“İki
kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
HÜSNÜ BEY’İN HAYALİ
KAŞIK
Sultan
hastaneye vardığında herkes dağılmış ortalık tenhalaşmıştı. Neydi o gündüz
hali, anacık babacık günü gibi, herkeste bir koşturmaca bir telaş.
Herkes bir
can kurtaracakmış gibi koşturuyordu. Kolay iş değil şu hastane işleri de kendi
dertleri yokmuş gibi insanlar bir de başkalarının dertleriyle uğraşıyorlar.
Kendi dertlerini unutuyorlardır her halde, ya da sabah gelince dolaplardan
birine kilitleyip sen bekle burada diye tembihliyorlar akşam giderken de
elinden tutup çıkarıyorlar galiba. Başka nasıl baş edebilirler ki.
Kendi
katlarına çıkınca gözleri dolaştı koridorda, hüsnü bey canlanıverdi önünde
birden. Geçmiş olsun diyordu kendine. Damadıma bir şey mi oldu yoksa, sen başka
türlü buralarda olmazsın. “Bismillah”
dedi kendi kendine ve başını salladı iki yana. Adam sağ mı acaba? Diye düşündü.
Yoksa adamcağızın ne işi vardı hayallerinde hem de damadını soruyor. Yoksa
damadını mı çağırıyor yanına öbür tarafa gitti de. “Tövbe, tövbe, Allah’ım sen
büyüksün, sen koru kolla bizleri ve bütün zavallı kimsesiz garipleri.” Dedi
fısıltıyla ve hızlandı koridorda. Bir türlü bitmek bilmiyordu koridor
yürümekle.
Hemen
Veysel’in yattığı odaya daldı telaşla. “Hoş geldin anacığım, çabuk geldin ya!”
dedi gülümseyerek. “Şükür yaradanıma, oğlum, Veysel’im iyi” dedi ama Veysel tam
anlayamadı dediğini, dudak kıpırtılarını fark etti sadece. Veysel’i öptü
yanaklarından. “Anacığım atlı mı kovaladı seni, ne bu terin senin?” diye
gülümsedi yine. Ben bilmez miyim anamı, tez canlı anamı. Kanatlanıp uçmadığı
kalır. Aklına koyarsa onu da yapar ya hadi neyse demek ki o kadar değil durum.
Bu iyi işte.” Dedi anasını ellerini öptü.
İkisinin
de içi yandığı belliydi hallerinden ama birbirlerine kelimelerle değil de hal
ve hareketleriyle anlatıyorlardı içlerini. İkisinin de gördüğü aynı şeydi.
Kızgınlık, acizlik, çaresizlik, huzursuzluk… adına her ne denilirse oydu
içlerindekiler. İkisi de Fatma’dan söz etmek istemiyorlardı ama merakları da
çok fazlaydı. Akşam oldu hala ortalıkta karı yok, bırak beni, bizi kendi babası
ölümle burun buruna onu bile arayan soran yok anlaşılan kadarıyla.
Ne bekliyorum
ki mazeret mi? Nenin mazereti, ne mazeretleri olacak ana kız, gergef mi
dokuyorlar, yedi kat yerin dibindeler mi? Nenin mazereti bu. Biz olsaydık
yerlerine kuş olup uçardık kanatlarımız kırılasıya. Cansa can vermeye
çalışırdık şu garip anamla. Bakmayın bu haline dokuz değil otuz can taşır o. Bu
zamana kadar nasıl geldi sanıyorsun!
Garibim
kayınpeder için bile elinden gelse can verecek, pır pır ediyor yüreği.
Çırpınıyor bir şeycikler olmasın adamcağıza diye. Biraz sonra öğrenir gelir ne
olduğunu. Oturup duramaz böyle canı dayanmaz. Bir ihtiyacı var mı yok mu sorar
gelir. Allah'ı var kendi yok ama iyi adamdır kayınpeder, hiç birisi de ona
benzemiyor diğerlerinin. Al birini vur ötekine. Adam ne yapsın yıllarca çekmiş
her neye çekmişse, artık canı burnunda bu saatten sonra yapacak bir şeyi
kalmamış.
Ya ben,
ben ne yapmalıyım? Kayın peder önümde
örnek duruyor işte. Öncesi neyse sonrası da o. İnsan ağaç değil ki yontasın
istediğin gibi ve boyayıp kınalayasın istediğin renge. Herkesin bir şekli
şemalı, rengi var siyah bile olsa. İyi
düşün taşın oğlum Veysel, şansını fazla zorlama istersen ama yine de sen
bilirsin, işine karışmayayım olur mu Veysel Efendi?
Anasının
kapıdan çıktığını gördü bir anda. “Bir şey mi dedin anacığım?” diye sordu
anasına sanki bir şey söylemiş de duymamış gibi. Aslında fark ettiği
dalgınlığıydı. Kafasından geçen düşüncelerin etkisiyle anası bir şey dediyse
bile hiçbirini de duymamıştı, anasının varlığı da yoktu zihninde.
“Yok,
yok oğul, bir şey söylemedim, ben geliyorum hemen” diyerek yürümeye devam etti.
Karşı koridora geçti telaşla. Hemşireyi görünce geçti önüne ve Hüsnü Bey’i
sordu ona. “Ben yeni başladım mesaiye, karşıdaki danışmaya bir sorun teyze”
dedi genç esmer hemşire.
08-10-2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.