"Öykü yazıyoruz" |
👉Öykü Bölümü: Berlin Berlin
"Saçları terden yüzüne yapışmış,
gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş, koşmaktan dizlerinde derman kalmamış
bir şekilde sokağın büyük caddeye açılan köşesinden ana yola fırladı. Zifiri
karanlıkta bir arabaya rast gelme umuduyla koşmaya devam etti. Yolun karşı
tarafında beliren ışığa biraz daha yaklaştığında, birinin kendine doğru
geldiğini ve fısıldayarak "Öykü" diye çağırdığını duydu."
👉Öykü Bölümü: DeepTone
"Öykü, Öykü, Öykü!"
Fısıldamaların şiddeti arttı: 'Öykü, kızım, hadi uyan, uyansana, hadi kızım,
sabah oldu, okuluna geç kalacaksın, uyan!!!' Bir sıçramayla uyandı: "Ah
anne, sen miydin beni çağıran, ne işin vardı ışığın altında?' 'Ne ışığı yavrum,
kabus mu görüyordun sen, sana kaç defa dedim, uykudan önce gerilimli filmler
izleme diye, hadi kalk artık, bir duş al, portakal suyunu iç ve dersine
yetiş."
👉Öykü Bölümü: Ebemkuşağı
"Neyse ki rüyaymış dedi Öykü. Derin
bir nefes aldı. Sonra kalkıp lavaboya gitti. Yüzüne çırptığı suyla kendine
geldi. Annesi içeriden; 'İki lokma bir şeyler ye!' diye sesleniyordu. 'Geç
kaldım anne!' diyerek, odasına gidip aceleyle giyindi. Annesine bir öpücük
gönderip masanın üzerinde duran bir bardak sütü içtikten sonra kendini dışarı
attı. Hızlı adımlarla ışıklara geldi.Tam caddeden karşıya geçmeye hazırlanırken
acı bir fren sesi duydu. Bir an, geceki rüyanın etkisiyle arabanın kendisine
çarptığını zannedip gözlerini kapattı. Sonra kendine gelip gözlerini açtığında
yerde yatan bir kedi yavrusu gördü. Hemen kediyi kucağına aldı. Neyse ki birkaç
ufak çizikten başka görünür bir yarası yoktu kediciğin. İlk dersi kaçırmıştı
zaten. Eve dönüp annemden mi yardım istesem yoksa veterinere mi götürsem diye
ikilemde kaldı Öykü."
👉Öykü Bölümü: İncirli Kurabiye
"Ama kısa sürede toparladı
kafasını. Düşünmesine gerek yoktu ki, ne yapacağını o çok iyi biliyordu. Yüzüne
kocaman bir gülümseme yayıldı. İçinde kelebekler uçuşmaya ve kalbi hızlıca
atmaya başladı. Çünkü aklına gelen fikir onu heyecanlandırmıştı. Eve dönüp
annesinden yardım almayacaktı elbette, kediyi veterinere götürecekti. Her gün
okuluna giderken yolunu uzatıp kliniğinin önünden geçtiği, 'acaba karşılaşır
mıyım?' düşüncesi ile kapısının önünde oyalandığı, aşık olduğu veterinere
götürecekti kediyi. O veterineri de ilk, arkadaşının kedisini götürdüklerinde
görmüştü... Zaten o anda da aşık olmuştu. Ondan sonra sürekli oraya gitmek için
bahaneler buluyordu. Hatta veteriner onu geçen hafta kapısının önünden geçerken
görünce içeri kahve içmeye çağırmıştı. Öykü o günden sonra daha çok görmek
istiyordu veterineri. Hakkında bütün bilgiye sahipti.. Öykü daha üniversite 4.
sınıftaydı, veteriner ile aralarında 3 yaş vardı..."
👉Öykü Bölümü: Feri Peri"
Ayakları ondan evvel davranıp harekete
geçmişlerdi bile. Hızlı adımlarla yürüyor, ılık sabah rüzgarını kızarmaktan
kendilerini alamayan yanaklarında hissediyordu. Başını gökyüzüne doğru
kaldırdı. Mavinin envaiçeşit rengine bürünmüş, güneşin anaç ışıklarından
şahsına pay çıkarmaya çalışıyordu gök kubbe.'Ne güzel bir Nisan sabahı..."
dedi Öykü mutluluğun iksiri aşık olma hali ile sarhoş olurken. Küçük kedicik o
sırada iyice kucağına yayılmış, karamel kahvesi tüylerini yalamakla
meşguldü.Bir sokak geçti, sonra bir sokak daha. Veteriner kliniği ile arasında
sadece yirmi metre kalmıştı ki hemen yanı başındaki bir dükkanın camekanının
önünde durdu. Camın yansımasında kendisini yeterince beğenene kadar üstüne
başına bir çeki düzen verme gayretine girişti. Ensesinde topladığı koyu kumral
saçlarını saldı. Saçlar omuzlarına düştü; perçemleri de küçük ve sevimli
alnına. İşte şimdi hazırdı..."
👉Öykü Bölümü: Bir Yıldızın Hikayesi
Heyecan içinde özel kliniğin
merdivenlerinden çıkarken kalp atışlarının ritmini frenlemek istercesine elini
göğsüne bastırdı ve her adımı ile yüreğinin derinliklerinde giderek daha da
çoğaldıklarını hissettiği pır pır uçuşan sevgi kelebeklerine hemen oradan
uzaklaşmalarını söyledi. Olabildiğince normal görünmeye gayret etse de
kucağında taşıdığı yaralı minik kedi kadar ürkek ve narindi. Bekleme salonunda
girdiğinde daha önce hiç karşılaşmadığı sarı saçlı, ela gözlü, beyaz önlüğün
içinde bile oldukça alımlı görünen bir genç kız karşıladı onu. 'Bu kız da
nereden çıktı şimdi?' dedi içinden. Öfkesini yatıştırmaya çalışarak 'Tunç Bey
müsait mi?' diye sordu ve ekledi 'Minik kedinin durumu biraz acil de'. 'Tunç
Bey şimdi bir operasyonda. 15 dakikaya kadar çıkar. O müsait oluncaya kadar ilk
müdahaleyi ben yapayım dilerseniz. Ben onun yeni asistanıyım, adım Seray' deyip
onay beklemeden çekip aldı kediciği Öykü’nün kucağından. Onu muayene odasına
doğru götürürken geride bıraktığı parfümün rüzgarından hiç hoşlanmamıştı Öykü.
Asistanın mekanik kollarında muayeneye giden kedicik ise çaresizce teslim oldu
kaderine. Müjde annenin biricik kuzusu ve mahalledeki en yakın kankası
Bücürük’le bugünkü pinpon maçını iptal edecekti mecburen."
👉Öykü Bölümü: Sibella
"Öyle görünüyordu ki beklemekten
başka bir şansı yoktu. Boş bulduğu bir sandalyeye yöneldiği sırada telefonundan
gelen sesle aniden irkildi. Arayan Müjde’den başkası değildi. Ne diyecekti
şimdi ona? Düşünmek yerine telefonu açmaya karar verdi. Telefondaki sesle
ikinci defa irkildi. 'Öykü! Neredesin sen Allah aşkına? Okula da gitmemişsin
bugün. Akşamki maçı unuttuğunu söyleme sakın bana!' Derin bir nefes aldı ve
'Müjde...' dedi; 'Söz veriyorum en ince ayrıntısına kadar anlatacağım ama şimdi
değil. Maçı da ertelememiz gerekiyor. Kızma olur mu?' diyerek kapattı telefonu.
Neyse ki Müjde fazla kurcalamamıştı konuyu.Telefonu çantasına koyarken ,
merdivenlerden inen Tunç’u gördü. Heyecanlanmayacağına dair kendi kendini
telkin ederken Tunç da onu çoktan görmüştü. 'Öykü...' dedi; 'Senin burada ne
işin var?' 'Şey...' diyebildi… 'Kedi.. araba çarptı da aklıma sen geldin.' 'Çok
iyi yapmışsın, nerede şimdi? Seray ilk müdahaleyi yapmıştır, gel bir beraber
bakalım nesi varmış senin kedinin.' Seray adını duymaktan hoşlanmadığını fark
etti ama muayene odasına Tunç'la girecek olmak ona adeta zafer kazandırmıştı.
Küçük bir müdahale sonrası kedicik de kendine gelmişti. Artık gitme vaktiydi.
Oysaki gitmek hiç içinden gelmiyordu. Vedalaşırken dile getirmeye çekinir gibi
tutuk bir tavırla 'Şey...' dedi yine. 'Öğle tatili vakti geldi galiba, aç
mıydın?' Tunç biraz düşünür gibi oldu; 'Aslında çok aç değilim ama şu köşe
başında yeni bir pastahane açıldı, tatlılarının güzel olduğunu söylüyorlar. Ne
dersin tatlı yiyelim mi?'"
👉Öykü Bölümü: Mutlu Yazar
"Öykü Tunç'un teklifini
duyunca sevinçten çığlık atmamak için zor tuttu kendini. Sevincini belli
etmemeye çalışarak tamam benim için uygun diyerek cevap verdi. Bir taraftan da
Tunç'u süzüyordu. Tunç uzun boylu, geniş omuzlu, kumral, yeşil gözlü kendinden emin
tavırlı, sakin bir gençti. Öykü'ye gülümseyerek 'Hadi çıkalım.' dedi. Tunç
Öykü'nün ilgisini fark etmişti. Bu ilgi hoşuna da gitmişti fakat belli etmedi.
O da Öykü'yü beğeniyordu. Neden olmasın diye mırıldandı. Aslında tanımak da
istiyordu onu. Gördüğü diğer kızlardan farklıydı. Doğal, saf bir görüntüsü
vardı. Üniversite hayatında hiç ciddi ilişkisi olmamış, kimseye
güvenememişti.Pastahanede oturup biraz sohbet ettiler. Havadan sudan
konuştular. Daha sonra Tunç Öykü'nün okulunu sordu. Bu sene bitireceğini
öğrenince çok sevindi. Tunç'un ses tonu o kadar yumuşak ve etkileyiciydi
ki hiç susmasın konuşsun istiyordu Öykü. İkisi de çok keyif almıştı bu
sohbetten.Öykü Müjde'yi düşündü bir an, Tunç'u tanısa nasıl şanslı olduğunu
söylerdi Öykü'ye herhalde.Az sonra Tunç ayağa kalktı; 'Artık gitmem gerekiyor
iş beklemez' dedi. Öykü'ye dönüp '...yarın tekrar buluşalım istersen...'
diye gülümsedi.Öykü bu gelişmeden çok mutlu olmuştu. Hiç bu kadarını
beklemiyordu. Yeni bir aşk mı başlıyordu acaba? 'Tamam, yarın görüşürüz!'
diyebildi. Tekrar buluşmak üzere vedalaşıp ayrıldılar..."
👉Öykü Bölümü: Berlin Berlin
Öykü'nün içi içine sığmıyordu. Yarın
tekrar buluşacaklardı. Bu ne demekti? Acaba Tunç'un hisleri de Öykü'nünki ile
aynı mı idi? Bu teklif acaba bir ilişkinin başlangıcı mı idi? Yoksa sadece
arkadaşça, basit bir buluşma teklifi mi idi? Seray Tunç'un sadece asistanı mı
idi? Yoksa aralarında bir bağ var mı idi? Bunun gibi yüzlerce düşünceyle,
heyecan içinde yarının gelmesini bekliyordu. Müjde'yi arasamı idi? Ama geç
olmuştu. Bir yandan da bu gece heyecandan uyuyamayacağını düşünüyor ve yarın
gözünün altında bir sürü mor halka ile Tunç'un karşısına geçmek istemiyordu.
Yatağına uzandı ve bir sürü düşünceyle, sonunda uykuya daldı.
Öykü Bölümü :Sessiz kaldım
Öykü derin bir uykuya dalar ve kafasında
binlerce düşünceyle uyur...Ve güzel bir sabaha uyanır lavaboya gider elini
yüzünü yıkar kendine gelir öyle ki neşeli neşeli içinden bir
şarkı mırıldanıyor du ..yalnız benim için bak yeşil yeşil diye
mırıldanıyor du :) öykü eski şarkıları dinlemeyi severdi zaman zaman
...Annesi seslendi hayırdır öykü bu sabah ne mutluluk ne neşe böyle bu
sefer güzel rüyalar gördün galiba yüzün de adeta güller açıyor malum geçen
sefer kötü bir kabus görmüştün...
Öykü derin bir nefes alır yüzün de
o tatlı gülümsemesiyle annesine döner hiç bir şeyim yok der annesine sadece bir
kaç sınavımdan iyi not aldım biraz rahatladım ondan
anneciğim :)der
iyi peki öyle olsun bakalım dedi
annesi hadi o zaman kahvaltıya ...Güzel bir kahvaltıdan sonra öykü
heyecanla Tunç'la buluşacağı saatleri iple çekiyordu üstünü giyen öykü
artık hazırdı annesini öptü görüşürüz anneciğim diyerek evden çıktı dışarıda
bir kaç işini hallettikten sonra Tunç'la buluşacağı zaman gelmişti zaten dünden
beri çok heyecanlıydı ve heyecanı iki katına çıkmıştı kalbi pır pır
ediyordu adeta ...Ve Tunç'un özel kliniğine doğru yürümeye
başladı ve gelmişti artık içeri girdi karşısın da Tunç'u göreceğini
beklerken asistanı Seray çıktı zaten ona karşı içini kemiren sorular vardı
neyse ki çabuk toparlandı merhaba Seray dedi Seray da merhaba öykü hoş geldin
dedi ..hoş buldum der öykü ...Ve tam Tunç'u soracakken Tunç
odasından çıkar Tunç öykü gördüğü an içinde kelebekler uçmaya
başlamıştı Tunç'un hemen merhaba hoş geldin Öykü ..Öykü: merhaba hoş buldum der
onun da içi cıvıl cıvıldı Öykünün ...Tunç hadi çıkalım mı der
öyküye ...Öykü Tabi hazırım çıkabiliriz .. Ve ikisi de
çıkar yan yana yürümeye başladılar Öykünün halen kafasında binlerce
sorulara rağmen Tunç'un yanın da olduğu için çok mutluydu...Tunç o
naif sakin ses tonuyla Öykü'ye bakar nereye gitmek istersin diye
sorar ...Öykü bir an düşünür güzel bir deniz havasımı alsak
Vapurda çay simit çok güzel gider martılar der Öykü ..Tunç Tabi
neden olmasın çok güzel olur hadi o zaman gidelim der Öykü'ye Ve vapura
doğru yol almaya başlarlar .. Ve yolda konuşmaya başlarlar ...
Öykü Bölümü :Okuma Günlüğüm
Tunç’la başbaşa olmak, sohbet etmek bir
hayal kadar güzeldir Öykü için. Ne konuştuklarının hiçbir önemi yoktur zaten.
Havadan sudan konuşurlar, Tunç’un yanında zaman su gibi akmaktadır, neredeyse
yarım saatlik yol onlara birkaç dakika gibi gelmiştir ve birden kendilerini
iskelede bulurlar.
Ada vapurunun kalkmak üzeredir. “Hadi,”
der Tunç, halbuki yol uzundur, kim bilir kaçta dönebileceklerdir, Öykü
annesinin onu merak edebileceğini de geçirir aklından ama kalbi öyle hızlı
atmaktadır ki hiç bir şey düşünmeden Tunç’un peşinden gider. Kendini inanılmaz
hafif ve mutlu hissetmektedir. Vapurda hemen üstteki açık güverteye geçerler,
yola çıkar çıkmaz vapurun etrafını saran martılara geçerken aldıkları simitleri
atarlar, sonra çay içerler, sohbet ederler ve yine zaman uçup gitmiştir bile.
Tunç da Öykü’nün yanında ne kadar rahat ve keyifli olduğunu şaşkınlıkla fark
eder. En başta onun güzelliğinden etkilenmiştir ama onu tanıdıkça çok daha özel
bir şeyler olduğunu anlamıştır. Zaten Ada’ya gitme fikri de aslında bilinçaltıyla
verdiği bir karardır…
Vapurdan indiklerinde Öykü’nün ne
yapacaklarını merak etmesine fırsat vermeden “seni biriyle tanıştıracağım,” der
Tunç ve kolundan tutup birbirinden güzel evlerin, köşklerin sıralandığı bol
ağaçlı bol kedili sokaklardan birine sürükler. Öykü Tunç’un bu heyecanına biraz
şaşırsa da mutluluk içinde onu takip eder…
👉Öykü Bölümü: Berlin Berlin
Böyle güzel, hoşsohbet ilerlerlerken,
Öykü'nün telefonu çalar ve annesi ona acilen eve gelmesini söyler.
Tunç'un onu nereye götüreceğini çok merak etmesine rağmen, aklı annesinde
kalır. 'Acaba önemli bir şey mi oldu' diye düşünür ve Tunç'a acil işinin
çıktığını, bu yüzden eve gitmesi gerektiğini söyler ve oradan ayrılarak
eve doğru yol alır... Yolda, acaba rüyada mıyım, bunların hepsi birer düş mü?
diye tatlı bir düşünceyle ilerler. Etrafına mutlulukla bakınarak, ne güzel bir
bahar günü, ne güzel çiçekler, her şey ne güzel diye düşünür.
Bahar bu sefer başka bir bahardı.
Çiçeklerin renk cümbüşü, güneşin teni okşayışı ve rüzgarın esintisiyle düşlerin
gerçek olma ihtimali var gibiydi.
Öykü, esrik duygularla yolda yürüyordu.
Yine aynı acı fren sesini duydu. Kalbi
yerinden çıkmış gibi çarpıyordu. Arkasına dönüp baktığında sabah kediye çarpan
arabayı gördü.
Arabaya odaklandı. Spor araba ile cip
arasında yeni modellerden biriydi. Parlak mavi tonuyla, araba hemen fark
ediliyordu. Kapı açıldı.
Saçlarını arkaya toplamış, deri ceketli
kirli sakallı ve gözlüklü erkek indi.
Gözlükleri olsa da bakışları Öykü'ye
kitlenmişti. Bunu o kadar mesafeden hissedebiliyordu.
O anın etkisiyle mi bilinmez; gök
grileşti. Soğuk bir rüzgar başladı... Yanından geçen iki kadın aralarında o
adamdan konuşuyordu. Kısa saçlı olan kadın: "Mahalleye yeni geldi. Geçen
alt komşu onu merdivenden inerken görmüş. Belinde silah varmış. Her gece,
farklı kişilerle eve geliyormuş."
Diğeri yetiştirdi:"Genç kızlarla da
görülmüş. Konuştuğunda insan ürperiyor. İçinde canavar var, sanki. Şerrinden
koru, Yarabbim! Nereden geldiyse, oraya geri dönse!."
Kadınlar uzaklaşırken adamsa ona doğru
yürüyordu. Öykü, kendini gördüğü kabusların içinde hissetti. Kaçmak istiyor,
ama; olduğu yere mıhlanmıştı...
İçindeki ses; ona düşünmeden orayı terk
etmesini söylüyordu. Öykü sakinleşmeye çalışarak yola baktı. En azından bu
sefer kimse zarar görmemişti.
Ve adam gelmişti bile öykü'nün yanına
iyi misiniz dedi. Öykü konuşamıyordu sonra kendine geldi iyiyim dedi adam
öykü'ye öyle bakmıştı ki daha çok korkmaya başlamıştı ve uzaklaştı oradan hızlı
adımlarla öykü. Hemen eve gitti annesine olanları anlattı annesi geçti kızım
korkma dedi (annesi
bir anda neden panikledi) diye düşündü
bir an öykü ama annesine çok güvendiği için sormadı onun yanında
kendini huzurlu hissediyordu ve odasına çıkıp yatağına yattığın da düşündü ben
neden o adamı gördüğüm de bir şeyler hissettim annem neden bu kadar panik yaptı
acaba diyerek uykuya daldı. Uyandığın da evin her yerine baktı ve annesi evde
yoktu bir şeyler yedi ve oturdu o arada annesi dışarıda dolaşırken bir anda o
adamı gördü Selçuk dedi Selçuk şaşırmıştı öykü'nün annesi başladı
konuşmaya yıllar sonra beni bırakıp gittin şimdi neden döndün biliyor musun sen
beni bıraktığın da ben hamileydim kızımıza ve sana bunu anlatamadım çünkü beni
bırakıp gittin defalarca aradım seni ama dönmedin sen beni hiç sevmemiştin
zaten. Selçuk umursamadı ama bir yandan içinde bir his oluştu nedenini
bilmediği öykü'ünün hiç bir şeyden haberi yoktu öykü evde oturuyordu ve canı
sıkılmıştı hazırlanıp dışarı çıktı etrafına bakınırken annesiyle Selçuğu
konuşurken gördü ( ne konuşuyordu bunlar ) diye düşündü ve yavaşça onları
dinlemeye karar verdi öykü'nün annesi sen umursamıyorsun ama bizim bir kızımız
var adı öykü dedi.Öykü duyduğun da şok olmuştu.
Baba diyerek bağırdı !
Annesi ve Selçuk arkasına döndü öykü
dedi......
👉Öykü Bölümü: https://deepinsideones.blogspot.de
Yıllardır adına bir sürü hikaye
dinlediği adam şimdi karşısında duruyor olamazdı. Kalbi ile hüzünlü anıların
arasında geçişler yaşamaya başlamıştı bile. Annesinin sözlerinin öfkeli
yumruklarla çarptığı kişi gerçekten babası mıydı? Buna inanmasını kimse
bekleyemezdi ondan. Ailede herkesin dilinde ölmüş olarak dolanan biri nasıl
olur da evlerinin önünde dikilebilirdi. "Öykü bunu açıklamamıza izin ver
lütfen" dedi annesi gözlerinden yaşlar süzülürken. Bunu açıklamak mı? 21
senelik bir yalan nasıl açıklanabilirdi ki.
Öykü ne yaptığını bilmez bir halde
koşarak caddeye doğru ilerledi. Annesi peşinden koşmaya çalışsa da yetişemedi.
Kalbi ve ruhu büyük bir tezatlık içinde yeniden sıkışmaya mahkum edilmişti.
Çocukluk anıları birer birer gözlerinde yeniden sahneliyordu. Onca sene öldüğüne
inandırılan babasına kavuşabildiği için sevinecek değildi ya. Kalbinin sessiz
çığlığı yükselmeye başlarken güneşin yeni yeni aydınlatmaya başladığı caddenin
başında tüm bedeni tir tir titremeye başladı. Heyecanla beklediği yarınların
hiç bir anlamı kalmamış hissine kapıldı. Babası dedikleri adam, Öykü'nün
hayatında hiç bir anlamı olmayan gölgeden başka bir şey değildi. "Kalbimin
derinliklerinde kabuk bağlamış bir acı vardı ve her şey altüst oldu." dedi
kendi kendine. Bu saçmalığa ne inanmak ne de dahil olmak istemiyordu. Belki de
hayatının en hızlı ve zor kararını aldı o an ve annesinin işe gideceği saati
beklemek için köşe başındaki kafeye oturdu.
Saatler inatla ilerlemek bilmezken, evin
boş olduğuna inandığı anda koşarak eve döndü. Duvarında asılı olan haritaya
baktı. "Yıllardır ertelediğim yolcuk, işte şimdi hayatımı
değiştirecek." diyerek çantasına dolapta bulduğu bir kaç parça eşyayı
tıkıştırdı. Yıllardır biriktirdiği paraların durduğu desteyi montunun cebine
koydu. Susmak bilmeyen telefonunu tamamen kapatarak kendini bulmak için çıktığı
yolculuğa adım attı.
👉Öykü Bölümü: Berlin Berlin
Anne ve babasıyla tekrar yüzyüze gelmek
istemiyordu. Neticede kendini kandırılmış hissediyordu. Ama Tunç? Ona da bir
veda etmeden mi yola çıkacaktı? Tam aralarında bir yakınlaşma olmuşken, bu
kadar basit mi bitecekti her şey? Tekrar telefonunu açtı ve işaret
parmağını Tunç'un numarasının üzerinde dakikalarca bekletti. Arasa ne diyecekti
ki? Kafası karmakarışık bir şekilde ne yapacağını düşünürken, bir anda telefonu
çalmaya başladı. Arayan Tunç'tu. Kalbi ilk defa bu kadar hızlı çarpıyordu.
Elleri titreyerek telefonun açma tuşuna dokundu ve titrek bir sesle
"Alo" dedi. Tunç'un sesi de tuhaf geliyordu ama onun bir şey
söylemesini beklemeden Öykü hemen, " Sana anlatmam gereken çok önemli bir
şey var" dedi. Tunç da ağır ve sessiz bir şekilde "Benim
de" dedi. "O zaman yarım saat sonra dünkü buluştuğumuz
pastanede seni bekliyorum" diyerek telefonu kapattı.
👉Öykü Bölümü: Acemi Demirci
👉Öykü Bölümü: Acemi Demirci
Öykü’nün şu bir iki gündür yaşadıkları
inanılır gibi değildi... Bunca sene öldü bildiği babası çıkagelmişti. Hayalinde
yaşattığı babasına hiç benzemeyen garip bir adam. Hiç de tekin gözükmüyordu.
Sonunda hep istediği şey olmuş, Tunç ile bir pastanede oturup laflayabilmiş olsa da yine de istediği gibi olmayan şeyler vardı. Seray aklından çıkmıyordu bir kere. Bilinmezlikler içinde kalmak hoşuna gitmemişti.
Öykü, tüm bu olanlar nedeniyle kendini altüst olmuş hisseder, düşünceleri karmakarışık iken kafasını toparlayamadıkça atacağı adımların doğruluğundan emin olamayacaktı. Sağlıklı düşünmekten çok uzaktı şu sıra.
Gitmese miydi acaba Tunç ile görüşmeye. Öyle ya, Tunç’un kendisine söyleyebileceği ne olabilirdi ki o kadar önemli. Birkaç kez ayak üstü ya da bir tatlı yemelik sürede konuşabildiği birinden bunca önemli ne duyacak olabilirdi ki!
Nasıl olsa uzaklaşacaktı buralardan artık. Gitmeden önce Tunç’u bir kez daha görmekten bir şey olmazdı. Zaten tutup da “bak Öykü, sakın şaşırma ama bunca yıl öldü sandığın baban aslında yaşıyor ve bu mahallede yaşıyor” diyecek hali de yoktu. Bu gerçeği öğrenmişti zaten.
Tunç erkence gitmişti buluşacakları yere. Onu bekliyordu. Bir an önce anlatacaklarını anlatıp Öykü duysun istediği belliydi. Öykü de masadaydı sonunda.
Garsona siparişleri verdikten sonra “gidiyorum” dedi Öykü, damdan düşer gibi. Tunç anlamadı, “daha yeni geldin, ev kaçmıyor ya, gidersin” deyince, “yok, öyle değil. Buralardan uzaklaşıyorum” diye cevapladı Öykü.
Şimdi Tunç da en az Öykü kadar allak bullak haldeydi. Altüst olmuş iki insan karşılıklı oturmaktaydılar. “Neden, nereye?” diye sordu Tunç. “Sakin, kafa dinleyeceğim bir yere”. “Neden?” diye üsteledi Tunç. “Altüst oldum. Karmakarışığım” dedi Öykü. “Ne oldu ki altüst edecek kadar seni?” Öykü, belli ki anlatacak halde değildi. “Anlatması zor. Ben gideceğimi söylemek istemiştim sana” diyebildi. “Nereye?” diye yine sordu Tunç. Öykü sustu. Sonra “Senin anlatacağın önemli şey neydi?” diye sordu Tunç’a. Tunç yutkundu. Anlatacakları, karşısına geçmiş gideceğini söyleyen birine anlatılacak şeyler değildi.
Öykü sessizliği bozmak, buraya kadar gelmişken Tunç’un önemli dediği şeyi öğrenmek istiyordu uzaklara gitmeden önce. Neydi o acaba? “Bir şey söyleyecektin bana?” diye söze girdi Öykü. Tunç, gözlerini üst üste kırparak baktı Öykü’ye. “Anlatacaklarım, uzaklara gidecek birisi için değildi” dedi.
Öykü hep üsteleyen, Tunç da açılmak yerine hep kaçamak cevaplar veren oldu sonraki dakikalarda. Belli ki Tunç anlatacağı her ne idiyse anlatmayacaktı. Telefondaki o kararlı Tunç gibi gözükmüyordu. Bu sırada Tunç’un telefonu çaldı. “Kesin Seray’dır. Bir hayvan gelmiştir, acele gel diyecektir Tunç’a” diye düşünürken telefon ekranında arayanın “Beşik Kertmesi” olarak kayıtlı olduğunu gördü. Tunç da sanki bir çocukla konuşur gibi bir hava içinde tamamladı konuşmasını.
Öykü’nün gözleri büyüdü. Tunç’un bir beşik kertmesi mi vardı yani? Başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Oysa ki her şeyi bırakıp gitmeye hazırlanan, kararlı bir insanın böyle hissetmemesi gerekmez miydi? Ama kazın ayağı öyle değilmiş meğer. Gözünü kırpmadan gitmelere kalkarken bir telefon araması onu ne hale getirmişti bak işte. Bu arada Tunç masadaki peçeteyle oynuyor hatta üzerine bir şeyler karalıyordu aklı karışık insanların çoğunun yaptığı gibi.
“Acele ile alınmış yanlış bir karar olmasın sakın gitme isteğin” diyebildi Tunç. Cevap veremedi Öykü, çünkü böylesi anlarda alınan kararlar ne kadar doğru olabilirse kendi kararı da o kadar doğruydu. Okulunu, bunca sene kendisini tek başına büyütmüş annesini, arkadaşlarını, evini, Tunç’u bırakıp gitmek, kaçmaktı aslında. Hayata kaçarak mı başlayacaktı? Elindeki avucundaki bitince ne yapacaktı? İşi gücü yoktu, elinden gelebilecek bir şey de yoktu. Bulaşık bile yıkayıp kazanamazdı ekmek parasını. Tüm tabakları kırıp borçlu bile çıkardı.
İyisi mi bir düşünse miydi gidip gitmeme kararını. En azından birkaç gün daha bekleseydi. Tunç’un yüzüne bakınca geride neler bırakacağını görmüştü çünkü. Babası gittiğinde annesi de bu halde olmalıydı. Şimdi babasının annesine yaptığını kendisi Tunç’a mı yapıyordu yoksa? Babasından ne farkı kalırdı insanları bu halde bırakıp sırtını dönüp giderse? YYok, gitmemeliydi. En azından şimdilik.
“Tunç”, dedi. “Hemen gitmeyeceğim. Belki hiç gitmeyeceğim.”
Tunç bunları duysa da gözlerini peçeteden kaldıramadı. Öykü biraz daha yüksek sesle aynı şeyleri tekrar söyledi. Sonra da “Şimdi sen söyle, neler anlatacaktın bana” .
Tunç, ”Gitmeme kararın kesinleştikten sonra söyleyebilirim söyleyeceklerimi ancak” deyip, üzerine bir şeyler çiziktirdiği peçeteyi katlayıp Öykü’nün avucuna bıraktı. Birkaç resim, birkaç söz, birkaç şiir dizesi yazmıştı. Bir de öyle bir cümle vardı ki…
“Bunu benim yanımda açma. Eve git. Kendi kendine kal. Hafif bir müzik aç. Sonra bak peçeteye. Okuduğun her sözcüğün anlamını tart. Sonra istersen konuşalım.”Öykü yine altüst olmuştu. Tunç’tan duyacaklarını sesli olarak duymayacak, görecekti. En büyük korkusu da anladıkları ile anlatılanların birbiri ile örtüşmemesi idi tabii. Ne yazmış olabilirdi ki Tunç peçeteye. İçinde ikisinin baş harfleri yazan bir kalp çizip içinden ok mu geçirmişti? Bu çizim için en iyi yerin ağaç gövdeleri olduğunu sanırdı oysa. Yoksa yüzüne söylemeye cesaret edemediği şeyleri kâğıda yazacak kadar kaçak güreşen biri miydi Tunç?
Madem Tunç konuşmayacaktı iyisi mi bir an önce eve gidip peçete kâğıdına bakmaktı. Ne vardı o kâğıtta? Beşik Kertmesi de aklını kurcalayıp duruyordu, Seray yetmezmiş gibi.
Kimmiş, neyin nesiymiş onu da öğrenmek istiyordu. Çekip giderse buralardan asla öğrenemezdi. Kalacaktı. Ama bunu Tunç’a hemen söylemeyecek ne yaptığını görecekti onun, kendisini gidecek sandığı için.
Sonunda hep istediği şey olmuş, Tunç ile bir pastanede oturup laflayabilmiş olsa da yine de istediği gibi olmayan şeyler vardı. Seray aklından çıkmıyordu bir kere. Bilinmezlikler içinde kalmak hoşuna gitmemişti.
Öykü, tüm bu olanlar nedeniyle kendini altüst olmuş hisseder, düşünceleri karmakarışık iken kafasını toparlayamadıkça atacağı adımların doğruluğundan emin olamayacaktı. Sağlıklı düşünmekten çok uzaktı şu sıra.
Gitmese miydi acaba Tunç ile görüşmeye. Öyle ya, Tunç’un kendisine söyleyebileceği ne olabilirdi ki o kadar önemli. Birkaç kez ayak üstü ya da bir tatlı yemelik sürede konuşabildiği birinden bunca önemli ne duyacak olabilirdi ki!
Nasıl olsa uzaklaşacaktı buralardan artık. Gitmeden önce Tunç’u bir kez daha görmekten bir şey olmazdı. Zaten tutup da “bak Öykü, sakın şaşırma ama bunca yıl öldü sandığın baban aslında yaşıyor ve bu mahallede yaşıyor” diyecek hali de yoktu. Bu gerçeği öğrenmişti zaten.
Tunç erkence gitmişti buluşacakları yere. Onu bekliyordu. Bir an önce anlatacaklarını anlatıp Öykü duysun istediği belliydi. Öykü de masadaydı sonunda.
Garsona siparişleri verdikten sonra “gidiyorum” dedi Öykü, damdan düşer gibi. Tunç anlamadı, “daha yeni geldin, ev kaçmıyor ya, gidersin” deyince, “yok, öyle değil. Buralardan uzaklaşıyorum” diye cevapladı Öykü.
Şimdi Tunç da en az Öykü kadar allak bullak haldeydi. Altüst olmuş iki insan karşılıklı oturmaktaydılar. “Neden, nereye?” diye sordu Tunç. “Sakin, kafa dinleyeceğim bir yere”. “Neden?” diye üsteledi Tunç. “Altüst oldum. Karmakarışığım” dedi Öykü. “Ne oldu ki altüst edecek kadar seni?” Öykü, belli ki anlatacak halde değildi. “Anlatması zor. Ben gideceğimi söylemek istemiştim sana” diyebildi. “Nereye?” diye yine sordu Tunç. Öykü sustu. Sonra “Senin anlatacağın önemli şey neydi?” diye sordu Tunç’a. Tunç yutkundu. Anlatacakları, karşısına geçmiş gideceğini söyleyen birine anlatılacak şeyler değildi.
Öykü sessizliği bozmak, buraya kadar gelmişken Tunç’un önemli dediği şeyi öğrenmek istiyordu uzaklara gitmeden önce. Neydi o acaba? “Bir şey söyleyecektin bana?” diye söze girdi Öykü. Tunç, gözlerini üst üste kırparak baktı Öykü’ye. “Anlatacaklarım, uzaklara gidecek birisi için değildi” dedi.
Öykü hep üsteleyen, Tunç da açılmak yerine hep kaçamak cevaplar veren oldu sonraki dakikalarda. Belli ki Tunç anlatacağı her ne idiyse anlatmayacaktı. Telefondaki o kararlı Tunç gibi gözükmüyordu. Bu sırada Tunç’un telefonu çaldı. “Kesin Seray’dır. Bir hayvan gelmiştir, acele gel diyecektir Tunç’a” diye düşünürken telefon ekranında arayanın “Beşik Kertmesi” olarak kayıtlı olduğunu gördü. Tunç da sanki bir çocukla konuşur gibi bir hava içinde tamamladı konuşmasını.
Öykü’nün gözleri büyüdü. Tunç’un bir beşik kertmesi mi vardı yani? Başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Oysa ki her şeyi bırakıp gitmeye hazırlanan, kararlı bir insanın böyle hissetmemesi gerekmez miydi? Ama kazın ayağı öyle değilmiş meğer. Gözünü kırpmadan gitmelere kalkarken bir telefon araması onu ne hale getirmişti bak işte. Bu arada Tunç masadaki peçeteyle oynuyor hatta üzerine bir şeyler karalıyordu aklı karışık insanların çoğunun yaptığı gibi.
“Acele ile alınmış yanlış bir karar olmasın sakın gitme isteğin” diyebildi Tunç. Cevap veremedi Öykü, çünkü böylesi anlarda alınan kararlar ne kadar doğru olabilirse kendi kararı da o kadar doğruydu. Okulunu, bunca sene kendisini tek başına büyütmüş annesini, arkadaşlarını, evini, Tunç’u bırakıp gitmek, kaçmaktı aslında. Hayata kaçarak mı başlayacaktı? Elindeki avucundaki bitince ne yapacaktı? İşi gücü yoktu, elinden gelebilecek bir şey de yoktu. Bulaşık bile yıkayıp kazanamazdı ekmek parasını. Tüm tabakları kırıp borçlu bile çıkardı.
İyisi mi bir düşünse miydi gidip gitmeme kararını. En azından birkaç gün daha bekleseydi. Tunç’un yüzüne bakınca geride neler bırakacağını görmüştü çünkü. Babası gittiğinde annesi de bu halde olmalıydı. Şimdi babasının annesine yaptığını kendisi Tunç’a mı yapıyordu yoksa? Babasından ne farkı kalırdı insanları bu halde bırakıp sırtını dönüp giderse? YYok, gitmemeliydi. En azından şimdilik.
“Tunç”, dedi. “Hemen gitmeyeceğim. Belki hiç gitmeyeceğim.”
Tunç bunları duysa da gözlerini peçeteden kaldıramadı. Öykü biraz daha yüksek sesle aynı şeyleri tekrar söyledi. Sonra da “Şimdi sen söyle, neler anlatacaktın bana” .
Tunç, ”Gitmeme kararın kesinleştikten sonra söyleyebilirim söyleyeceklerimi ancak” deyip, üzerine bir şeyler çiziktirdiği peçeteyi katlayıp Öykü’nün avucuna bıraktı. Birkaç resim, birkaç söz, birkaç şiir dizesi yazmıştı. Bir de öyle bir cümle vardı ki…
“Bunu benim yanımda açma. Eve git. Kendi kendine kal. Hafif bir müzik aç. Sonra bak peçeteye. Okuduğun her sözcüğün anlamını tart. Sonra istersen konuşalım.”Öykü yine altüst olmuştu. Tunç’tan duyacaklarını sesli olarak duymayacak, görecekti. En büyük korkusu da anladıkları ile anlatılanların birbiri ile örtüşmemesi idi tabii. Ne yazmış olabilirdi ki Tunç peçeteye. İçinde ikisinin baş harfleri yazan bir kalp çizip içinden ok mu geçirmişti? Bu çizim için en iyi yerin ağaç gövdeleri olduğunu sanırdı oysa. Yoksa yüzüne söylemeye cesaret edemediği şeyleri kâğıda yazacak kadar kaçak güreşen biri miydi Tunç?
Madem Tunç konuşmayacaktı iyisi mi bir an önce eve gidip peçete kâğıdına bakmaktı. Ne vardı o kâğıtta? Beşik Kertmesi de aklını kurcalayıp duruyordu, Seray yetmezmiş gibi.
Kimmiş, neyin nesiymiş onu da öğrenmek istiyordu. Çekip giderse buralardan asla öğrenemezdi. Kalacaktı. Ama bunu Tunç’a hemen söylemeyecek ne yaptığını görecekti onun, kendisini gidecek sandığı için.
Pastaneden çıkıp ayrıldıklarında daha fazla dayanamayıp elindeki peçeteyi açtı. Gercekten de peçetede bir kalp vardı, altında da lütfen kal... Yazıyordu.
Öykü elinde peçete kalakalmıştı yol ortasında. Bir yanda anne babasına duyduğu öfke, diğer yanda kalbinin sesi... Bu mesajı gördükten sonra gidemezdi. Demek Tunç da onu seviyordu. Yoksa neden kalp resmi çizip gitme desindi... Ama anlatmak istediği neydi? Beşik kertmesi ne anlama geliyordu? Bunları açıklığa kavuşturmalıydı önce.
Eve dönmek istemedi hiç. Yakınlarında oturan teyzesine gitmeye karar verdi. Teyzesine olanları anlatınca, kafasını toparlayana kadar kalabileceği yanıtını aldı.
Eşyalarını misafir odasına bırakıp Tunç' a mesaj yazdi : Gidemedim...
Aradan bir kaç dakika geçmeden yanıt geldi. Tunç çok mutlu olmuştu ve ertesi gün onunla buluşup herşeyi açıklığa kavuşturmak istiyordu.
O gece Öykü' nün gözüne uyku girmedi. Hem ertesi günün heyecanı,hem babasının hayatta olduğu gerçeğinin yarattığı şok onu huzursuz etmişti.
Sabah kahvaltı etmek üzere sözleşmişlerdi. İkisi de daha fazla uzatmak istemiyordu. Erkenden kalkıp hazırlandı ve her zaman gittikleri pastaneye gitti. Tunç da erkenden gelmiş, onu bekliyordu.
Masaya oturup siparişlerini verdikten sonra Tunç, elini tuttu.
-Gitmediğine çok sevindim. Bu kararı vermende umarım benim de payım vardır.
-Aslında sadece senin için kaldım desem...
Tunç önce mutlulukla gülümsedi, sonra gözleri kederlendi.
-Öykü, sana olan sevgimi inkar edecek değilim. Tanıştıktan kısa süre sonra bunu anladım ve seninle hayatımızın sonuna kadar birlikte olmaktan başka bir isteğim yok. Ama sana anlatmam gereken çok önemli bir konu var. Aramızda gizli saklı bir şey olmasını istemiyorum. Biliyorsun ben Adanalı' yım. Babam orada pamuk ticareti yapıyor ve daha ben bebekken ortağının kızı ile ikimizi beşik kertmesi yapmışlar. İleride başkalarıyla evlenip işi bölmeyelim diye. Ama ikimiz de kardeş gibi büyüdük Lale ile ve evlenmek de istemiyoruz. Ben okuldan sonra buraya yerleşip kliniğimi açtım ama Lale büyük baskı altında. Babası benimle evlenmezse başkasıyla evlendirmek istemiyor. Babam da tabii verdiği söze uymadım diye bana çok kızgın. Bana bu işi çözmek için zaman verir ve anlayış gösterirsen, en kısa sürede eşim olmanı istiyorum.
Aslında Öykü telefonda beşik kertmesi adını görünce bu duyduklarını tahmin etmişti ama evlilik teklifi almayı da beklemiyordu doğrusu. Tunç zaman istiyordu ama bu meseleyi çözebilecek miydi kimseye zarar gelmeden?
👉Öykü Bölümü: https://www.eceevren.com
Öykü bölümü: Ece Evren
Öykü, ertesi gece başını yastığa koyduğunda; hiçbir olayın sebepsiz olmadığını düşündü. Ne o kediciğin yaralanmasının,ne o, babası olduğunu öğrendiği adamın kediyi yaralamasının, ne Tunç'u tanımasının ve ne de daha bilmediği ve hâlâ farkında bile olmadıkları her şeyin... Bir olaylar örgüsü vardı, günbegün akışa çıkıyor ve belirginleşip, insanoğlunun yaşantısını şekillendiriyorlardı. Bunlar zaten yazılmıştı; bu kişilerse, ister tanıyalım ya tanımayalım zaten varlardı, sadece sahneleri gelmemişti, sıralarını bekliyorlardı. İnsanoğlunun kaderine etkisi, istek ve tarzlarına göre; hayat oyununu onlar için daha yaşanılır kılıyordu. Bazen istekler, bazen tutkular sahne alıyor; olayların istedikleri yönde gelişmesi ise, mutlu olmalarını sağlıyor, aşırılıklar ise pişmanlıklarla sonlanıyordu. Ama son söz, mutlaka kaderin oluyordu.
Öykü'nün, Tunç'un elindeki telefona (her ne kadar etik olmayıp, zor olsa da) belli etmeden bakması, velev ki gördü; beşik kertmesi de neyin nesiydi? Artık böyle düşünceler ve saflıkların gülünç olduğu günümüzde; bunları unutabilirsek, batıllardan da kurtuluruz. Akla aykırı her şey saçmadır... Nikâhın yenilmezliği ve tutsaklığı kadar olmasa da, kapasitesiz düşüncenin sonucu bu. Düşünebiliyor musunuz, nikâhta aklı başında olan insanlara "Bilmem kimi kocalığa ya da karılığa kabul ediyor musunuz?" sorusunun, asla sorulmaması gereken bir sabiyi, manevi olarak bir erkeğe tutsak etmek ve büyüyene kadar, bunu ortamlarda sık sık dile getirip, hem onların kısmetini kapayıp, hem de alay konusu etmek... Malın dışarı çıkmaması, menfaat işbirlikleri; demek ki iki gencin mutluluklarını sollayıp geçiyormuş bir zamanlar. Bunu düşünebilen anne ve babaların, evlat sevgilerinin bence sorgulanması gerek...
Ben Tunç'un buna önem verdiğini düşündüm burada ve bunu açıklama gereği duydu kızımıza. Öykü'nün gitme kararını duyunca da çabucak vazgeçti. Bu, onun bir manada sırrıydı, sadece karısı olmasını istediği kişiye açacaktı ve öyle de oldu. Öykünün gitmekten vazgeçmesi üzerine ona bahsetti.
Ertesi gün ise, sözleştikleri yerde buluşmak için sevinçle evlerinden çıktılar. Tek bir anı bile yaşamaktan mahrum kalmak istemiyorlardı. Hızlı hızlı yürüyorlardı. Tunç, Öykü'ye bir demet çiçek almayı düşünüyordu. Bu, belki onun vaktini alırdı biraz ama eli boş gidemezdi... Öykü'nün ise Tunç'a ulaşması için iki cadde geçmesi gerekiyordu. Zaman geç değildi ama yaşanacak çok şey vardı ve onlar bunu çok istiyorlardı. Derken Öykü'nün geçeceği yolun sol başında, düzensizce yerleştirilmiş eşyalarla dolu bir kamyonet vardı. Hafifçe eğilerek bakınca öykü, kamyonetin solunda hiçbir araba göremedi. Üstelik yaya geçidi yeşil yanıyordu. "Birden geçerim" düşüncesiyle kendisini yola attı. Üç adım sonra ise, parlak mavi bir araba ona şiddetle çarptı...Öykü on metre kadar uzağa savrulmuştu. Herkes o yana koştu. Kızcağız yerde hareketsiz yatıyordu.
Saçlarını arkaya toplamış, deri ceketli kirli sakallı ve gözlüklü erkek, bayağı bir telaşla arabasından indi ve yanına koştu. Ömür'e boş gözlerle bakıyordu.
Öykü bölümü: EleştirmenAdam(Sinan Acar)
Kirli sakallı adam şok olmuştu kaskatı
kesilmişti. Etraftaki inşalar hemen bir ambulans çağırdılar. On dakika sonra
ambulans geldi ve Öykü hastaneye götürdü. O sırada Tunç buluşma yerine giderken
sevdiğini göreceği için çok mutluydu, elinde Öykü için yazdığı şiir vardı şiire
bakıp içinden tekrarlayıp ezberlemeye çalışıyordu. Çiçeği verirken bu şiiri okuyacaktı
tekrar kâğıda bakıp tekrarladı şiiri:
Onlarca yazar gelse yazamaz bizim öykümüzü
Saniye uzak kalsam senden, özlerim yüzünü
Kıblem sensin sana dönerim,
Senin olmadığın vakit, içimi kaplar sonbahar hüznü
Onlarca yazar gelse yazamaz bizim öykümüzü
Saniye uzak kalsam senden, özlerim yüzünü
Kıblem sensin sana dönerim,
Senin olmadığın vakit, içimi kaplar sonbahar hüznü
Şiiri her tekrarladığında yüzüne tebessümle
beraber masumiyette yayılıyordu. Buluşma yerine gitti, geç geldiğine rağmen
kimseler yoktu ortalıklarda. Bir çay söyledi artından iki çay, üç çay dört çay…
“Kapatıyoruz kardeşim” diye bir söz işitti sonra, baktı ki saat epey geç olmuş,
kalktı masadan deniz kenarına doğru yürümeye başladı. Hüzünlü ve kederliydi
“kesin gitti, kesin gitti! Beni burada tek başıma bıraktı gitti, tıpkı bir
korkak gibi...” dedi içinden. İçini fenalar basmıştı, yağmur çiseliyordu
üzerine fakat o terliyordu.
Bir banka oturdu ve dudaklarından Orhan
Veli’nin şiirleri döküldü:
İstanbul'da Boğaziçi'nde
Bir garip Orhan Veli'yim
Veli'nin oğluyum
Tarifsiz kederler içindeyim
Urumeli Hisarı'na oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum
İstanbul'un mermer taşları
Başıma da konuyor martı kuşları
Gözlerimden boşanır hicran yaşları
Edalım...
Senin yüzünden bu halim.
İstanbul'un orta yeri sinema
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama
El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne
Sevdalım...
Boynuna vebalim
İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim
Bir garip Orhan Veli’yim.
Bir garip Orhan Veli'yim
Veli'nin oğluyum
Tarifsiz kederler içindeyim
Urumeli Hisarı'na oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum
İstanbul'un mermer taşları
Başıma da konuyor martı kuşları
Gözlerimden boşanır hicran yaşları
Edalım...
Senin yüzünden bu halim.
İstanbul'un orta yeri sinema
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama
El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne
Sevdalım...
Boynuna vebalim
İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim
Bir garip Orhan Veli’yim.
Sabah kadar bankta oturdu. Sabah
olduğunda telefonu çaldı, baktı ki babası arıyor. Telefonu açtı “Oğlum bugün
memlekete dön, beşik kertmen geldi. Artık sizi nişanlayacağım.” Kederli ve
hüzünlüydü Tunç ve birazda sinirliydi Öyküye “o gittiğine göre bende giderim
artık buralardan dedi.” Bir bilet aldı ve memleket yoluna koyuldu.
Beni mimlediği için Ece Evren ablama
minnet borçluyum. Çok teşekkür ederim.
Okuduğun için teşekkür ederim, iyi ki
varsın.
kendine iyi bak, benim için değerlisin.
(Bu mesaj sadece iyi insanlar için yazılmıştır.)EleştirmenAdam.
Uykusuzluğun
verdiği bitkinlikle sersemlemiş halde kafasını arkaya yasladığı koltuğunda,
başını cama çevirmiş dışarıya bakmaya çalışıyordu kafasındakileri netleştirmek
istercesine. Gözleri arada bir yumulup tekrar açılıyorlardı. Kalbi kırık
döküktü. Her ne kadar kızgın olsa da böyle olmaması gerektiğine kendini ikna
etmeye çalışıyordu, geçen kısa süreyi düşündüğünde sanki yıllarca birlikte
olmuşlardı Öykü’yle ama gitti işte diye düşündü. Uyuyakaldı kendinden geçerek.
Yolcuların
rahat uyuyabilmesi için otobüste ışıklar söndürülmüştü. Arada horultular,
öksürük sesleri geliyordu. Bir anda ışıklar yandı ve otobüsün içinde uğultular
yükseldi, muavin sesin geldiği yere koşturuyordu.
Tunç
sayıklıyordu uykusunda. Koltukta çırpınıyordu adeta. Terler tüm yüzünü
kaplamış, suratı acılar içinde kıvranıyor ve bir şeyler mırıldanıyordu “ola..
maz, hayııır, Öyküüüüü dur!” ancak çat pat anlaşılan kelimeler vardı
dudaklarından dökülen.
Muavin
tereddüt etti bir an ve sonra diğer yolcuları düşünerek hafifçe omuzundan
dokunarak “beyefendi, beyefendi, uyanın!”
dedi birkaç kez ama uyandıramayınca daha da fazla sallamaya başladı.
Bir
anda uyandı, gözleri kan çanağına dönmüş haldeydi, etrafına bakındı, herkes kendine
bakıyordu tuhaf tuhaf. Rüyasının etkisinde olduğu belliydi, kendine gelememişti
henüz. Durumu anlamak istermişçesine
muavinin gözlerinin içine baktı.
“Beyefendi,
çok bağırıyordunuz, uyandırmak zorunda kaldım, kusuruma bakmayın. Ayrıca korktum
da başınızı cama vuracaksınız diye. Çok da acı çeken bir haliniz vardı… Rahatsızlığınız
varsa en yakın sağlık kuruluşuna gidebiliriz…” deyince az da olsa kendine gelen
Tunç, kısmen anlamıştı durumunu ve hemen “hayır, hayır. Ben iyiyim, sadece bir kâbustu
o kadar. Teşekkür ederim ayrıca. Bir su verirseniz sevinirim.”
Gelen
suyundan bir yudum alıp başını arkaya yasladı tekrar. Işıklar da sönmüştü
yeniden. “Çok tuhaf, çok. Basbayağı gerçekti be. Arabanın altında kaldı Öykü. Bir
anda toz duman yükseldi ortalıkta ve arkasından alevler geldi toz duman
arasından. Beynimin çevirdiği bir film" diye sitem etti beynine…
Ayrıca
beni mimleyen sevgili “Eleştirmenadam” Sinan Acar’a çok teşekkür ederim.
Listeden seçtiğim
ve mimlediğim blog: https://beydaninkitapligi.blogspot.com.tr/
Sevgiyle kalın.
Mükemmel olmuş,her bölüm ayrı güzel Ece ablamın öyküsünden beri okumamıştım şahane bir roman olur bu bölümlerden:)
YanıtlaSilÖRGÜÇANTAM-Hatice yazıcı,
Silbence de, ne kadar çok katılım olursa bir o kadar zenginleşecek diye düşünüyorum. :)
Mimlenmişim. Teşekkürler. Bakalım nasıl devam edecek.? Emeğinize sağlık Halil Bey.
YanıtlaSilBeyda'nın Kitaplığı,
SilRica ederin. merakla bekliyorum bakalım. :)
Bu bölüm de çok güzel olmuş. Elinize, yüreginize, kaleminize sağlık. 👏
YanıtlaSilBerlin Berlin,
Silteşekkür ederim. Sizin de emeğinize sağlık. :)
yani kabus muymuş yaaaaa amaniiiiin nolcak acabaaaaaa :)
YanıtlaSildeeptone,
Silta ta taaa... merakla bekleniyor, tunç beşik kertmesiyle evlenecek mi? :)
Çok iyi ya, kurtarıcım oldunuz Halil Bey. Kaza yaptırınca ben :) kızlarımı üzdüm diye düşündüm. Vallahi çok beğendim, aklınıza, elinize sağlık.
YanıtlaSilEce hanım, rica ederim. hayatta her türlü sürpriz var öyle değil mi. İşin ilginçliği de bence: çok farklı kişiler tarafından kurgulanan ve yazılan bir öykü olması. Eminim çok güzel şeyler çıkacak, hatta basım konusu bile değerlendirilmeli bittiğinde. Gerekirse tekrar gözden geçirilebilir hep beraber. Herkese kolay gelsin diyorum. :)
SilÇok güzel yazmışsınız, Elinize sağlık :))
YanıtlaSilSinan ACAR,
Silteşekkür ederim. sizin bölüm de gayet güzeldi. hele Orhan veli şiiri harikaydı. :) :)
Sinan ACAR,
Silteşekkür ederim. sizin bölüm de gayet güzeldi. hele Orhan veli şiiri harikaydı. :) :)
Kaleminize sağlık çok güzel bir bölüm olmuş. İyice meraklandım bundan sonra bakalım ne olacak ?:)
YanıtlaSilSaadet Sezer,
Silteşekkür ederim. ben de merakla takip ediyorum olanları ve olacakları. :)