Seni çoook, çok seviyorum,
salak, malak beynim.
"Beynin gelişimi" |
Eğer
sağlam, adam gibi bir temel bulamazsa o da adam gibi sağlam bir temel bulmak
için ne varsa elde avuçta durmadan ince eleyip sık dokuyarak veya birini bir
yerden alıp başka bir yere koyarak değiş tokuşlarla uğraşarak ne yapı edip işi
hallediyor ve adam gibi sağlam bir temel kuruyor sonuçta. İşte o zaman önce o “tamam bu iş” narasını
patlatıyor arkasından da ben. Sanki benim marifetimmiş gibi. Olsun canım ne de
olsa tepemde taşıyorum o kadar olmasın mı yani?
Bir
zamanlar birileri bana “bu kadar her şeyi hatırlarsan sen kafayı yersin”
demişti aşağılarcasına. Çok kötü bir şey yapıyormuşum hissine kapıldım önce saf
saf ama bir cevap da vermedim çünkü bence önemli bir yetenekti hatırlamak hatta
ne dediğini –özellikle önemli konular sayılabilecek konularda- harfi harfine
hatırlamak gibi bir yetim vardı. Hala da korunur o yeti. Neden mi?
Çünkü:
verilen bir söz önemlidir ve kişinin güvenilirlik ölçüsüdür. Bir tür namus
ölçüsüdür. Güvenilir olmak sözünde durmakla pekişen bir durumdur hatta onlarca
söz verirsin ama bir sözünde duramadığında şüpheyle bakmaya başlarlar insana ve
arkasından gelen ikinci bir sözünde duramama durumu tüm itibarı ve
güvenilirliği yıkar, yerle bir eder. Onca yılların emeği bir anda yok oluverir.
Çoğunuz
hatırlarsınız hani bir reklam vardı “benim sermayem itibarımdır, itibarım bitti
mi her şeyim biter” diyordu veya buna benzer bir şeydi. Galiba çoook eskilerde
bir reklam, hiç bu günlere uyan bir şey değil gibi duruyor öyle değil mi.
Şimdi
konuyu değiştirmeden geleyim benim salak malak beynimi sevmeme.
Evet,
seviyordum zaten de arada bir ani çıkışlar yapıyordu benden habersiz de ben de
alınıyordum “acaba beni iplemiyor mu beyin” diye de verip veriştiriyordum
arada. O geri kalır mı hiç o da elinden geleni arkasına koymuyordu tabi “el mi
yaman bey mi yaman?” dercesine.
Şu
anda saat 05.00 gibi görünüyor. Daha bir saat önceye kadar ölüp ölüp dirilen
bir durumdaydım, beş yıla yakındır durumum aynıydı hatta bazen günden güne
kötüleşiyordu da. İntihar meyilliliği arttığını hissediyordum.
Bir
kitap okuyordum ve okuyup bitirmeme ramak kala birkaç satır okudum anılarla
ilgili ve bir anda her şey masmavi ve yemyeşil oluverdi. Denge bozukluğum, mide
bulantım, gözlerimin ağrısı ne varsa uçtular. Bu kitap “Dr. Peter A. Levine’nin Travma ve Anı”
kitabıdır. Bu kitabın 202. Sayfasının en
alt paragrafının üstündeki ilk beş satır:
”Duygusal hatalarımızdan gerekli
dersleri öğrenmezsek, kiminle karşılaşırsak karşılaşalım sonsuza kadar geçmişi
yinelemeye mahkûm oluruz. Kaç tane aşk hikâyesi ve evlilik “mutluluk” içinde
başlar ve sonunda eski–sevgililer birbirlerini anı bankalarından silmek
isteyecek hale gelirler?”
Aynı
kitabın yine aynı sayfasının başındaki cümleler:
“Kendimizle
olan ilişkimiz derin yaralar içindeyken başkalarıyla iyi ilişkiler kuramayız. Kendimiz
hakkında pek bir şey bilmiyorsak, tıpkı bir zamanlar ebeveynlerimizin
gözlerinde aradığımız gibi, kendi kimliğimizi başkalarının aynasında ararız.
Tüm sorunlarımızla ve açık yaralarımızla bir başkasının kollarında güvenli bir
liman ve şefkat bulmaya yöneliriz, ama o da aynı teselliyi bizde aramaktadır.
‘Sihirli ötekine’ bu yansıtmalar hiç de iyi bir strateji değildir ve sonunda
çöker, karşılıklı hayal kırıklığı ve küçümsemeye neden olur.”
Evet, şu meşhur “merhem” meselesi. Yaralı daima
kendine merhem arar ve bulduğunda da kullanıp atar yarası iyileşince. Her beyin çözüm odaklıdır ama benimki başka
bir acayip bir şey. Nasıl desem öyle böyle değil. Sonuca gidebilmek için var
gücü ve hızıyla çalışıyor ama tek şart doğruyu bulması yoksa olanı biteni kabul
etmiyor beni kandırmak için.
Ben kanmaya meyilliyim, bazen saflığım aptallık
derecesine varır, güvenirim, ağızdan çıkan laflara inanırım falan ama beynim
hiç de öyle yapmıyor. Ya herro ya merro deyip dalıyor ki ne dalıyor. Tam dalma
bu dalış. Nesi varsa yoksa çıkarıp döküyor ortaya ve ayıkla ayıklayabilirsen.
Ondan sonra da benim ayıklayamadığımı görünce bana nispet yapıp kıymet
bildirircesine hınzır bir gülümseme oturtuyor dudaklarına başlıyor işe benimle
birlikte.
İşte asıl mesele orada başlıyor. Al birini vur
ötekine, yer misin, yemez misin? Derken her yanı seller kaplıyor bazen de atı
alan Üsküdar’ı geçiyor da biz ikimiz ancak kendimize geliyoruz. Ama değiyor, her şeye değiyor. O kadar emeğin
boşa gitmediğine değiyor anlayacağınız.
Kitaptan alıntı satırları bilmediğiniz tür alengirli
cümleler değil, çok sıklıkla duyabildiğiniz hatta herkesin söyleyebileceği
cümleler aslında. Ben de çok kez duydum, okudum hatta hatta işin ilginci aynı
sözleri kullanarak öğütler bile verdiğimi, yollar gösterdiğimi hatırlıyorum
semeri devrilmiş eşeklerinin semerini düzeltmeye çalışırlarken görünce. Bu gün
anladım ki büyük laflar etmişim de haberim yokmuş meğer. Kendi eşeğim semeri
devirince beş altı yıldır semerini düzeltmeye çalışırken devrilen semerini
eşeğimin, anlamış bulundum söz konusu kitabı okurken.
Meğer ben kısa kısa takılıyormuşum meselelere.
Kendime de haksızlık, beynime de haksızlık ediyormuşum meğer. Özür dilesem
şımarır mımarır şimdi, boş verin özür mözür dilemeyeceğim beynimden. Sonuçta o
işini yaptı ben de kendi işimi. Yaptığı işin takdirini de gördü işte. Sevdiğimi
cümle âleme ilan etmiş oldum daha ne istiyor, istemesiiiiin! Yok, daha fazlası.
Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az. Anlasın, anlasın.
Şu an sevgili beynim diyor ki bana “iyi anılar
bırakacaksın, iyi anılar bırakmazsan karşındaki de sende iyi anılar bırakmaz,
sonra da kıçını yırtasıya uğraşırsın anıların şifresini çözmek için. Hatta imkânsızdır
çözebilmen çünkü birlikte aynı karında değildin, aynı genleri taşımıyorsun,
aynı geçmişi yaşamadın…” gibi daha bin bir şey sıraladı.
“Anlıyorum sevgili beynim, salak malaksın ama baya da
iş gördün. Beş yıl beni değirmenci Ali’nin kör beygir gibi dolandırdın durdun
ama oldu bu iş. Çok işime yaradı. Ayağa
dikildim. Yarından tezi yok işler değişecek bende. “
Baksana
hemen bu kadar yazı bile yazdım şunun şurasında uykusuz, aç sefil haldeyken
bile. Demek ki olmuş. İsteyerek ve şevkle yazdım bu yazıyı. Parmak uçlarımda
ağrı falan da hissetmiyorum.
“Seni
çoook, çok seviyorum, salak, malak beynim. Duydun muuuuuu?”
02.05.2018-0556
Halil
Gönül
Bu ne güzel bir beyin-ben savaşı Halil Bey... Benim beynim de iyidir, çalışmalarını sakin zamanlarda yapar ve dikkat ediyorum olmazsa olmazı ise, ben ve duygularımdan uzakta durmak. Çok kızıyor bize, kızarsa kızsın. Bu yaştan sonra ona ancak; edindiğim bilgileri gruplara ayırmasını, çıktısını almasını, klasöre yerleştirip bana vermesini rica ettim. Herkes işine baksın. Nasıl şiir okuyacağım ben peki duygusallaşmadan, ağlayıp, zırlamadan? Üstelik isim hafızasını güçlendirmediği için ona ceza verdim. İsim sözlüğü verdim. Her isme bir kod bulsun ve beni Şükran Hanıma, Şükrü Bey dedirterek gülünç durumlara düşürmesin. Yazık ama bana...
YanıtlaSilŞaka maka Halil Bey, bayıldım yazınıza. Çok geç saatlere kadar okumayın lütfen. Uyku da çok gerekli, beyninize iyi davranın. Huzurlu hafta sonları :))
Ece hanım, uyarılarınız için çok teşekkür ederim. Önemli uyarılar. Söz konusu yazarın yazıda bahsedilen kitabının yanında "kaplanı uyandırmak-travmayı iyileştirmek" kitabını da birlikte okumak gerekli bence beyinler ve vücut (organizma) arasındaki bağı anlamak için. burada bahsetmek uzun olacak ama kitap tanıtım yazımda bu kitapları anlatmaya çalışacağım. Beynimizi ve vücudumuzu tanımak açısından gerekli bence. Bu kitaplar farklı ufuklar açtı bende.
SilHoşça ve sevgiyle kalın. :))
:)) Okuyacağım...
Sil