"Soruların Cevabı"
Sorulara Cevap
“Oturmuş
arpacık kumruları gibi düşünüyorsun, neyi düşünüyorsun hala, düşünecek ne
kaldı?”
“Daha
yeni başladım galiba, korkuyorum.” Diyerek baktı gözlerine karşısında duran
kadının. Kadın; fırtınaya tutulmuş Selvi gibi sallandı olduğu yerde, adımını
atmaya çalıştı ama atamadan ilişti yanındaki sandalyeye. Bakıyordu sürekli ne
yapacağını, yapması gerektiğini bilemeden.
“Düşünecek ne var, her şey ortada. Yapılacak bir şey de yok bu saatten sonra, yaşayıp gideceksin işte, ne eksiğin var?”
Cevap
aradı bir süre dalgın dalgın etrafına bakarak ağlamaklı gözlerle. Neden
düşünüyorum sahi ben? diye sordu kendi kendine sessizce. Aslına bakılırsa
kendisi de cevaplayamıyordu kendine sorduğu soruyu; cevaplayamamasının bir
nedeni vardı, duymak istemiyordu kulaklarıyla, içi biliyordu zaten tüm
soruların cevaplarını. Hangi soruyu sorsa gizli gizli kendine, bütün cevaplar
kendine çıkıyordu.
Her
adım atarken aldığı kararlar, sorduğu sorulara verdiği cevaplar aklının
köşelerine gizlenmiş her soruşunda zıplayıp çıkıveriyorlardı ortaya ama bunu
kulaklarıyla duymak istememesi bütün cevapları bulunmaz ve cevaplanamaz
kılıyordu.
Aklınca
düşünmeden adım atmaz, cevaplanamayan sorulara mutlaka bir cevap bulurdu bütün
yaşamı boyunca, vardı elbette cevapsız soruları ama kendinden başkalarını
ilgilendiren şeylerdi o nedenle ilgilenmezdi.
Bir
soruyu defalarca sorar ve defalarca cevaplar adım atmadan önce enine boyuna
değerlendirip adımını öyle atardı her zaman; çıkan sonuçlarına da daima
katlanır her birinden kendisine dersler çıkarırdı. İşte bu nedenle attığı tüm
adımlara ait soru ve cevaplar kendisinde gizlidir adeta soru ve cevap
deposudur.
Soruları
daima kendisi sorar ve kendisi cevap verir, her zaman başkalarının soracağı
sorulara öncesinde cevapları hazırdır ancak çoğunlukla cevaplamaya ihtiyaç
duymaz çünkü zaten cevaplayabilecek çok kişi vardır çevrede.
Neden
cevap bulamıyorum diye sorduğu soruların cevabı ise başkaları tarafından da
cevaplanamayan, cevaplansa bile kendini tatmin etmeyen cevaplar olarak kalırlar.
O yüzden başkalarının cevaplarını beklemek fazla tercihi olmadı.
Aldığı
kararları defalarca kez tekrar tekrar gözden geçirip değerlendirdi, her
seferinde farklı bir şey bulmak istedi gerçekten farklı bir şey çıkar mıydı
aranılanlarda, hiç çıkmadı; hayal kırıklığıydı hepsi de birinden bile çıksa
kendine yüklenecekti ama çıkmadı, kendini kötü hissetmesinin altında yatan
nedenlerin en önemlisi de buydu.
Sesli
sorduğu sorular vardı ama kimse de üzerine alınıp cevaplamaya yanaşmıyordu,
yanaşmadılar da hiçbir zaman. İnsanlar böyleydi işte, hep aranmaktan
hoşlanırlar, hep aranılan, sorulan olmak isterler ama kendileri aramayı akıl
etmezler aranılıp sorulmadıklarında. Sevilmediklerini, unutulduklarını falan
düşünür darılır kırılır veya gönül koyarlar, kin beslerler “gösteririm ben
sana, sakla sarı samanı, gelir elbet zamanı” saklarlar hep sarı samanları;
nereye depo ediyorlarsa.
Düşmeye
gör, bak sarı samanlar depolardan nasıl da çıkıyorlar, yastık altından çıkan
altınlar gibi. İşte altın kural çoğuna göre. Yapabildin mi sen bunu? Yapamadın,
yapamazsın ki! Eğer gelip sorsaydın bana neden diye? zaten cevap beklemeden
görürdün durumu ve cevabını kendin verirdin ve yıllarca saman saklama
zahmetinden de kurtulurdun. Kendine eziyet ettin yıllardır eziyet.”
Doğru
yapamamıştı kendisi de benzer şeyleri ama kimseye de kin, kırgınlık gibi şeyler
düşünse de içinde beslememişti, sakladığı sarı samanları da olmadı hiçbir
zaman; o yüzden kışları ayazlarda yiyeceksizlikten öldüler içindeki beslediği
yabani hayvanlar; o kadar da acılarını yaşayarak.
Neden
hep ben sevgimi göstermek zorundayım, neden hep ben sırtımda taşıyacağım?
Başkaları da yapsa ya ben görsem! Olmaz, hep sen yapacaksın.
İşte cevabı soruların; “Her şeye maydanoz oluyorsun, olma.”
25-10-2017-0208
Halil Gönül
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.