"Sızlanıp durma!" |
Sızlanmak
Bazen
takılıyor değil mi, sizlerin de aklına olur olmaz kelimeler?
Bence
takılıyordur. Hem de olur olmadık zamanlarda oluyor bazen ama yararlı da oluyor
aslına bakılırsa. İlk zamanda değil belki ama akıp giden zaman içinde üzerinde
düşünülüyor o takılan kelimenin ve bir karara varıyor insan. Yoksa atılamıyor
mendebur kelime kafadan.
Benim
de uzun bir süredir peşimi bırakmayan bir kelime var kafamın her yanında
dolanıp duran. Bazen tık tık ediyor tam da kulağımın yanlarında. Geçenlerde tık
tık sesini duyunca “he, ne var? Bir şey mi dedin?” deyince ne dese
beğenirsiniz!
Benimle
dalga geçer gibi: “he, var, diyeceklerim var. Hemi de bi dene değil! “ demez
mi. Epeyce kulak verdim kendisine. Çok da dertliymiş garibim; benden de dertli
hem de. Ne dert, ne dert!
“Bundan
sonra sızlanıp durmayacaksın, benim aklımı bokuma karıştırıyorsun, iyi annadın
mı beni?” dedi, söylediklerinin özetiydi bu yazdığım. Neredeyse bir ağzıma
etmediği kaldı. Ama “sen benim ağzıma ettin, bıktım senden…” falan, daha fazlasını yazmayacağım burada ve
ikimizin arasında kalsın diye kararlaştırdık çünkü.
İşte o takılan ve peşimizi bırakmayan kelime. “sızlanmak.”
Ben
sızlanıp durduğumu geç anladım, ağır canlıyım biraz da, fakat kulağımın arkasını
tıklatana göre “canlı cenazeymişim” öyle
diyo.
Sürekli
sızlanma içinde olduğumdan, neredeyse her hareket ve her düşünce bana zulüm
gibi geliyordu, farkına vardığımda su hendeği bölüyormuş neredeyse. Hendeksiz
ve susuz kalacakmış benim tarlalar, farkına varmasaymışım eğer, bu yaz
tarlalardaki ürün hapı yutmuş olacakmış susuzluktan.
Sahiden
dikkat ettim bir süredir, yemek yemekten bile acizlenir oldu benim beden. Suyu
bile kırk kere düşünerek içer olmuştu, elime su bardağını aldım mı, içsem mi,
içmesem mi diye aklından geçiyordu benimkinin.
Su içmek mesele değil de olur olmadık zamanlarda dışarı atması var ya
birde, işte sıkıntı onda, tembellik var ya serde, tuvalete gitmemek için su içmeyecek mendebur.
Ne
yaptım biliyor musunuz, ben de; verdim veriştirdim inadına, içer misin içmez
misin? Vallahi bir de baktım değirmenci alinin beygirini koyup geçti koşturmada.
Hani maratona soksan, kesin altın madalya alır. O kadar yani. Açıldı sonunda da
biraz rahatladık, gün yüzü görmeye başladık.
“Sızlanmak”
kelimesi iyi bir kelime değilmiş anlaşılan. Hem karşıdakini sıkıyor dost
kaybettiriyor hem de çökertiyor insanı. Sızlanmaya ayrılan zaman kadar başka
bir işe zaman ayrılmış olsa, ohoooo Ferhat’ın yaptığından kat be kat fazla oyar
insan kayaları. Ben anladım bunu.
“Sızlanmak”
sanki bir açık düşman insanın karşısında dikilip duran, nefesi bile kontrol
edip ona göre pozisyon geliştiriyor hemen, insanı zapturapt altında tutuyor
sürekli ve rahat bir nefes bile aldırmıyor. Bazen öyle oluyor ki; nefes almak
bile canı istemiyor insanın.
Durumu
anlattı ya benim kafanın içindeki tıktıkçı, bazen iyi anlaşırız biz ikimiz; bakmayın benim ondan tarafa sızlandığıma arada bir. Onu kaşıyorum sadece. İşe yaradığını biliyorum ben kaşıma işinin. O
da beni kaşıyor ya! Kaşıyanı kaşırlar, öyle değil mi?
Karar
aldım kendimce; bundan sonra sızlanmak yok öyle oturduğum yerde. Hareket olan
yerde bereket olurmuş ya hani, bahar da geldi sayılır zaten. Şöyle gezip
dolaşma vakti geldi sayılır buralarda. Kış boyunca sızlanmanın bıraktığı
etkileri de atmış olurum böylece.
Hani
ne derler; “neşelinin ve zenginin etrafı kalabalık olur her zaman.” -ben diyorum 👈👀😍- Genellikle doğru bulurum bu tabiri. Neşeli
insanlar etrafına neşe saçarlar ve neşeye özlem duyan insanlar da etrafına
toplanır böylece.
İnsanlar
kendi içinde hüzünlüdür aslına bakıldığında ama bazıları saklamasını
becerebiliyor galiba, işte her zaman neşeli görünen insanlar da böyleleri.
Zenginlik
kalabalığına gelince: daha başkadır o kalabalık, ya çıkar peşinde olmaktan ya
da kendine elbise biçmek için oradadır.
Her
iki durumda –neşeli ve zengin- da durum ve şartlar değiştiğinde işler ve
görüntü de değişiverir birden. Çok fazla kendini kaptırmamak lazım bu
durumlara. Her zaman hazırlıklı olmak gerekli yalnızlığa. Kendi içindeki
kalabalık en iyisidir belki de. Sayı olarak çok fazla olmaz bu kalabalık ama
yine de yetinmesini becerebilenler kılıktan kılığa girmekten kendilerini
kurtarmış olurlar.
Teşekkür
ederim huzurunuzda benim tıktıkçıya da. Bu tıktıkçı başka tıktıkçı ha! İş
çıkarmayın. Tepemde gezinen tıktıkçı bu. Tepemden hiç inmiyor. İşini biliyor
anlayacağınız. Siz taşımıyorsunuz sanki tepenizde. Var mı taşımayan tepesinde?
Hiç sanmıyorum.
Hadi
hoşça kalın, ben kaçıyorum. Bundankeri böööle garik. J
06.04.18
Halil
Gönül
hoşçakalın kaçıyorum dediğinize göre umarım blogu kapatmıyorsunuzdur..bence yazmaya devam edin,güzel fikirleriniz var..
YanıtlaSilErtuğrul Yıldırım,
Sil:)) hayır, mızmızlıktan kaçıyorum, tıktıkçı'dan kaçtım. Blog'dan kaçar mıyım ya' tek teselli kaynağım o benim. Bebişim, bebişim. Büyüteceğim. Teşekkür ederim. :)
"Tık tık tık" ksesi seri bir şekilde fısıldanıyor kulağıma. Oradan beynimle ve son olarak da kalbime. Çocukluğum bütün masumiyetiyle yitirdiğim zamanların anlık dakikaları bir tavuğun usanmak bitmeyen oburluğu. "Her tık tık" sesinde başını eğip kaldıran kırmızı ibikli tavuğum benim. Artık nostaljik bir saat bile bu yaşımad heyecanlandırıyor beni. Bazen kendimi sonuna kadar kurulmuş çelik bir masa saati gubi hissediyorum desem yalan söylememiş sayılırım. Ramazan gecelerinde sahura kalkmak için kurduğumuz saatleri düşünün, bazen boş bir teneke içinde nasıl da çınlardı ve zıp zıp oynardı bir bilseniz. Bir de "Çıt çıt çıt" çdk nazik ses çıkartan köstekli gümüş cep saatleri vardı dedelerimizin. Avcı yeleğinin ilik kısmına bağlı olarak cebinden çıkarıp baktıklarını bilirim. Namaz vakti gelmiş; müezzinin eli kulağında derlerdi.
YanıtlaSil.....
Sızlanmak benim haddime mi!... Çocukluğumda bile sızlanmak keyfini çıkartamadım diyebilirim. Bulduğumuzu paylaşıyor bulmayınca da şükretmesini biliyorduk. Sanki çocuk değildik biz; olgun bir nefer gibi daha çocukluktan hayatla savaşıyorduk.
....
İki duyguyu baskın olarak yaşadım ömrüm boyunca; bir baraj boşanır gibi boşanıyor sevgi ve hüzün kalbimden. Bazen başım dik azgın bir atı dizginler gibiyim, bazen boynu bükük yalvar yakar seccadadeyim. Kalbi sökülmüş bu fani dünyada çelik gibi irademle , çelik gibi sağlam zembereğimle masa üstünde "Tık tık tık" vakit dolduran bir saat gibiyim.
Profösör,
Silbu güzel duygu paylaşımınız için teşekkür ederim. Sanıyorum eski kuşaklar olarak hayata daha erken, çocuklukta atılıyordu insanlar ve neredeyse emeklemeden yürüyorlardı. Mızmızlanmak kimin haddineydi sanki. Çalışmaya devam etti saat tık tık tık diye nazikçe bazen hoyratça. :)
Sizlananları hiç sevmem, hayatımda hiç sızlanmadım. İyi bir huy değil 😊
YanıtlaSilBen de oldum olası sevemedim sızlananları ama kendi içimden sızlanıyormuşum kendi kendime aslında; farkına yeni vardım ancak. :)
Sil