iki saati bulmaz artık sakinleşmeye başlar ortalık.
İlave bir çay
daha istedim bir süre sonra. Otlu -ıspanak ve peynir- sac pidelerinin ikisini
de bitirdikten sonra bir sigara telleyip çevreye bakınmaya başladım öylesine. Hareket
oldukça fazlaydı, bazıları geliyor bazılarıysa ellerinde poşetlerle
gidiyorlardı. Her yaştan insan bulunuyordu Pazar mahallinde. Oturduğum yer tam
da dört yol kavşağının köşesinde olduğu için görüş alanım da oldukça genişti.
Otururken hiçbir
planım ya da amacım yoktu aslında. Böyle bir yazı yazmak da yoktu aklımda. Planlanlamamıştım.
Yanıma gelip oturan kişiyle de sohbet edemeyince dikkatimi tamamen çevreye
vermeye başladım ister istemez. Adam 60 yaşlarında ve kendisine kahve söyledi. Benim
ikramımı kabul etmeyerek. Soğuk duruyordu,
belki yapısı öyle bilemiyorum. Konuşkan bir kişi değildi anlayacağınız. Ben de birkaç
denemeden sonra vazgeçtim konuşma çabasından.
Derken bir
çocuk sesi duydum hemen önümden, gözlerim aramaya başladı sesi. Arkasından bir
daha aynı ses ve yakaladım çocuğu. Karşı köşede L şeklinde bir manav tezgahının
arkasından bağırıyordu çocuk. Olsa olsa 7-8 yaşlarında esmer, kara yağız, gözlerinin
akı karşıdan bile çok belli olan sıska bir erkek çocuk. Dikkat etmeye başladım
tezgahtaki durumları.
Çocuk arada
bir müşterilerin istediklerini tartıp, poşeti kendilerine uzatıyor ve parasını
alıyor. Hemen tezgâhın önünde 30
yaşlarında esmer zayıfça ve orta boylu bir adam sürekli önündeki kasadan
limonlar alıp bezle parlatıyor ve geri yerlerine koyuyordu. Anladım, çocuğun
babasıydı bu adam. Tezgâhı oğluna bırakmış kendisi de tezgâhtan çıkarak başka
işlerle ilgileniyor aynı zamanda da dışarıdan görenler için müşteriymiş havası
yaratıyordu.
Çocuk ustalaşmış
işlerde. Uzun süredir yapıyorlar demek ki aynı işleri. İşte burada böyle gailesiz
oturup çevreyi gözetlerken çocuğun gözüme takılması bende bu yazıyı yazmak için
malzeme toplamaya yöneltti. Bir süre
daha izledim onları ve başkalarını…
Artık kalkma
zamanı gelmişti benim için. Daha fazla geç kalmadan birkaç şey almak
istiyordum. Genellikle yeşillik türünde bir şeyler düşünmüştüm otururken. Kendim yapacaktım yeşilliklerden oluşan yumurtalı
ot kızartma yemeğini. Değişik bir deneyim olacaktı benim için. İlk defa böyle
bir şey gelmişti aklıma ve yapacaktım. Pazar’ı dolaşırken ot türlerine göz
gezdirdim hep de.
Önce ıspanak
takıldı gözüme ve yarım kilo aldım. Çok temiz ve semiz duruyorlardı. Biraz daha
yürüdüm, tere, roka, dere otu, maydanoz, ebe gümeci, bir baş
kereviz-yapraklarıyla beraber- diğer saydıklarımdan da ikişer bağ aldım, bağı
ellişer kuruştu. Ebegümecinden bir bağ aldım bir liraydı. Kereviz iki liraydı
sanırım. Karnabahar altım 1 liraya, orta boydu. Başka da ufak tefek şeyler
derken 5-6 kiloya çıktı ağırlık. Yeter ettim alışverişi.
Niyetim evdeki
babama da otlu sac pidesi alıp götürmekti, ayaklarım oraya doğru gitti yine. Başka
yerlerde de vardı aynı işi yapan kadınlar ama onlarda aynı pide 2 liraydı ben
1,50 liraya almıştım. Nihayet yarım saat kadar dolaştıktan sonra tekrar geldim
pidecinin başına. Hemen göresiye “Kaç tane?” dedi. Gülümseyerek şaşkınlığımdan,
6 tane dedim. Kısa sürede ikişerli paketler halinde bir poşete koyup verdi bana
ve parasını ödeyip “İyi günler” dileyerek ayrıldım.
Giderken
çocuğun olduğu yere doğru yürüdüm tekrar. Çünkü yazmaya karar vermiştim
dolaşırken. Kafamda senaryo tasarlanmaya başlamıştı. Aklımdan çıkmadı
dolaşırken. Tekrar ilk oturduğum kahveye oturup bir az şekerli Türk kahvesi
söyledim kendime. Yorgunluk kahvem olacaktı aklım sıra. “Benim pelte kılıklı
çok akıllıdır canım, söz söyletmem, bakmayın ara sıra atışıyoruz ama gene de
çoğuna göre iyi anlaşıyor sayılırız Pelte Kılıklı'yla. Hee he he! Güleyim bari. Emoji
işini bilemediğim için Word de, böyle idare edin artık gülme anlatışımı.”
Elimdeki poşetlerin
büyükçe olan iki tanesine yerleştirdim küçükleri; böylece dağınıklıktan
kurtulmuş oldum. Sehpanın altına yerleştirdim hepsini ve kahvem de geldi hemen.
İlk höpürtümü alıp bıraktım tekrar fincanı. Kahveyi bırakıp geri ocağa dönen
aynı garson kapının önüne varınca küçük bir çocuğa çıkışmaya başladı. Çocuğu uzaklaştırdı
biraz ses tonunu yükselterek. Çocuk 3-4 yaşlarında erkek, üstü başı batık, elinde
şişirilmiş mavi bir balonla oynuyordu kapalı olan yolda.
60 yaşlarında
birisi sordu garsona “Neden azarladın çocuğu?” diye. Sakince anlatıverdi ona çocuğun yaptığını. Sehpa
başında iki kişi arkası kahvenin camına dönük oturuyorlarmış. Hemen yanlarında
bir adet langırt masası var ve langırtın bitişiğinde de kahvenin tuvaleti var
derme çatma sonradan ilave edildiği her halinden belli. Dar bir kapısı
görünüyor eminim yalnızca küçük su dökmek için pisuvarı vardır.
Küçük çocuk
oturan iki adamın arkasında, langırt masasıyla camın bitişindeki duvara işemiş.
Adamlar “Şırıltı geliyor bir yerden, su şırıltısı” diye garsona seslenmişler. Tuvalette
musluk açıldı diye düşünerek demişlerdir mutlaka. Garson geldiğinde ne görsün, çocuk pipisini
yenice donunu içine koyarken görmüş ve çocuk hızla uzaklaşmış oradan. Anlayacağınız
oturan iki adamın arkasındaki kahve duvarına işemiş çocuk. Azarlamasının sebebi
onun içinmiş. “Bir daha gelme buraya” demiş öncekinde tekrar görünce daha
kızgın gibi görünerek uzaklaştırmış oldu çocuğu.
Baktım çocuk tezgâha
doğru gidiyor ve tezgâhın başındaki çocuğa “Abi, abi” diye bağırdı. Anladım ki
kardeşler. Bitişiklerinde bir de patates soğan tezgâhı vardı, orası da
annelerinin tezgahıymış. Kısaca aile boyu esnaflar ve herkes işbaşında bugün.
Daha farklı
şeyler düşündürdü bana gördüklerim. Yaşamın zorluklarının nasıl aşıldığı ve bu
zaman sürecinde küçük, büyük, çoluk, çocuk demeden herkes kendi işiyle meşgul
ve kimsenin kimseye bakacak hali yok. Herkes kendi sorununu kendisi çözmek
zorunda kalıyor.
Duvara işeyen
çocuk: kendi sorununu kendisi kendine göre en uygun şekilde çözdü ve verdiği
karar bence de en doğrusuydu. Empati yapınca fazla seçenek olmadığını
görüyorum. Var olan tuvalete girse pisuvara yetişemeyecek boyu ve yere işemek
zorunda kalacak, ya orada yakalanırsa; nasıl kaçabilecek? Kesin tokat yiyecek. Yaptığı
yerde ise fark eden olsa bile yanına biri gelinceye kadar çoktan langırt
masasının arkasından tuvaletin önünden kaçıp gidecek.
Abisi ise daha
bu yaşlarda yaşam mücadelesine katılmış istese de istemese de. Başka bir
seçeneği yok zaten. Yaşıtı arkadaşları sokaklarda hava atarak dolaşıp futbol
oynarken ya da kızlarla gezerken o çocuk bunların hepsini ertelemiş ileriki
yıllara ve işinin başında babasıyla beraber, anasıyla beraber; onların yaptığı
aynı işi yapıyor.
Böyle düşününce
işin psikolojisini düşündüm ister istemez. Benim hoşuma gitti çocuk. Kendi yaşam
kesitimden dolayı tanıdık geliverdi birden bana. Çocuk kendinden emin ve
yaptığı işini en iyi yapmaya çalışıyor. Müşteriler bir şey söylediğinde kendisi
cevaplandırıyor sürekli. Babası yabancı gibi duruyor. Müşterilerden çoğu babası
olduğunu bile bilmiyor belki de. Bu çocuk ileride önemli bir sorun yaşamazsa
başarılı biri olur eminim. Kardeşi de onu örnek alır ve devam eder gider yaşam.
Koruma kavramı bu ailede ortadan kalkmış. Tabii ki bahsettiğim koruma, çocuğun
her şeyine müdahale eden ebeveyn, her şeyin en doğrusunu bilen ebeveyn koruması
yok. Herkes kendine göre biliyor ve uyguluyor sonunda da sonuçlarına katlanıyor.
İşte yaşamın
kuralı bu. Yaşam bizi aldığımız kararlardan dolayı sorumlu tutuyor. Bazen uyarıyor,
bazen cezalandırıyor bazen de -çok seyrek olsa da- ödüllendiriyor. Siz ne
dersiniz bilemiyorum ama benim düşüncelerim bunlar.
Bu yazıyı Pazartesi
saat 20 sularında yazmaya başladım yemeği yedikten sonra. Aldığım otları yaptım
yumurtayla, çok nefis oldu. Hoşumuza gitti. Tarifini daha sonraki yazıda
vereceğim. Ve ilk defa bir yemek tarifi olacak bu tarif. Birkaç gün kendimde
bir test edeyim önce; eğer gıda zehirlenme falan olmazsa tarifi de yazarım o
zaman. Haa! Komşulara da verdim. Onları da gözetlerim birkaç gün. Sizin durum
garantiye biner. Çünkü hayatımda ilk defa böyle bir şey yaptım ve yedik
afiyetle.
Neden bu yazı
pazartesiye kaldı?
O çocukların
ve ailenin durumunu düşünürken kederlendim biraz kendi çocukluk anılarım
tazelendi birden. Yokluk, yoksulluk, yalnızlık, kimsesizlik yıllarıydı o
yıllar. Eve gelince hemen elimdekileri buzdolabına yerleştirdim, bir demlik çay
demledim kendime ve bir özlem, hasret anlatan yazı yazmak geldi içimden ve Adı Hasret, Soyadı da Hasret. Ortaya. Bu nedenle
çok geç kaldım. 11:08’ de yayımlayabilmişim yazıyı. Bu yazıdan sonra biraz da
sitedeki bildirimlere, başka yazılanlara, paylaşımlara göz attım. Biraz facebook
derken saat 01 civarını buldu. İşte bu gözlem yazısının geç kalmasının nedeni
bu sevgili misafirler.
Çok uzadı bu
yazı. Daha başka yazmak istediklerim de vardı ama burada keseyim artık sizleri
de fazla sıkmamak adına.
Şimdilik hoşça
ve sağlıkla kalın. Bir dahaki yazıda buluşuncaya dek.
06-03-2017
Halil GÖNÜL😉
Görsel: Pixabay.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.