Yaban Domuzu |
Satır Araları ve Yaban Domuzları
İnsanlar
bazen olmasını, olduğunu görmek istediği şeyleri söyleyebilirler samimi bir
şekilde. Açıktır her şey. Karar verilir düşünülüp değerlendirildikten sonra;
katılınır veya katılınmaz söyleyene. Yapılır veya yapılmaz söylenenler. Söyleyen
de kendine göre durumu değerlendirir ve sonraki hamlesini yapar. Bu durum devam
eder gider. Herkes kendi kararlarının sorumluluğunu da almaya devam eder. Kimsenin
kimseye bir şey demeye hakkı olmaz olacakların sonunda.
Bazen,
söylemek istenilen açık değildir ve perdelenir karşı taraf tam olarak anlamasın
durumu diye ve yalnızca onların duymak isteyecekleri söylenir biraz süslenerek.
Amaç istenilen şeye karşıdakileri yönlendirmektir. Genellikle pazarlama ve
siyaset stratejisi olarak kullanılır görünen kadarıyla ama kişisel çıkar
peşinde olanlar tarafından da kullanılan genel bir durumdur bu.
Söylenilen
şeyler başkalarının dikkatini çeker bazılarının daha fazla dikkatini çeker hiç
düşünüp değerlendirmeden harekete geçerler ve sonuçlarını da görürler. Bazıları
üzerinde biraz çalışır ve arkadaki ima edilen amacı görür ve isterse adımını
atar ve sorumluluğunu alır, bazen de katılmayarak karşısında durmaya
çalışırlar, başkalarının zarar görmesini engellemek için. İşte bu durumda
çatışma başlar isteyen ve engel olanlar arasında.
Bazen
de o kadar safane şeyler söylenir, ima edilir veya yapılır ki, ilk anda
öylesine söylenmiş sözlerdir aslında. Hiçbir art niyet veya çıkar unsuru yoktur
söyleyenin veya davrananın. Şaklabanlık, şaka olsun diye yapılır
genellikle. Ama böyle olması
karşıdakilerin bazıları tarafından hiç de öyle algılanmaz ve karşı bir şaka
yapıştırılır hemen. Bir anda değişiverir hava. “Ne oluyor, benim böyle bir
niyetim ve amacım yoktu” ya döner durum.
Basit
bir örnek: Üniversite sıralarında otururken bir gün, üç beş arkadaş kendi
aralarında şakalar yapıp gülüşürlerken içlerinden birisi –ben- Almanca “ben
okula gidiyorum” der ve o anda diğerlerinden biri yüzüne bakarak “anladık,
anladık Almanca da biliyorsun!” olur.
Evet,
Almanca söyleyen okul yıllarından çat pat İngilizce biliyor ve diğerleri de
aynı şekilde İngilizce biliyor ama söyleyen kısa süreli Almanya’da bulunmuştur
geçen yaz tatili süresinde. Almanca ile İngilizce arasında kelime benzerlikleri
çok olduğundan Almanca ’ya adapte olmak kolay olmuştur özellikle günlük yaşamın
içinde olması da işi çok kolaylaştırmıştır. Biraz da gramer kitaplarını
karıştırdıktan sonra biraz daha kolaylaşmıştır öğrenmesi. Hatta İngilizce’yi
bırakmayı bile düşünmüştür, Almancanın bu kadar kolay öğrenildiğini sanınca.
İşte
o söylenen Almanca “ben okula gidiyorum” laf olsun diye öylesine söylenen bir
sözdür aslında, bilinçli bir niyet yoktur söylemin arkasında ama acaba
gerçekten karşıdakinin anladığı gibi bir “büyüklenme” mi taslamıştır? Kendisinin
böyle bir bilinçli niyetinin olmadığı açıklanmıştır aslında yüzü kızararak “hayır
ya! Öylesine söylenen bir şeydi işte, aldırmayın, o kadar da bildiğim bir şey
değil. Üç beş cümle işte.”
Ama
savunması karşı tarafta pek bir şey değiştirmedi belki de ama kendisi bu
durumdan oldukça etkilendi. Zaman içinde daha da dikkatli olmaya söz verdi
kendi kendine. Daha az konuşur oldu başkalarında yanlış anlaşılmamak için. Her şeyi
ölçüp tartarak, hani derler ya “kırk düşün bir söyle” diye. Aynısını yaptı ömrü
boyunca.
Ama
yanlış yaptığını fark etti uzun yıllardan sonra. Aslında yapılması gereken
düşündüklerini enine boyuna tarttıktan sonra konuşmak ve karşıdakinin ne
anlayacağını fazla dikkate almadan anlatmaya çalışmak düşündüklerini.
Neden
mi?
Bu
soruyu yıllar içinde binlerce kez sordum kendime. Nedeni şu: İnsanların ön
yargıları var. Önyargısız insan bulabilmek neredeyse zor bizim memlekette. Başka
memleketleri pek bilmem ama maalesef bizim memlekette durum böyle geliyor bana.
Dolayısıyla söylenen şey önce kendi ön yargılarına göre tartılıyor ve ya atılıyor
çöpe ya da koyuluyor yandaki keseye.
Hani
bilen birisi söylemiş ya “Bizim aydınlarımız okur, okur da en iyi satır
aralarını okur.” Ya da buna benzer bir şey işte. Aydınlarımız bile satır
aralarını okuyorsa eğer yazılanların. Yazmanın ne anlamı olur ki? İstediğin kadar
yaz, çiz. Okuyanlar hep kafasının içindeki kitabın harf, rakam, kelime ve
cümlelerini okuyacaklardır sonuçta. Böyle
olunca da sizin yazdıklarınızın anlamları başka şekillere dönecektir veya
anlamsızlaşacaktır.
Eğer
olur da ısrar ederseniz yazıp çizmeye belki de bazılarının kafasında olmadık
şimşekler çakacaktır olur olmadık bir günde “işte, işte buydu benim dediğim,
yaşadığım, düşündüğüm” diyecektir ve ilgisi artacaktır yazdıklarınıza. İşte böyle
durumda yazdıklarınız okunmaya başlar, “ne anlatmak istiyor acaba?” diye
meraklanarak. Satırlarınız şimdi okunmaya başlamıştır işte. Kazandınız,
çabalarınız sonuç vermeye başladı artık, kazanan sizsiniz ve okuyucularınız.
Sizin
aslında yalnızca doğru bildiklerinizi ve doğru düşündüklerinizi yazıp
anlatmaktan başka bir derdiniz olmadığı için kazanç anlamında çok önemli bir
durum değildir maddi anlamda. Sonuçta ne siyasete adım atıp bir yerlere aday
olma gibi bir derdiniz var ne de başka bir çıkarda. Yalnızca yılların emek emek
biriktirilen bilgi, gözlem ve deneyimlerinizi başkalarının önüne sunmaktır. Yani
başka bir ifadeyle tarihin bir kısmını deşifre etmektir kendi pencerenizden
Başka
pencereler de açılmaya başlayacaktır arkasından. Tersine dönmez mi bu durum? Elbette
dönebilir de. Tarihin içinde yaşadığımıza göre bakılırsa eğer bunun da
benzerleri çoktur tarihler içinde. Kütüphaneler yakılması, bazı önemli sayılan
kitapların içeriklerinin değiştirilmesi kimseye fark ettirmeden ve daha
binlerce örnek vardır tarihin tozlu raflarında.
Güç
önemli bir faktördür. Zehirlendiğin anda bitişini hazırlamış olursun, ister
kral, istersen en alttaki bir vatandaş. Eşkıya başı içinde, devletin başı için
de değişmez bir kuraldır bu. Tarihe bir bakın isterseniz eğer boynunuz
dönebiliyorsa. Domuzların boynu dönmez -öyle denilir- çünkü hep burunları doğrultusuna
giderler.
Biliyor
musunuz, domuz kovaladığında nasıl kurtulunur?
Denilenlere göre: Domuzlar,
yani yabani domuzlar demek istiyorum. Yabani domuzlar bazen kovalar insanı,
yakaladıklarında azılı dişleriyle parçalayabilirler de. Sanmayın, korkmayın
etçil değildir yabani domuzlar ama parçalayabilirler düşman bellediklerinde
veya düşmanlık dalgası yakaladıklarında sizde. Elektriği, şimdilerdeki âşıklardan
da daha kolay alırlar çünkü hisleri ve burunları radardan daha güçlüdür. Affetmez.
Kurtulmanın tek yolu vardır azgın ve düşman bir yaban domuzundan. Domuz arkada siz önde alabildiğinize
koşturuyorsunuz. Bir an akıllı davranıp doksan derece veya daha fazla
dönüvereceksiniz hemen. Göreceksiniz ki, sizi arkanızdan kovalayan çıldırmış
yaban domuzu bir anda sizin önünüze geçecektir. Çünkü dediğim gibi boynu kısa ve kalın
olduğu için esnekliği çok zayıftır neredeyse sıfıra yakındır. Geniş bir daire
çizerek dönebilir ancak.
Uykudayken, üstünüze gelmişse bir koku alarak, o zaman da hiç kıpırdamayın isterseniz. Bir iki
koklayıp, burnuyla itip sonra gidecektir kendine yarayacak bir şey olmadığını
ve bir düşman da bulunmadığını sanıp geçip gidecektir.
Bu
yazımı da burada sonlandırırken, satırlarınızın okunması ve yaban domuzlarına
rastlamamanızı temenni ederim. Rastlarsanız da çaresi var meraklanmayın hem de
çok kolay. Yeter ki heyecan ve korkunuzu bir an bile olsa yenmeyi başarın. Gerisi
kolay.
Hoşça
kalın. J
03.05.18
Halil
Gönül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.