“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka
kıracaksın!”
Löküsün gömleği patlak
Köylüler yavaş yavaş
gelmeye başladılar meydana, çoluk, çocuk, kadın, erkekli. Her yaştan geliyordu
tek tük de olsa. “Löküsü getirin löküsü”
diye bağırdı muhtar birisine. “tamam” dedi karşıdan bir ses de.
Muhtar kararsız kaldı bir
süre, yeni gelen insanlara bakarken; komutanın yanına girmeli miydi, girmemeli
miydi? Düşünüyordu da elinden geldiğince; çocuğun geldiği günü, hatta geldiği o anı, geldiği günden beri neler yaptığını bir bir
hatırlamaya çalışıyordu.
Komutanın yanına
girdiğinde ona sevineceği bir haber veya bilgi vermek istiyordu. İçinden
geliyordu bu ama aklına geliveren bir şey de olmayınca henüz, korkuya
kapılmadan edemiyordu.
Köyü ve köylülerini de
düşünüyordu, düşünmeliydi de, işini yapmalıydı. İşi neydi? Köyünde olup biten
her şeyi bilmekti görevlerinden birisi de. O bilmezse kim bilebilirdi ki?
Haklıydı komutan, herkes işini en iyisinden yapmalıydı, yapmalıydı ki kimsenin
kendisine diyecek bir lafı olmamalıydı. Haksız yere laf sokanlara da diyeceği
bir şey yoktu elbette. İş, insanın kendisinin vicdanen rahat olmasıydı.
Kendisinin bu işte ne de
diğer işte bir günahının olmadığından emindi emin olmasına da bu çocuk ne
yapmıştı geldiğinden beri? Neden bir şey hatırlayamıyordu, havada yapmadı ya bu
çocuk yaptıklarını, bu köyde ve bu köyün içinde, hatta bu köyün insanlarıyla
yaptı!
“Muhtaaar” etrafına
bakındı muhtar, ses nereden geliyor? diye.
Ay daha tam çıkmadığı için karanlıktı, yüzler seçilmiyordu tam olarak.
Herkes birbirine benziyordu, bütün kafalar aynıydı adeta; boy farkları vardı
sadece.
“Muhtaaaaar, duyuyor musun
beni, duyuyorsan he de”
“he heee, duydum seni, söyle ne diyeceksen
çabuk!”
“Löküsün gömleği patlamış muhtar, yanmıyor. Var mı başka gömlek, takalım varsa.”
“Ulan Allah cezanızı
vermesin sizin –vermiş zaten vereceği kadar, daha ne verecek- ha bir iş de tam
olsun be, her şeye ben mi koşturacağım lan, niye daha önce görmediniz, görüp de
takmadınız bir tane gömlek. Allah asıl biliyorsa öyle yapsın sizi ulan, defol,
görünme gözüme hırsımı senden alırım, canım yanıyor zaten. Git, kimden bulursan
bul gel ödünç, parasıyla her nasıl bulursan bul tak o gömleği, duydun mu sen de
beni. Duyduysan eyyyyyyyyyyyy de?”
“eeeeeeeey!..” uzaklaşan
bir ses duyuldu ve kesildi az sonra. İnsanların hareketleri meydanın
arkasındaki evin duvarında gölge oyunu gibi görünüyordu, sinema perdesini de
andırıyordu. Açık hava sineması, açık hava sineması diye geçince muhtarın
aklından içeriye girmeye karar verdi muhtar. Ayıp olmasın da hiç olmazsa
usulden bari sorayım bir ihtiyacınız var mı diye?
“komutanım, köylü
toplanmaya başladı meydanda, sizin herhangi bir ihtiyacınız var mı? Diye sormaya
geldim. Şu löküsün gömleği patlamış, başka da gömlek yok yakamadık löküsü. Aza
bulup gelecek bir tane gömlek. Onu bekliyorum ben de.”
“Muhtar, löküsü möküsü boş
ver sen. Bizde büyük lamba var, aydınlatmayı biz hallederiz, sen biran önce
topla şu milleti, gözlerinin içine bir bakayım ben. Acele et, milletin uykusu
bastırmadan.
Sen de hatırlamaya çalış bakalım, öğretmen beyin birkaç gün içinde bu köyde ne yaptığını, kimlerle görüşüp konuştuğunu, ne yiyip ne içtiğini.”
Sen de hatırlamaya çalış bakalım, öğretmen beyin birkaç gün içinde bu köyde ne yaptığını, kimlerle görüşüp konuştuğunu, ne yiyip ne içtiğini.”
“Tamam, komutanım, gayret
ediyorum…”
Görsel: Google Görseller
heeey yok oldunuz bloglardaaaaan, biraz kendinizi gösterin yaaaa,romana daldınız herhaldeeee iyiceee :)
YanıtlaSildeeptone,
Silhaklısınız, kendimi aramaya çıksam yeridire döndü biraz. bir kaç iş görüşmesine yoğunlaşınca pek zaman bulamadım. Bahar sendromu galiba, biraz durgunlaşmak istedi canım da. :)
Halil Bey kaleminize yüreğinize sağlık,sizi okurken Fakir Baykurt tadı da alıyorum.Yani tarzınız benziyor.KİTAP İSTERİZ KİTAP..artık kitap raflarında görmek isteriz...Bu güzel yazıları..
YanıtlaSilsibel özer,
Silçok teşekkür ederim, inanın yüreğime su serptiniz. aslına bakılırsa düşünüyorum ama bazen de cesaretim kırılıveriyor. Fakir Baykurt dediniz de, çok kitabını okumuduğum bir yazrdı. Hakkınız var, dili çok hoşuma gidiyordu okurken. çok özenle kullanırdı kelimeleri.Biraz da köy kökenli olmanın getirdiği bir durum var belki de. Aslında yaşam çok basit ve sade, kendimiz zorlaştırıyoruz allayıp pullarken ve yabancılaşıyoruz kendimize de. dilde de bunun yansıması en etkili biçimlerde görülüyor maalesef. Burada demeden geçemeyeceğim, ne yalan söyleyeyim ben de sizin tariflerinize bayılıyorum. Ellerinize sağlık. :)
Löküsü de herkes bilmez. :)
YanıtlaSilRecep Hilmi Tufan,
SilKültür farklılığı denilen şey de bu galiba, kuşaklar arası farklılıklar çoğaldı mı ne! :))
Ne güzel anlatmışsınız. Kaleminize sağlık... Eskiden löküs kullanırdık elektrikler kesilince. Bir an o zamanlara gittim.
YanıtlaSilEbemkuşağı,
Silteşekkür ederim. genellikle gaz lambası kullanırdık ama kahve gibi geniş alanlarda löküs vardı. çoğuna göre de löküs lüks idi. :)
(hatta anını bile hatırlamaya çalışıyor, geldiği günden beri neler yaptığını bir bir hatırlamaya çalışıyordu.) burada tekrar var Halil Bey :(( dost doğruyu söyler. Gerçekten güzel bir öykü... Düzenlersiniz. Ben basıma vermeden, gün atlayıp, hilafsız belki elli kez okudum. Yine de yanlış buldum :)
YanıtlaSilEce Hanım, teşekkür ederim samimiyetiniz ve açık sözlülüğünüz için. o cümleyle aslında ilk geliş anını ve daha sonraki zamanlarda neler yaptığını an be an hatırlamaya çalışmasını vurgulamaya çalışmıştım ama haklısınız; bakınca yeniden bir düşüklük var ve tekrar gibi duruyor iki kez "çalışıyor" kelimelerinden dolayı ve düzelterek "çocuğun geldiği günü, hatta geldiği o anı, geldiği günden beri neler yaptığını bir bir hatırlamaya çalışıyordu." bu şekle dönüştürdüm ve daha anlaşılır bir ifade oldu sanıyorum. :)
SilAnlayışınız için çok teşekkür ederim :) İlk fırsatta, kaliteli bir zaman ayırıp yeniden okumaya başlayacağım sizi :)
SilNe demek Ece Hanım, asıl ben teşekkür ederim bütün iyi niyetiniz ve değerlendirmeniz için. Umarım eleştirilerinizi sakınmazsınız. :)
Sil