“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
“Kocaman AAAAA
de bakayım!”
“Anlayacağınız işte böyle
doktorum, bizim asi kızımız Hüsniye ve Fatma Kızımızın hikâyesi.”
Sofrada çıt çıkmadı
muhtarın son sözlerini söyleyip sesi kesilinceye kadar. Sanki masanın etrafında
mumdan heykeller var gibiydi. Ne bir kimse nefes alıyor ne de hareket ediyor
her hangi bir yanları. Bu tablonun adını “ellerinde kaşık” koymak daha doğru
olur herhalde. Çünkü herkes nasıl başlamışsa Muhtar konuşmaya başladığında,
aynı şekilde hareketsiz bekliyorlardı.
Doktor bozdu ilk defa
sessizliği. Havayı biraz dağıtmak istedi Fatma’nın ağzına bir kaşık yemek
uzatarak. “kocaman AAAA de bakayım!” kaşıktaki kuru fasulyeleri boşaltıverdi
ağzına Fatma’nın. Ne olduğunu şaşıran Fatma, birden ağzının içine dökülen kuru
fasulyeleri çiğnemeye başlayınca herkes de gülüşmeye başladı.
“Aşıcılar da böyle demişti
emme bi şey vermedile o zaman.” Deyince Fatma, daha da arttı gülüşmeler.
Hava tamamen yumuşayınca,
sıra diğer odada alçılar içinde yatan çelimsiz çocuğa gelir. Doktor muhtara dönerek: “Muhtar bu içerideki
çocuk kim ki de herkes seferber oldu. Nahiye Müdürü, sağlık il Müdürü, kim
aklına gelirse herkes bana ‘sakın iyileştirmeden gelme doktor o çocuğu’
dediler.
Soramadım da kimseye ama merak da etmedim değil doğrusu. İlk geldiğimde
Hüsniye’nin kardeşi sandım ama sonra anladım hal ve hareketlerinden kardeşi
olmadığını. Hem kim bu hale getirmiş bu çocuğu, kimi kimsesi yok mu onun da?
Neden sizlerden başka arayanı soranı yok burada?..” daha bir sürü soru sıraladı
doktor, çocukla ilgili.
“Doktorum; bizler de tam olarak bilmiyoruz henüz, kimin nesi, nereden
olduğunu falan. Daha kaç gün oldu şunun şurasında buraya geleli. Elinde bir
tahta çantayla geldi geçenlerde bu köye. Bana geldiğinde akşam karanlığı
bastırmak üzereydi.
Yüzünü bile tam seçememiştim o akşam ‘ben öğretmenim, yeni atandım bu köye.’ Dediğinde, önce inanamadım, bir kaçkın, meczup sandım ama karşımda öyle güçlü ve akıllıca duruyordu ki, aklımdan geçirdiklerimden utandım kendimden. Üstü başı da pek düzgün değildi hani; pek öğretmene benzeyen bir yanı yok gibiydi. Bildiğin bir çocuk işte. Sen de gördün ya zaten halini, boyunu posunu.”
Yüzünü bile tam seçememiştim o akşam ‘ben öğretmenim, yeni atandım bu köye.’ Dediğinde, önce inanamadım, bir kaçkın, meczup sandım ama karşımda öyle güçlü ve akıllıca duruyordu ki, aklımdan geçirdiklerimden utandım kendimden. Üstü başı da pek düzgün değildi hani; pek öğretmene benzeyen bir yanı yok gibiydi. Bildiğin bir çocuk işte. Sen de gördün ya zaten halini, boyunu posunu.”
Aşağıdan gelen ses takıldı muhtarın kulaklarına: “Muhtaaar, candırmalar
geldi, candırmalar. Seni soruyorlar ‘nerde, önemli bir işimiz var’
diyorlar…” kulak kabarttı muhtar
konuşmasını keserek. Tekrarlanmaya devam etti ses, daha da güçlenerek.
“ben müsaade isteyem doktorum, aşağıdan gelen sesi sizler de
duymuşsunuzdur, candarmalar gelmiş.” Hemen acelesi varmış gibi yerinden
fırlayarak kalktı muhtar ve aşağıya indi “afiyetler olsun size” diyerek.
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.