"Platon ve Devlet" |
Birey ve Toplum Olarak, Soru Sormak ve Cevaplar Aramak
Felsefe deneme kitabı okuyup da
felsefi deneme yazmamak olur mu hiç?
Soru, sorular sormak! Sanıyorum herkes
yapıyor bu işi. "Herkes yapıyor" ve "sanırım" sözcükleri biraz tuhaf kaçtığını
biliyorum elbette.
Herkes sorular
sormalı ve cevaplar aramalı. Bu durum yani soru sormak hava su kadar ihtiyaç
aslına bakılırsa. Her insan sorular sorarak önündeki yolu belirler yön olarak. Sorular
ve cevapları ne kadar tutarlı ve gerçeklere uygunsa o oranda hedeflenen noktaya
ulaşımı daha kolay olur diye düşünüyorum.
Her zaman da
öyle olmaz mı sanki sorular sormalı daima, sorular ve onlara verdiğimiz
cevaplarla bulmaya çalışmaz mıyız yolumuzu. Bir birey olarak insanların yaptığı
budur.
Şimdi bu bireysellik durumunu gelin topluma uygulayalım, neler değişecek veya neler olacak bir bakalım.
Tıpkı toplumlar
da bir insan gibidir bu anlamda. Sorular sormuyorsa, soruları yoksa kafasında
ve sorular soranlar çoğunluğu oluşturmuyorsa toplum: gidecek bir yol bulamaz,
başka toplumların –sorular sormuş ve cevaplarını bulmuş- uydusu olmak zorunda
kalır ve uydu olmaktan öte gidemez. Dolanıp durur başı dönünceye kadar. Başı dönmeye
başladığında da işi bitmiştir zaten yıkılmaya, yok olmaya meyillenmiştir bile
kendisini fark etmeden.
Bir felsefi
deneme kitabında okumuştum, Felsefe: akıl yoluyla sorulara cevaplar arama ve
bulma çabasıdır diye yazıyordu veya içerik olarak buna benzerdi. Dolayısıyla
felsefeden bahsedildiğinde insanların kafasında ve hayalinde her zaman
düşünürler, filozoflar veya bilim adamları gelir her şeyden önce.
Aslına bakılırsa
eğer, Dünya’da yaşayan tüm insanların kafasında bir değil bin bir soru vardır
ve sürekli cevaplamaya çalışırlar, hayatları boyunca sorular sorarlar
kendilerine ve cevaplarlar daima. Toplumsal olarak bu sessiz çığlıkları
duymayız. Duyulabilmesi için bu çığlığın yükselmesi, daha da yükselmesi gerekir
tıpkı fısıltıdan bağırmaya dönüşmesi gibi.
Her insan
yaşıyorsa eğer ve yaşamaya da devam edebiliyorsa, iyi bir felsefecidir temelde.
Bazıları her ne kadar kendisine meslek seçse de felsefeciliği ve payeler
uydursa da kendilerine, yeteri kadar çaba göstermiyorlar belki de toplumun geneline
inebilmek için. Kendilerini Kaf dağının tepesindeki kulübelerinde mutlu mesut
ağırlayıp gidiyorlar.
Hani çoğu
zaman duyarsınız, “ben siyaset, miyaset
bilmem.” diye. Ne dediğinin farkında olsa bunu söyleyenler her halde başka bir
şey söylemek isterler eminim. Siyaset: yönetme biçimi, yönetim için yönetme
yöntemleri geliştirmektir ve bu yöntemlerini toplumun geneline anlatmaya
çalışarak bir yarışa girer. Yarışı kazandığında yöneten olarak oturur koltuğa.
Şimdi gelelim
yönetilenlerin durumuna. Eğer yönetilenlerin kafasında soruları ve kendilerine
göre cevapları varsa, oluyorsa kendilerini yönetmek isteyen adaylarını da bu
soru ve cevaplarına göre belirleyeceklerdir. Eğer kafada sorular ve cevaplar
yoksa ne denildiğinin bir anlamı yoktur zaten o kişi veya kişiler için. Kim olursa
olsun demektir bu durum da. Çok sağlıklı olmayan bir durumdur.
İşte toplumun
çoğunluğunu oluşturan insanların sorular soran insanlar olması, toplumun da
yönetimine aday olanları belirlemede işe yarar. Mutlaka başlangıçlarda sorular
her kafaya göredir ancak her kafadan çıkan sesler zaman içinde birkaç sese
doğru sadeleşmeye gider ve netleşir. Dolayısıyla toplumu yönetmeye aday olanlar
da bu sesleri dikkate almak zorundadırlar. Aksi halde yönetme seviyesine
çıkamazlar.
Bu bakış
açısından değerlendirirsek bu durumda, “ben siyaset, miyaset bilmem. Anlamam,
karışmam da” gibi sözler etmenin altında yatan cehalet ve ne olursa olsun, beni
sokmayan yılan bin yaşasın… gibi anlamlar çıkarmak mümkün. Daha ilginç yanı da “ben
adam gibi yönetilmeye layık değilim, kim yönetirse yönetsin beni” demektir. Daha
da açığı kendini hiç saymaktır ve bilgisizlik ve cehalet yüzünden ne olduğunu
bile anlayamadığı bir konudan kendini uzaklaştırma çabasıdır ama bırakın
uzaklaşmayı, tam tersine uzaklaşılmaya çalışılan şey önce sofralardan başlayıp
sonra da tepeye oturur zamanı geldiğinde.
Daha ilginç
bir düşünce geldi aklıma. Eğer bir toplumun çoğunluğu felsefeci, düşünür olsa
belki de kendilerini bir başkasının yönetmesine ihtiyaçları kalmaz. Çünkü kendi
kendilerine konuşup anlaşarak, her zaman bir çıkar yol bulup ve o yolda hep
beraber yürürler el ele. Olamaz mı? Eflatun- Platon- platonik devlet fikrini
ortaya atmış ya, bu da benim platonik devlet düşüncem. Gülün, gülün siz bakalım
şimdilik. Robotikler yönetmeye başladığında tam da bu durum olacak. Kendi aralarında
konuşup anlaşacaklar ve kızıp bağırmadan, birbirlerine kin, nefret, düşmanlık
beslemeden gülüm balım geçinip gidecekler ve yönetecekler, tüm dünyayı.
27.04.18
Halil Gönül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.