Salı, Şubat 25, 2020

Neden Yaşamalıydı Zafer?

Neden-Yaşamalıydı-Zafer?

Neden Yaşamalıydı Zafer?

            Diğer insanlarla kendisini kıyaslıyordu arada bir. Aslına bakılırsa başkalarıyla kıyaslanmak hiç de hoşuna gitmeyen bir durumdu ancak kendisi yapamadan edemezdi bazen çıkmaza girdiğinde. Bir çare arayışından ibaretti bu durum yoksa ölçülmek, ölçmek manasında değildi.

            Her insanın yaşama sebebi vardır mutlaka, bazılarının çocukları, bazılarının harcayacak parası pulu, varlığı iyi olduğu için. Bazıları mutlu olduğu için falan diye sıralanır gider. Kendisi için yaşamayı seçeni görmediğini veya çok az, bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar görebilmişti geçen yaşamı boyunca. Neden? Sorusu her zaman takılırdı ama cevap arayışı zor geldiği için de üzerine düşmezdi bu tür soruların. Belki de gereksiz sorulardı Zafer için.
            Her halükarda yaşamak zorundaydı Zafer kendince nedenlerden dolayı. Bu nedenlerini yalnızca kendisiyle paylaşır gözlerden sakınırdı. Zaman zaman kendisinden de sakınmak için aklından geçmeye başladığı anda perdesini çekerdi aklının.
            Kendisi için yaşayacak bir durumu kalmamıştı artık uzun zamandan beri ama çocuğu için beklentileri vardı “ya bana ihtiyacı olursa bir gün! Ya bir yarasına merhem olabilecek bir durumum çıkarsa!...” ihtimalleri sıraladıkça sıralamaya devam ettiği durumlarda kendince kararlar alıyordu yaşaması gerekliliğine dair.
            Çocukluğunda yapamadıklarını artık yapabilmesinin bir yolunun olmadığını biliyordu ancak belki yetişkinliğinde bir yardımım olabilir eğer kendisi isterse diye düşünmek kısmen de olsa rahatlatıyordu içini. İçine bir ferahlık yayılıyor göğsünün üstündeki kaya parçası biraz da olsa kalkmış gibi hissetmesine neden oluyordu. Kafasını geriye atıp alabildiğince hava dolduruyordu ciğerlerine.
            Başka insanlar için her gelecek gün sürprizlerle dolu olarak görülür ve sürpriz beklentileriyle beklerler günleri heyecan içinde. Kimisinin çocuğu evlenecektir, kimisinin torunu olacaktır, kimisinin çocuğu doğacaktır bu gün yarın, kimisi bir sevdiğini kaybetmiştir, kimisi de sevdiğine kavuşmuştur da yıllar süren hasreti bitmiştir sanki hiç yaşanmamış gibi.
            Zafer için ne bir gelecek ne de bir sürpriz vardı gelecekten. Her günü aynı geçiyordu. Her şey aynı olduğundan kendince bazı şeyleri farklı yapmaya çalışıyordu diğer günlerden farklı olsun diye. Yolda yürürken geri geri yürüyordu bazen. Bazen hoplayıp zıplayarak yürüyordu çocuklar gibi. Bazen taş fırlatıyordu atabildiği kadar uzağa. Bazen yemeyi, içmeyi unutarak akşama kadar yattığı yerden kalkmıyordu. Ufak tefek değişikliklerdi bunlar Zafer için.
            Bir de düşünememeyi becerebilse ne iyi olacaktı. Kafası raprahat olurdu. Sonra da vur patlasın çal oynasındı işte. Olmayacak işe âmin demekti düşünememek. Kendisi istese de kafası istemiyordu. Hep kafası dikine gidiyordu, kendi bildiğine gitmeye başlayınca da tut tutabilirsen. Tutamadığı zamanlarını hatırladıkça kan ter içinde kalırdı bazen yorgunluktan. İnsan oturduğu yerde kan ter içinde kalır mı hiç? Zafer kalıyordu işte. Aklı koşturuyordu dur tünek bilmeden. Gecesi gündüzü olmazdı o koşuşların. Ne zaman el ayak titremeye başladı, can çekilip derman kalmadı mı işte o zaman sırt üstü bırakırdı kendini. Düşüş o düşüş olurdu ancak bir iki saati geçmezdi.
            Uykusuzluğun ne büyük bir zulüm ve işkence olduğunu anlamıştı bir zamanlardan beridir. Korkardı o işkenceden. Aklının kendisine yaptığı işkenceye katlanmak zorunda kalması acizliğini hissettirirdi Zafer’e.
            Acizlik hissi ölüm gibi. Hemen oracıkta oluverecek ne olacaksa. Ancak olacağın da bilinmesi başka bir işkence. En iyisi kabullenmek olduğunu da öğrendiğini düşündüğünde telaşı bırakıp teslim bayrağını çekiyordu. Rest çekerdi bazen de “Ne olacaksa olsun artık, korkmuyorum hiçbir şeyden!” diyerek direnirdi yaşama ve yaşamın getirdiklerine.
            Yaşayacaktı her ihtimale hazırlıklı olarak. İyi de vardı kötü de. Ancak Zafer için kötü daha çoğunlukta olan ihtimallerden birisiydi. İşte o yüzden başkalarıyla kıyaslayarak kötülerden uzaklaşmayı düşünürdü aklınca. “beterin beteri var!” sözüne de eyvallahı kalmamıştı artık çünkü kendisi için beter diye bir şey yoktu bundan sonra zaten beterin beteri bir yaşamı vardı. Değişmeyecek olan ve içinden hiçbir zaman silinmeyecek olan izler ve yaralar vardı. Yine de yaşayacaktı. Yaşayacaktı. Ölüm kolay işti, ölüme teslim olarak kaçmayacaktı kötünün kötüsü yaşamından.
            “Belki, belki bir gün bana ihtiyacı olabilir yavrumun, yaşamalıyım, yaşamak zorundayım. Ayak direyeceğim her şeye; kendime en başta.” Kararını çoktan vermişti ancak verdiği karardan caymasını engellemek için sıklıkla onaylamak ihtiyacı hissederdi kendisinde. Ola ki bir anlık bir aptallık yapmasın bedeni. Aklına kazımaya çalışırdı her zaman yaşamayı, yaşama zorunluluğunu. 

Devam edecek...

Görsel: Google Görseller

4 yorum:

  1. Halil Bey, epeydir ortalarda yokum. Rahatsızlığım nedeniyle. Bugün arkadaşlara biraz yorum bırakayım diye girdim. Hikayenizin bu bölümünü okudum. Anlatımınız Dostoevski'nin ifadelerine benziyor. Karakter tahlili çok güzel olmuş. Düşüncenize sağlık. Kahramanınız gibi ben de bazen düşünmeden duramıyor ve bunalıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Geçmiş olsun Ece Hanım, umarım iyisinizdir. Benzer durumda açık hava ve yürüyüş iyi geliyor bana, özellikle alnıma çarpan soğuk rüzgar hoşuma gidiyor, kendime getiriyor. Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. :) Kendinize iyi bakın olur mu? hoşça kalın. :)

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.