Çarşamba, Mayıs 23, 2018

Doğa Ana, El Salladı

"Doğa Ana"

Doğa Ana, El Salladı; Buruktu

Epeyce uzun bir saat uyumuş gibi sersemim şu an, kahvaltı bile yaptığım halde. Çayımı mutfaktan alıp geldim yanıma çalışma odasına. Çayımı yudumlarken baş dönmesi arasında düşünüyorum da yazıp yazmamayı. Yazmak daha iyi olur diye geçerken aklımın bir ucundan, diğer ucundan da yazma, kime ne senden diyordu. Her ikisi de bağırıyordu kıçını başını yırta yırta.
Galiba işin doğrusunu yazmadan edebiyat parçalamak daha doğru olacak. Kurgu oluşturup yazmak daha iyi olur diye çıktım yola. Kurgu şu:
İhtiyar, yaşlı bunak belki de yakın zamanda ağırlaşacağını hissettiği rahatsızlığının etkisiyle başkalarına –belki- diye düşünüp bir şeyler karalama çabası.
Geri dönüşler yaşanır insanların iç dünyasında zaman zaman. Hiç kimse de farkına bile varamaz bu yaşayışların. Bazıları çocukluğuna –genellikle yaşlılar- bazıları gençliğine, bazıları eski evliliğine, bazıları da sağlıklı anlarına dönerler sık sık.
Görüleceği üzere hepsi de kaybedilmiş zamanlardır ve geriye gelebilmesinin yolu ve yöntemi bu güne kadar bulunamamıştır.  Yaşamak en iyi deneydir hâlbuki laboratuvar faresi olduğunun farkında bile olmaz insanlar. Yaşamlarını allandırıp pullarlar zaman içinde. Deneyden başka bir şey değildir olan bitenler.
İşin ilginç yanı bazen deneyler başarısız olur. Bu başarısızlıkların altında yatan deneklerin ve deneyi yapanların hatası değildir. Neden değildir biliyor musunuz?  Çünkü hata olarak değerlendirmek yanlıştır daha işin başında. Nice nice durumlar binlerce, hatta daha fazla denenerek deneme-yanılma yöntemiyle bulunmuşlardır yıllarca uğraşılarak. Doğa da aynısını yapar ve yapagelmiştir.
İnsanlar denemeyi doğa anadan-bazen baba demek gerekli- öğrenmiştir bazen de okkalı bir şamar yiyip sersemlemiştir olduğu yerde saymıştır o sersemliğinin üzerine. Doğa bu sefer babalığını göstermiştir. İşte böyle; doğa hem analık hem de babalık yapar tüm evlatlarına. Ne öksüz bırakır ne de yetim bırakır. Alır her birini kollarına ve taşır gerektiği yere kadar. Ben hiç duymadım ben yoruldum dediğini ama son zamanlarda oldukça şikâyeti var gibi insan denilen evlatlarından.
Başı dönmeye başlıyor bazen, dengesini bulmakta zorlanıyor arada bir. İçine bir korku giriyor o anda “acaba ince bir hastalık mı?” diye ama kısa sürede atıyor korkusunu. Aslına bakılırsa korku değil hissettiği ama ilk başta öyle deyiveriyor işte.
İnsan kendini doğayla eşleştirebilir mi acaba? Diye bir soru takıldı aklıma. “Eşleştirme?..” hımm. Hem de doğayla?  Biraz tuhaf geldi evvel ama zorlayınca kendimi –illa benzetilecek ya- benzettim.  Gel gör ki kendimi benzetemedim erkek olarak, dişiliği var ya doğanın, doğa ana deniliyor ya genellikle, babaya ihtiyaç duymadan yaratıyor her şeyi. Hem ana hem baba oluyor sonra da yarattığına- yaratmak yerine doğurması daha doğru bir ifade olacak- dişi bir erkeğe ihtiyaç duyuyor her zaman. Olsun doğurma bakımından doğaya benziyor işte. Her ikisi de ana oluyor doğurduğu için.
Aklımın ucunda bir soru var saçma gelse de bana laf olsun diye yazacağım yine de iş kelime sayısı fazla olsun değil mi. Bazı edebiyat parçalayanlar da aynı şeyi yapmıyorlar mı kitapları kalın olsun diye. Galiba kitabın kalın olmasından çok içindeki anlatılanların anlatılma biçimi ve doğal olması daha makbul bir şey. Yılların eskitemediği kitaplara bakıyorum da –en azından okuduklarımdan yola çıkarak- o kadar da kalın kitaplar değil. Hele bazıları var ki elli, altmış bilemedin yüz sayfa kadar hem de küçük sayfalarla.
Laga luga etmeyeyim o zaman da şu doğa ana ve insanın doğuran anası arasındaki bağa döneyim.  Ana doğuruyor evet, ama bakımı da ananın ağırlığında oluyor büyüyünceye kadar. Hatta hiç büyümüyor ananın gözünde doğurdukları. Her zaman kendisinin engin deneyimlerine ihtiyacı varmış gibi bakıyor ama büyüdüğünü düşünen yavru başka türlü bakıyor bu sefer. İş burada çatallanıyor anlaşılan. Anasının deneyimi daha fazla olmasına rağmen yavru kendi deneyimlerini anasının deneyimlerinden daha değerli görüyor ve yol gösterici rehber olarak kendi deneyim sonuçlarını dikkate alarak yoluna devam ediyor.
Kendi deneyimlerinin rehberliği bazı noktalarda anasının deneyim sonuçlarıyla çakışıyor dikkatli bakıldığında. Bu arada şu soruyu sormak geldi aklıma: “acaba, doğa mı insanı yarattı, insan mı doğayı yarattı?” hadi oradan, ne biçim soru bu? Saçmalık! Tabii ki doğa insanı yarattı diyenleri duyuyorum hemen. Bazılarınız da Tanrının yarattığını- hem doğayı hem de insanı- söyleyeceksiniz değil mi? Her nasılsa, sonuç itibariyle yaratılma var.
İnsanın doğayı yaratmasından çok dönüştürmesi, değiştirmesi-olumlu veya olumsuz- daha anlaşılır bir durumdur. Doğru, insan kendisini yaratan doğayı beğenmeyip değiştiriyor sürekli kendi deneyimlerinin rehberliğine uyarak. Aynı ananın doğurduğu evladının kendi deneyimlerinden yola çıkarak anasının deneyimlerini küçümsediği gibi.
İnsan da doğa anayı örnek alarak, gözlemleyerek onu taklit ederek hatta, kendince bir şeyler öğreniyor her seferinde ama bu öğrendiklerini de sarhoşluk içinde yanlış değerlendirip rehber edindiği doğayı hafife alarak kendine göre edindiği yeni deneyimleri doğaya uygulamaya kalkıyor değiştirmek için. Farkında olsa eğer yaptığının ve yaptıklarının inanın bunu –bunları- yapmak istemeyeceğinden eminim ben.
Doğa ana başını dik tutmakta zorlanıyor adeta. Her güne uyanışında dengesizliği daha da artmaya başladığını fark ettikçe intihar etmemek için kısmi çabalar gösteriyor, spor, kültürfizik hareketleri yaparak. Yeterli değil ama başka da bir şey yapma ihtiyacı hissetmiyor artık. Doğurduklarının en akıllısı dediği yaratıkları kendini intiharın eşiğine getirdiler. Nihayetinde evlatları onlar da ama intihar ettiğini kimseye belli etmeden ölüp gitmeli kendisine göre. Sonrasında evlatları ne isterlerse onu yapsınlar, göremeyecek nasılsa.
Çok yorgun ve bitkin hissediyor kendini günden güne. Her hangi bir not bırakmamayı düşünüyor başucunda. Kimse intihar ettiğini, bile bile her şeyi daha işin başından gördüğünü kimse bilmesin istiyordu. Kimseyi suçlamak istemediği için böyle sessiz sedasız bir gidiş düşünüyordu kendine. Sessiz kalmıştı genellikle, arada bir olan, gök gürleme ve fırtınaları saymazsak elbette. Onlar kızgınlıklarıydı doğanın, ama fayda vermedi hiç birisi de. Aldıran, duyan bile olmadığını görünce kırgınlıkları oluşmaya başlamıştı evlatlarına karşı. Hiçbir ana evladına kırgınlığını ilelebet sürdürmez öyle değil mi?  Ben de sürdürmeyeceğim elbette. Sonuçta yaşam herkesin kendi kararları ve deneyimleriyle yaşanandır. O zaman bırak bildiklerini yapsınlar ve yaşasınlar başlarına neler gelecekse.
Benim de tatlı uykuma geçme zamanım yaklaşıyor yavaş yavaş. Ayak seslerini duyuyorum gelenin. Git gide yaklaştığını görebiliyorum. Her şey eşgere-bile bile- sanki. Benden başka da gören yok anladığım kadarıyla.
Son kırgınlığını da bağrına basıp kendi odasına geçti doğa ana, rengârenk iç giysisi savruluyordu ay ışığı altında, her adımını atışta. Bir an döndürdü başını baktı ufuklara ve el salladı sadece, hafifçe gülümsemeye çalışarak.
Yarını merakla bekleyeceğim!
08.05.18
Halil Gönül

Görsel: Google Görseller

4 yorum:

  1. Doğa yaşamın ta kendisi..Hayvanlara bakıyorsun merhameti öğreniyorsun..yardımlaşmayı sevgiyi..keşke doğa kadar insancıl olabilse insanlar...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sibel özer,
      evet, keşke. Maalesef, biz insanlaşalım derken hayvanlığımızdan bile uzaklaşmışız görünüşe göre. :)

      Sil
  2. Harika olmuş yazınız. Kaleminize sağlık :)

    YanıtlaSil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.