“İki
kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
BÖLÜM-8
16 Eylül 1988
"Düşünceler sardı" |
KAŞIK
Sabaha
kadar uyuyamadı doğru dürüst Hüsniye. Kendince planlar yaptı, kafasının içinde ağdardı
dönderdi ancak kafasına göre bir plan yapamadığını düşünüyordu. Kocasına inat
ne edip edip bu kızı ayıracaktı o çulsuz kocasından. Yenice uykuya dalacaktı ki
sabah ezanı okunmaya başladı.
Sabah
ezanının okunmasını fırsat bilerek kalktı yataktan, üstüne bir şeyler örtündü
ne geldiyse eline attı sırtına. Etrafına bakındı bir şey arar gibi, Zıbarasıca
Hüsnü uyuyordu horul horul.
Zıbarasıca
diye geçirdi içinden ve gözlerini ovuşturarak çıktı odadan. Mutfağa doğru gitti
ayakları. Ne de olsa yıllardır aynı zamanlarda aynı yolu tepmişti o ayaklar ve
yolu çoktan öğrenmişlerdi. Hüsniye’nin de ayaklarından farkı yoktu. Kafası
başka yerlerde dolaşsa da elleri aynı işleri yapıyordu, bir şey söylemeden.
Sabah
kahvaltısı hazırlığı yapmaya başladı Hüsniye’nin elleri ve ayakları, aklıysa
kızının aklını nasıl çelerim sorusunun cevabını bulmaya çalışıyordu
durmadan. Elinden bir çay bardağı düştü tezgâhın
üzerine pat diye ve kırılıp tuzla buz oldu birden. Parçalar saçıldı ortalığa.
Uyuşuk uyuşuk iş yaparsın diye kızdı kendine. Uykusu tam açılmıştı bu
vesileyle. Neden sanki dolaba koyuyorum
ki bu bardakları diye geçirdi içinden. Her zaman uzanmak zorunda kalıyorum
oraya, koy şuraya tezgâhın uygun bir yerine, iki çay bardağı mı sığmadı artık
koskoca tezgâhın üstüne?..
Bardak
sesini duyan Hüsnü de uyuşuk uyuşuk geldi mutfağın kapısına ve başını uzatıp
baktı içeriye. “Ha! Bir sen eksiktin, şimdi sen de geldin tam oldu her şey”
dedi Hüsniye kızgın ses tonuyla, ters ters bakarak Hüsnü’ye. “Ne halin varsa
gör, kahvaltı hazır olunca haber ver, duydun mu?” diyerek geriye döndü Hüsnü.
“Emriniz olur Beyefendi, nasıl isterseniz, lazımlık da ister misiniz?” dedi
Hüsniye kızarak, bağırdı arkasından. “Allah o durumlara düşürüp de eline
baktırmasın, görmesin gözlerim o günleri…”
Hüsniye
ortalığı temizledi elektrikli süpürgeyle, aman ya kaldıysa sırça parçaları bir
yerde, ya ayağıma batarsa diye diye tekrar tekrar tuttu süpürgeyi ortalığa.
Sabahın köründe süpürgenin sesi yırtıyordu alaca karanlığı. Yorulduğunu hissedince emin oldu artık cam
kırıklarının temizlendiğinden ve kahvaltı hazırlamaya geçti…
Gün
iyice ağarmıştı kahvaltı hazırlandığında ve Hüsniye yatak odasına geçti
pencerelerin perdelerini açmak için. “Kahvaltınız hazır paşa torunu” dedi
sitemle Hüsnü’ye bakmadan. Yatağının üzerinde öylesine oturan Hüsnü duyduğu
sesten irkildi birden ve indi yataktan. Giyinmişti kahvaltı hazırlanırken,
sakal tıraşını olmuş, çok sevdiği yıllardır hiç değiştirmeden kullandığı limon
kolonyasından sürünmüştü tıraştan sonra. “Gene zıkkımdan sürmüşsün yüzüne,
zehir gibi kokuyor sanki, açayım şu pencereyi de havalansın biraz biz
mutfaktayken” dedi homurdanarak Hüsniye.
Kahvaltı
çok sessiz geçti ne Hüsnü Hüsniye’ye ne de Hüsniye Hüsnü’ye bir şey söyledi.
Birbirlerinin yüzüne bile bakmadan tamamladılar kahvaltılarını. Hüsnü kalktı
önce masadan ellerine sağlık” diyerek. Geriye masayı toplamak kaldı Hüsniye’ye.
Bu arada kafası da netleşmişti. Bu kahvaltı baya da işe yaradı diye düşündü
kendi kendine. Kapıya doğru giden Hüsnü’nün arkasından baktı derin bir nefes
alarak. Kendince kafa salladı arkasından Hüsnü’nün. Ben bilirim yapacağımı der
gibiydi.
Hüsnü
uzun süredir emekli arkadaşlarını görmemişti. Oturdukları kahve geldi aklına
birden. Sanki şimşek çakmıştı kafasının içinde ve arkadaşları bir masa
etrafında oturmuş sıkış tepiş şakalaşıyorlardı gözlerinin önünde. Kendisinin
orada olduğunu düşündü o an ve kapıdan girişinde takılmalarını hayal etti. Özlemişti
hepsini de. Az mı birbirimizin kahrını çektik yıllardır, abi-kardeş gibi olduk
hepsiyle de diye düşünerek acele etmeye başladı.
“Nereye
böyle sabahın köründe, öteki karıların mı çağırdı, süslenip püslenmeler?” Tam da kapıdan dışarıya adım atacaktı ki bir
den dönüp Hüsniye’ye “Sabah sabah tadımı kaçırma kadın, dalaşma bana,
kırmayayım kalbini.” Döndü tekrar adım atmaya devam etti. Hiçbir şey dememişti
Hüsniye arkasından. Ayakkabılarını giydi yere sürterek. Dışarıya birkaç adım
atmıştı ki: “Sakın akşam dediklerimi unutayım deme” diyerek dış kapıya doğru
yöneldi. “Unutmam, unutmam aklın kalmasın geride” dedi yüksek ses tonuyla
Hüsniye. Laf olsun diye söylenen bir cümleydi, bildiğini okurum ben anlamı
taşıyordu ses tonu. Yıllardır karısını bilmez miydi Hüsnü, elbette biliyordu
ama kararlı olduğunu da anlatmak istiyordu bu konuda…
Hüsnü’nün
kapıdan sokağa çıkışı kapının çarpılışından belli olmuştu. Sanki dünya ger
geniş oluvermişti birden Hüsniye’ye. “Sakin, sakin. Sakin ol!” dedi kendine.
Etrafına da bakındı gayri ihtiyari tedbiren. Hemen salona koştu telefonun
başında dikildi birkaç saniye ve eline aldı telefonun üstündeki oyalı tülbenti,
ahizeyi kaldırdı kulağına doğru, numarayı çevirmeye niyetlenmişti ama vazgeçti
birden ve elinden bıraktı yerine ahizeyi. Tekrar tülbenti örttü üstüne.
“Daha
çok erken, bu saatte kalkmamıştır bu çocuk, o mendebur kocası olacak çulsuz da
işe gitmiyor, bekleyeyim biraz daha” dedi sanki karşısındaki birisiyle
konuşuyormuş gibi. Etrafında döndü birkaç kez. “Off delirdim mi, ne? Başım
döndü. Otur şuraya Hüsniye, dellenme sabah sabah.” Diyerek oturuyordu ki tam
kıçı değecekken birden fırladı ayağa ve mutfağa doğru yöneldi kıvrak adımlarla.
“Akıllı
Hüsniye, kahveyi neden akıl edemedin daha önce, haydi bakalım yap şu hanım
hanımcık hanımefendiye bir acı kahve de falımıza bakalım, keyfimize de bakalım”
diyerek etrafında dönmeye başladı ritimle, dans eder gibiydi. Kahvesini koydu
fincanına ve eline alarak yavaş yavaş salona doğru yürüdü.
Pencerenin
açık olduğunu gören arkadaki yolun karşısında oturan komşusu Hava işe gidiyordu
acele acele, yaklaştı pencereye, “Huu komşu gıız, nerelerdesin?” diyerek cama
vurdu tırnaklarıyla. Elinde kahveyle içeri girerken gördü Hüsniye Hava’yı. “Gel
kııız, nereye sabah sabah, kahve iç de git nereye gideceksen!” dedi Hava’ya
eliyle gel işareti yaparak. “Bak ne güzel de köpüklü yaptım” diyerek sehpanın
üzerine koyduğu fincanı işaret etti. “Senin haberin yok tabii, kız ben işe
başladım yeni; işe gidiyorum geç kalmayayım daha ilk günlerden. Sonra içerim
kahveni alacağım olsun. Hadi bayyy.” Diyerek hızlıca yürümeye başladı iniş
aşağı taş döşeli yoldan.
Hüsniye
şaşırdı işe başladığını duyunca ve kalkıp yerinden pencereye gitti birden, açık
pencereden başını uzattı dışarıya izlemeye başladı havayı. Etrafına bakındı
önce, yukarıya aşağıya da baktı kimse var mı komşulardan görünürde diye. “Nasıl
da sallıyor koca kıçını, koca arıyor koca, bu sefer bulur kesin çalıştığı
yerde” dedi fısıldar gibi yanındaki birisine.
Hava’nın
kocası kötü hastalıktan öleli epeyce olmuştu. Yıllardır yalnız yaşar kocasından
kalan o köhne evde. “Kimseleri beğendiremedik bu zilliye de bu zamana kadar,
var elbet birisi ki kimseye de pas vermiyor, söz de düşürmüyor. Görürsün sen
Hava zillisi, ben de senin ipliğini pazara çıkarmazsam alacağın olsun.” Diyerek
bakındı tekrar etrafına ve gözden kayboluncaya kadar Hava’yı takip etti
gözleriyle. Gözden kaybolunca Hava gelip oturdu kahvesinin başına. Bir yudum
aldı yavaş yavaş, kahvesinden ve geriye bıraktı fincanı tekrar; yaslandı
arkasına. “Oh be! Ne de rahatmış bu koltuk böyle, yıllardır fark etmemişim hiç.
Ayol bizim mendeburdan bize mi düşüyor buraya oturmak, eve girdiği gibi gelir
bu koltuğa çöker hemen.” Tekrar arkasına iyice yaslandı kıçını geriye çekerek.
Göğsünü öne doğru çıkardı, eteğini yukarı çekerek sağ bacağını sol bacağının
üstüne atıp ayak bileğinden bir ileri bir geri oynatmaya başladı ayağını.
Başını da kaldırıp tavana dikmişti gözlerini. “Hadi bakalım benim akıllı
Hüsniye’m çalıştır şu eski model saksıyı da bir yol bulalım şu işlere. Zaten
geç kaldık kalacağımız kadar, daha fazla geç kalmayalım. Zararın neresinden
dönersen kardır Hüsniye.” Dedi duyulur şekilde.
Hafif
öne eğilip fincanını aldı sağ eline ve bir yudum daha aldı çalımla tekrar
yaslandı arkasına. Sağ yanında duran telefona kaydı gözleri tekrar. Duvardaki
saate baktı. Vakit epeyce ilerlemişti kendisine göre. Artık kız kalkmıştır
sümsük, züğürt kocasının koynundan diye düşündü ve birden el attı telefona.
Acelesi var gibiydi. Heyecanlı hissediyordu kendini. “Ha cesaret Hüsniye, senin
elinden ne kurtuldu da bu iş kurtulacak” dedi kendine cesaret vermek için.
“Aloo!”
dedi, titrek sesiyle. “Efendim anne” dedi Fatma telefonun öbür ucundan. “Kız
neredesin?” “Mutfaktayım anne, kahvaltı hazırlıyorum. Hayrola hangi dağda kurt
öldü de arıyorsun bu saatte. Üstelik sesin de titrek geliyor. Neler geçiyor
aklından gene?” dedi Fatma. “Bırak zevzekliği de soruma cevap ver; kocan dışarı
çıkacak mı bugün? fırsat kolla da bana gel, gelmeden önce de telefonu üç kez
çaldır eskisi gibi. Ben anlarım. Anladın mı...?” “Tamam anne, gene neler çeviriyorsun bir
bakalım?” dedi Fatma, telefon kapandı karşıdan.
Kahvaltıyı
yaptılar hep birlikte ve Anası Veysel’e dönerek “Oğlum ben pazara çıkacağım
öğleye doğru, işin yoksa gel bana yardım et, artık belim fazla ağrımaya başladı
bu aralar.” Ana benim biraz işim var arkadaşlarla. Bir soruya takıldım onu
soracağım arkadaşa, siz Fatma ile gidin bugün pazara” dedi Veysel Fatma’ya
bakarak. Bir an dondu Fatma, sessiz kaldı; sanki bir şey düşünüyor gibiydi.
Anası gelmişti aklına ve hemen toparlandı. “Veysel’im benim de biraz midem
bulanıyor başım dönüyor. Üşüttüm mü ne? Ya da yediğim bir şey dokundu. Beni
mazur görseniz olmaz mı?” diyerek masumiyet takınıp hafifçe de boynunu bükerek
baktı süzgün süzgün Veysel ve anasına.
“Tama
o zaman, ben hemen gidip geleyim. Yakın zaten hemen iki sokak ileride arkadaşın
evi. “Sen beni bekle ana, birlikte gideriz.” Dedi Veysel, hemen masadan kalktı
aceleyle ve yatak odalarına yöneldi birden. Aceleyle giyinip kitabını ve not
defterini alıp kapıya doğru yöneldi. Fatma da Veysel’i yolcu etmeyi ve güle
güle öpücüğü vermeyi ihmal etmedi.
Sultan’ın
içine bir kurt düşmüştü bu arada, fark ettirmeden Fatma’yı izlemişti kahvaltı
boyunca. Bu kızın bir hali var ya bugün, dur bakalım diye geçirdi içinden.
Eskiden pazara giderken can atan kız bugün hasta oluverdi ustayken daha sabahın
köründe.
Mutfağı oflaya puflaya toparlayan Fatma ellerini
yıkayıp kuruladıktan sonra oturma odasına giderek “Anacığım var mı benden
istediğin bir şey? Eğer yoksa biraz uzanmak istiyorum, üstüne afiyet midem kötü
de” dedi yüzünü buruşturarak Sultan’a. Başını
çevirip baktı Fatma’nın suratına gülümseyerek “Yok kızım ellerine kollarına
sağlık, geçmiş olsun sen bak rahatına.” Dedi.
Sultan
Pazar hazırlığını yapıp kapının önüne koydu Pazar arabasını. Alacaklarını da
aklında tutuyordu. Kararını değiştirdi birden. Pazar’a Veysel’i gönderecek
kendisi Fatma’yı izleyecekti. Bakalım ne işler çeviriyor gene anasıyla. Kesin
anasına gidecektir. Allah var ya yukarıda anası aramıştır gene telefonla.
Veysel
geldi bir telaşla geç kalıyorum diye. Anasını otururken görünce şaşırdı birden.
Eskiden kapının sesini duyduğu zaman Pazar arabasıyla kapının önünde biterdi.
“Ana ben geldim” dedi kapının dışından. İçeriye girmek istemiyordu. “Oğlum bağırma Fatma uyumuştur uyanmasın”
diye bağırdı Veysel’e. Fatma’nın duymasını istiyordu besbelli. Yavaş yavaş
kapıya doğru çıktı Sultan ve Pazar arabasını uzattı Veysel’e. Birlikte çıktılar
sokak kapısından ve kapıyı bilerek hızlı çarpmıştı Sultan, kaza oldu süsü
vererek Veysel’e. Amacı çıktıklarını duysun Fatma, istiyordu. Sokağın ucuna kadar yürüdüler birlikte ve
hafif aksamaya başladı Sultan. “Bu dizlerin de tutacağı tuttu bugün” dedi hafif
eğilip sağ dizini ovuşturarak. Bu durumu
gören Veysel anasına dönerek, şefkatli ve sevecen gözlerle bakarak “Anacığım
sen gelme haydi, dön otur evde, ben hallederim Pazar işini” dedi sımsıcak ses
tonuyla. “Olur oğul olur, hadi sana güle güle” dedi oğlunun sağ omuzuna
dokunarak. Zorla ayağının üstüne basıyormuş gibi yapıp olduğu yerde dinleniyor
görüntüsü oluşturmak istedi Veysel gözden kayboluncaya kadar…
Cevriye
kadın geliverdi hemen aklına o anda. Tam da Hüsniye’lerin evlerinin
karşısındaydı evleri ve çoktan beri de görüşmemişti Cevriye ile. Yusuf’un
anasıydı Cevriye ve uzun zamandır ahbaplıkları vardı. Hem oğulları da iyi
arkadaş olmuşlardı. Güvenilir insanlardı, bugüne kadar tanış olalı bir
kötülüklerini görmemişti ailenin. Çocukları da pırıl pırıl. Kızını everdi ama
oğlu Yusuf’u da baş göz etme hazırlığındaydı Cevriye. Hem biraz dertleşiriz
dedi kendi kendine ve doğruldu o yöne doğru. Fatma’nın anasına gittiğini
göreyim yeter bana diye düşünüyordu. Anasına giderse zaten bilinen bir durumdu
mesele. Bugüne kadar alttan almıştı her şeyi, Veysel’e çıtlatmamıştı hiçbir
şeyi.
Zile
bastı Sultan, daha basar basmaz zilin sesi kesilmeden “Geldim geldim” diyen
sesini duydu Cevriye'nin. Her zamanki gibi capcanlıydı sesi. Pek kıvraktır,
eli ve ayakları çabuktur Cevriye kadının diye başını salladı. Kapı açılıverdi
birden ve irkildi Sultan. “Aman da kimler gelmiş, benim can komşum gelivermiş.
Tam da zamanında geldin kız Sultan komşum, gel gel hele geç, niye kaldın öyle
ayakta?” dedi Cevriye hareketsiz duran Sultan'ı görünce. “Kör olasıca sağ dizim
tuttu gene kız Cevriye, pazara gidemedim, daha şuracıkta köşe başından oğlanı
gönderdim pazara. Geri dönüyordum ki aklıma düştün birden. Hadi bir uğrayayım
dedim kendi kendime ama rahatsızlık vermiyorumdur inşallah!” dedi zorla adımını
atarken sokak kapısından içeriye. Cevriye de girdi koluna yardım için ve
bahçeden içeriye doğru birlikte yürüdüler.
Evde
görünürde Cevriye’den başka kimse yoktu şansından. Cevriye de biliyordu
Hüsniye’nin haltlarını ve daha önceleri de dertleşmişlerdi birkaç kez. “Kız
Allah gönderdi seni bana bugün. Tam da ben de seni düşünüyordum sabahın
köründen beri. Sen gelmesen ben gelecektim yarım saate kadar yanına.” Dedi
Sultan’ın suratına telaşlı telaşlı bakarak. Gözleri pek parlamıyordu eskisi
gibi. Bir derdi vardı sanki.
“Hayrola,
Cevriye! Nedir bu telaşın, endişen? Seni uzun yıllardır bilirim, hiç böyle
görmedim seni. Anlat hele, elimden gelen ne varsa elinde bil. Hadi söyle.” Dedi
eliyle Cevriye’nin yanağını okşayarak. Kendi derdini unutmamıştı ama merak da
etmişti Cevriye’nin derdini. “Gel şuraya pencerenin kenarına geçelim o zaman,
sen otur ben de iki acı kahve yapıp geleyim hemen. Derdim çok komşum, bir türlü
çıkamadım işin içinden. Bizimkiler…” tamamlayamadı cümlesini ve kahve içerken
konuşuruz değil mi ya?” dedi Cevriye. Telaşla kalkıp yerinden ve mutfağa doğru
hızlıca yürüdü…
Pencerenin
kenarına oturmaları da tam şanstı, olmasaydı da kendisi isteyecekti zaten oraya
oturmayı. Tam da rahat görünüyordu Hüsniye’nin kapısı. Gözünü hiç ayırmayacaktı
o kapıdan. Kesin emindi ama gene de günahını almak istemiyordu
Fatma’nın ve gözleriyle görmek istiyordu o eve geldiğini ve kapıdan içeriye
girdiğini. Pencerenin tülünü çok hafif araladı eliyle, dışarıdan fark
edilmeyecekti içerisi. Yüz yüz elli
metre kadar vardı mesafe kuş uçuşu.
“İşte
kahvelerimiz de geldi komşum, hem de bol köpüklü oldular şansından. Her zaman
böyle köpürmüyor bu meret.” “Ellerine
sağlık” dedi Sultan kahvesini alıp sehpanın üzerine koyarken. Bir bardak su da
bıraktı yanına Cevriye. Tepsisini de sehpaya koyarak karşısına oturdu
Sultan’ın. Başını kaldırıp dikkatlice baktı Sultan’a. Sultan da telaşlı
görünüyordu. “Kız komşu, ben hiç senin halını hatırını sormadan daldım, şiş
boka şiş dalar gibi. Senin de var bir derdin. Söyle hele nedir derdin?
Endişelisin sen!” dedi acıyarak Sultana baktı bir süre. Gözleri dolu dolu oldu
önce Sultan’ın, duygulanmıştı Cevriye’nin anlayışlı sıcak davranışından.
Kahvesinden yudum aldı yutkundu, aslında iki yutkunmayı bir anda yapmıştı
Sultan. Boğazına düğümlenmişti kelimeler de yutkunamamıştı, kahve vesile oldu
yutkunmaya…
“Kız
sen biliyorsun zaten bizim derdimizi, başka derdim mi var benim? Topu topu bir
oğlan işte, bir de başımızdaki dünür olacak Hüsniye. Sen şimdi boş ver beni de
senden bahset. Benimkinin çözülecek bir tarafı yok. Burada olmam yetiyor
şimdilik. Şuradan anasına gelip gelmediğini görmek istiyorum, benim bütün
derdim bu işte. Onu da buradan rahat görebiliyorum. Hem oraya bakar hem de seni
dinlerim.” Dedi Sultan kendini toparlamış, güçlü olduğunu göstermek istercesine…
Fatma
yatak odasından dinledi bütün olanları ve duydu her söyleneni açık seçik. Kapının
çarpılmasını da duydu. Gittiklerinden emindi artık. Hemen yatağından çıkıp
anasını çaldırdı üç defa. Kapattı cep telefonunu. Veysel her ihtimale karşı tedbirli olmak için
Fatma’ya bir cep telefonu almıştı evleneceklerine yakın. Kendisinde de vardı
ikinci el bir telefon. Ucuza gelmişti ona.
Fatma
arar aramaz sildi hemen telefonundaki arama kaydını. Tedbirli olmakta fayda
vardı. Aynanın önünde kıyafetini düzeltirken çaldı telefonu ve arayan anasıydı.
“Anne, evde misin? Bizimkiler gittiler pazara, bir iki saate ancak dönerler
hemen geliyorum” dedi ve kapattı telefonunu. Saçlarına bir tarak vurdu acele
acele ve hemen üzerine mantosunu alıp aceleyle çıktı odadan. Saat aklına geldi
birden çıkarıp telefonuna baktı, öğleye yakındı. İyi dedi kendi kendine ve
ayakkabılarını telaşla takıştırdı ayaklarına. Kapının kolunu çekti ve aceleyle
indi beş basamağı. Sokak kapısına doğru yöneldi ve mandalını açıp, kapıyı
araladı; sokağa başını uzatarak göz attı gelen giden bir tanıdık var mı diye ve
kimse göremeyince acele ederek kapıyı çekiverip hızlı adımlarla yürümeye
başladı sokağın köşesine doğru. Telaşının fark edilmesini istemiyordu kendine
göre ve sakin yürümeye çalışıyordu. Anasının neler diyeceğini de merak etmiyor
değildi. Merak etmeseydi niye gidecekti ki zaten. Kocasıyla pazara gider
istediği şeylerin hepsini aldırırdı. Olsun, başka zaman aldırırım Veysel
kaçmıyor ya diye düşündü…
Sokağın
sonundaki köşeyi dönüp hafif rampaya sardı ve kendince etrafı kollamaya
başladı. Evlerini gördü o anda ve anası mutfak penceresinde yolunu gözlüyordu. Uzaktan
fark edebildi onu. Daha da heyecanlanmıştı. Adımlarını biraz daha açarak
hızlandı… zile basar basmaz kapı açıldı. Hemen girdi içeriye ve kapıyı kapattı
arkasından…
“Gel
benim akıllı kızım, anasının kuzusu gel otur şöyle bakayım.” Dedi Hüsniye. “Ana
ne söyleyeceksen hemen söyle ben gideceğim. Yüreğim ağzımda geldim zaten. Yalan
da söyledim millete hastayım diye. Gelmeden evde olmalıyım.” Dedi titreyen
sesiyle Fatma. Hafif ter kabarcıkları görünüyordu alnında, boynunda. Hüsniye
elinin tersiyle sildi onları ve avuç içiyle yanağını okşadı Fatma’nın. “Benim
akıllı kızım, iyi dinle şimdi beni. Bu fırsat kaçsın istemiyorum. Babanla papaz
olmayalım diye de adım senden gelsin istiyorum, iyi anladın mı beni?” Kafasını aşağı yukarı salladı Fatma, endişeyle,
tamam demekti bu işaret.
“Kızım, adam
ilk seferde hemen evet dersen bir daire alacak üstüne; hem de şehrin göbeğinden. Nikahı bastın mı da altına sıfır bir araba. Sen de biliyorsun bu
adamı, tanıdık bildik birisi ve çok zengin. Parayla pulla işi yok adamın. Tek derdi
o iki kız çocukları. Onlara baktın mı bir elin yağda bir elin balda. Hizmetçi de
tutacak eve. Sen hiçbir şeye el sürmeyeceksin. Ee söyletme bana, sen de anla
artık gerisini. Sen de bilirsin adam nasıl avuç içinde tutulur. Gel he de hemen
yarın haber uçurayım adama beklesin biraz daha. Adamı zor zapt eder oldum sen
evlendin evleneli. Adam vazgeçmişti bu işten zorla ikna ettim tekrar ve fazla
zamanımız da yok…”
araba |
Bir süre
düşündü anasının dediklerini Fatma. “Tamam,
düşüneceğim. Ne kadar zaman verdi adam sana?”
“Bir ay kadar zaman alabildim zorla, adamın etrafında bir sürü süslü
püslü kadın var, adam hiçbirine de pas vermiyor, ille de seni diyor olursa
diye. Sen çok fazla şehirli değilmişsin ve gözlerin çok açık değilmiş ona göre.
Tam da aradığı vasıflar varmış sende. Çocuklarıyla da iyi vakit
geçirirmişsiniz. Biraz kurcalayınca aldım ağzından bu baklaları. Kıymetini bil
kızım, tepme bu ayağına gelen fırsatı. Tanrı güldü bak yüzüne. Tanrının isteği bu
sanki, bir tepersen bir daha tanrı bakar mı suratına a kızım, akıllı kızım
benim. Hem bize de faydan olur belki, beni de kurtarırsın şu baban olacak zebaniden…”
“Tamam ana ben seni ararım, düşüneceğim
bir süre. Ben gidiyorum şimdi. Hoşça kal” dedi ve birden fırladı ayağa.
Üstüne başına
çeki düzen verdi tekrar aynanın karşısında Fatma ve kapıya doğru yöneldi
tekrar. Kapıyı aralayıp sokağa baktı ve hızlıca çekiverdi kapıyı sokakta yavaş yavaş
yürümeye başladı. Kolundaki saate de baktı, çok zaman geçmemişti neyse ki. Bir derin
nefes alıp verdi “Bu işi de atlattık böylece” dedi kendi kendine mırıldanarak. Yirmi
metre kadar gidince adımlarını açarak hızlandı. Ne de olsa kocası erken
dönebilirdi pazardan. Anası da fazla yürüyemediği için hemen birkaç yerden
alırlar alacaklarını geri dönebilirler diye düşünerek bir an önce evde olmak
isteği uyandı içinde.
Veysel alışverişini
yapmış aheste, aheste geliyordu yolda Pazar arabasını çekerek. Arada bir tık
tık sesleri çıkarıyor Pazar arabası. Bazen çukurlara takılıp bozulmuş parke
taşlarını söküyordu çekince. Ispanağı bol bol almıştı. Yumurtalı kavurması çok
hoşuna gidiyordu, çocukluğunda anası her hafta yapıveriyordu ona. Fatma’sı
yapıyordu artık ona istediği zaman yumurtalı ıspanak kavurmasını. Anasının yaptığı
gibi olmasa da Fatma’nın yaptığının tadı da başka oluyordu ona göre. Damağında hissetmeye
başladı tadını düşününce. Adımlarını açtı biraz daha, hiç olmazsa öğle yemeğine
evde olsun da yaptırsın diye eve ulaşmak isteği uyandı birden içinde…
“Kız Cevriye,
ben öleceğim günü bilmiyorum bir, onu da bilsem tam olacak. Bu kadın bizim
oğlanın yuvasını dağıtacak, içim yanmaya başladı. Sen de gördün ya telaşlı
halini. Hem gelirken hem de giderken nasıl da telaşlıydı benim gelin. Daha ufak
da yaşı. Aklı ermiyor şere, şora. Azıcık aklı erse anasına cevap verir ama
umutlarım zayıflamaya başladı. Oğlan hiçbir şey bilmiyor, yıkılır yavrum;
elinden bir kaza maza çıkar diye korkmaya başladım son zamanlarda. Uyku tünek
kaçtı bende. Gece kuşu oldum senin anlayacağın. Senin derdin de var ama hele
dur bakalım sen daha yolun başındasın. İyi ölç biç enini boyunu, bir sökük
gördün mü bir yerde yamamaya kalkma hiç de. Olmuyor, yama tutmuyor bu işler. Her
şey çok değişmiş, hele şehir yerinde her şey daha da değişik. Biz anlayamıyoruz
başımıza gelmeyince. Acele etme derim sana, çocuklar tanısın birbirlerini epeyce
ve siz de aile olarak tanırsınız birbirinizi, her şey baştan sağlam olursa daha
iyi olur Cevriye’m, iyi yürekli komşum benim. Haydi kal sağlıcakla. Şeref kahven
olsun, bana da buyur gel tez zamanda daha enine boyuna konuşuruz olmaz mı?”
dedi ve ayağa kalktı Sultan. Dış kapıya kadar yolcu etti Cevriye Sultan'ı…
Sultan biraz
uzaklaşınca aksama işlerinden vazgeçip hızlanmaya başladı. Etrafına bakınarak dalgın dalgın yürümeye
başladı. Bir süre yürüdü, tam da Veysel’i gönderdiği köşeye geldiğinde Veysel
de göründü karşıdan. Bekledi onu birkaç dakika ve yavaş yavaş yürümeye başladı
tekrar basmaya zorlanıyormuş gibi. “Ana senin ne işin var burada?” dedi Veysel
anasını fark edince. Oğlum çiçek yağı az kalmış da onun için gelmiştim bakkala,
şans işte yeni bitmiş, toptancısı gelmemiş daha sabahtan beri, kızıp duru adam.
Olsun evdekiyle idare ederiz.” Dedi Sultan. “Kız uyuyordu, rahatsız etmeyeyim
dinlensin diye kendim geldim.” Dedi aksayarak. “Bekle ben öbür bakkaldan
getireyim.” Dedi anasına Veysel. “Hayır hayır, gerek yok biraz var dedim ya,
yeter bu günlük, yetmezse de konu komşudan alırız bir su bardağı. Ödünç yiyen
kesesinden yermiş nasılsa, haydi biz gidelim…”
Fatma tam eve
gelmişti ki içine bir kurt düştü birden ve sıkıntı bastırdı içini. Dış kapıdan
içeriye adımını atar atmaz hızla kapattı kapıyı ve çantasını karıştırmaya
başladı telaşla. Elleri titriyordu, dizlerinin de bağı çözülür gibiydi sanki. Korku
muydu, başka bir şey miydi hissettiği bir türlü anlayamıyordu. Eli ayağına
dolaşmıştı bir anda. Anahtarını bulamıyordu çantasında bir türlü. Basamakların yanındaki
masanın üzerine boşalttı çantasını tek tek baktı eşyalarına ama yoktu anahtar. Ceplerini
karıştırmaya başladı bir umutla. Sanki eline geliverecekmiş gibi hissediyordu
her el atışta ceplerine ama boşunaydı bütün umutları. Ne çantadan ne de
ceplerinden anahtar çıkmıyordu bir türlü. Terlemeye başladı birden, yanakları
yanıyordu sanki alev alev. Alnındaki ter tomurcuklarını sildi elinin tersiyle
ve çaresizce eşyalarını tekrar gözden geçirdi ve tek tek attı her birini
çantasına…
Bahçe kapısının
önünde Veysel ve Sultan’ın konuşma sesleri geliyordu. Git gide yaklaşıyorlardı
seslerinden anladığına göre Fatma’nın. Telaşını bastırmaya çalıştı var gücüyle,
derin derin nefesler alıp verdi ve bir o yana bir bu yana gezinmeye başladı. Hiç
olmazsa gördüklerinde sakin görünmek istiyordu kendilerine. Soran olursa da
Cevriye teyzeye gittim derdi, arada bir gittiği yerdi nasılsa…
Veysel açtı
bahçe kapısını ve Sultan girdi önce içeriye arkasından da Veysel Pazar arabasıyla.
Pazar arabasını kaldırdı biraz ve bahçeye doğru döndürdü ve bıraktı. Tam da
bıraktığı anda Fatma’yı fark etti ayakta dikilirken. Sultan da fark etti ama hiçbir
şey yokmuş gibi davranıyordu. “Canın mı sıkıldı kızım?” dedi aksak aksak
yürüyerek Fatma’ya doğru. İyi olmuş hava almaya çıkman biraz için açılmıştır
hiç olmazsa.” Diyerek yanına kadar geldi. Fatma’nın suratının kırmızılığı ve
teri kaçmadı Sultan’ın gözünden. Anladı hemen anahtarını unuttuğunu ve kapı
önünde kaldığını. Veysel’in soru
sormasına fırsat vermek istemiyordu Sultan. Bu nedenle de durumu kendine göre
idare edip Fatma’nın durumunu ve telaşının ortaya çıkmasını istemiyordu… Tam
anahtarını çıkarıp Fatma’ya uzatacakken “Nereden geliyordun Fatma?” dedi Veysel
Fatma’ya bakarak. “Yatarken canım sıkıldı iyice, siz de yoksunuz ya, Cevriye
teyzelere gidip geleyim demiştim beş dakikalığına ama anahtarımı unutmuşum
içeride. Kapıda kaldım anlayacağınız. Allah'tan siz yetiştiniz de kurtuldum
beklemekte. Ne şanslıyım değil mi?” dedi zoraki gülümseyerek. Şaka yapmaya
çalışıyordu aklınca Fatma…
“Al kızım
anahtarı” dedi Sultan ve elindeki anahtarları uzattı Fatma’ya. Fatma
rahatlamıştı. İyi atlatmıştı durumu kendine göre. Varıp da Cevriye teyzelere mi
soran olacaktı ben geldim mi gelmedim mi diye? Bir fırsatını kollar
uğrayıveririm bugün gene de diye düşünerek anahtarı elinde düzelterek kapının
kilidine soktu ve çevirdi yavaşça. Tık diye ses çıkararak açıldı kapı. Çok hoşuna
girmişti tık sesi. Hiç de bu kadar çok seveceğini düşünmemişti bu sesi. Demek ki
çok sevimli olabiliyormuş hiç önemsenmeyen sesler bile. Kapıyı açıp ileriye itince dönüp arkaya yol
verdi Sultan'a ve Veysel’in elindeki Pazar arabasını aldı elinden kendisi
götürdü içeriye…
Sultan'ı içi
cız etti Fatma’nın yalanını duyunca, kavrulup yanmaya başladı içinde bir yerler
ve kendisini fırına atılmış gibi hissetmeye başladı birden. Başı dönmeye
başladı. Zor bela atabildi kendini odasına. Kapısını kapatırken de herkes
telaşlanıp veya şüphelenmesin diye “Çok terledim ben” diyerek kapısını kapattı
odasının. Yatağının üstüne bırakıverdi kendini öylesine ve başını elleri
arasına alarak dirseklerini destek yaptı dizlerine bir süre öyle kaldı hiç
kıpırdamadan… bizim işler iyice çetrefilleşti diye geçirdi içinden, Allah
sonumuzu hayır eder inşallah. Bu kızın yalanları çoğalmaya başladı bir halt
karıştıracak bunlar anasıyla. ‘Anasına bak kızını al, kıyına bak bezini al.’ Diye
boşuna dememiş eskiler diye hayıflanıyordu içten içe. Yüreği sızlıyordu, kan
çekiliyormuş damarlarından gibi hissetmeye başladı oturduğu yerde. Bir an
yürüyemeyecekmiş gibi hissetti ve telaşla, panikle ayağa fırlayıp oda içinde birkaç
adım atmaya çalıştı. Oh şükür bir şey yok diye de rahatlığını kendine
hissettirmek için içinden içinden konuşmaya başladı birisiyle konuşuyormuş
gibi. Cevriye geliverdi aklına o anda. Dillere düşmekten, rezil rüsva olmaktan
korkmaya başlamıştı birden. Dur bakalım
hele, gün doğmadan neler doğar, oğlanla bir şey konuşmayayım daha. Gözümden de
ırağa salmam olur biter bir süre daha. Nasılsa var daha oğlanın işe
başlamasına. İkisi birlikte gezip dolaşsınlar birkaç gün anlaşılır nasılsa bir
şeyler. Kendince düşünmeye çalışıyordu Sultan sessiz sessiz…
Elini yüzünü
yıkayıp kurulayan Veysel “Fatma, bolca ıspanak aldım, kavursan da yesek ya!”
dedi bağırarak aynanın karşısında kendine bakarak. “Olur canım, nasıl istersen,
istersen börek yapayım ister misin?” Fatma’nın sesini duyan Veysel: “Kalp kalbe
karşıdır diye boşuna dememişler kız, tam da aklımdan geçeni söyledin, ben fazla
eziyet olmasın sana diye kavurma düşünüyordum ama ne yalan söyleyeyim içimden
de börek geçiyordu, şöyle kızarmışından hem de çıtır çıtır. Yanına bir de ayran
yaptım mı bak sen keyfe! Sağ ol karıcığım, şimdiden ellerine sağlık…
25-03-2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.