Zafer’in Kaldığı Bir Yer Var mıydı?
Zafer’in belli bir zamandan beri düşündüğü, aklını fazlaca kurcalayan şey nerede kaldığıydı. Belki de kaldığı bir yer yoktu. Yani geçmişindeki bir zamandı hepsi de o kadar.
Zafer’in belli bir zamandan beri düşündüğü, aklını fazlaca kurcalayan şey nerede kaldığıydı. Belki de kaldığı bir yer yoktu. Yani geçmişindeki bir zamandı hepsi de o kadar.
İnsan çocukken özgür, hayalleri boldur. Sınırları yoktur. Gücü yettiğince zorlar önüne çıkan sınırları. Sınırları aşmak oyundur farkında olmadan oynadığı.
Hani bazen laf olsun diye sorulan bir soru vardır ya “Nerede kalmıştık?” diye. Zafer, sık sık tekrarlamaya başladığını fark etti bu soruyu.
Zafer, uzun bir aradan sonra kendisiyle hesaplaşmasını en aza indirdiği ve neredeyse on yıla varan kendisi ve dünyaya küskünlüğünün arkasından yeni bir hayata başlamaya cesaret bulduğu, bu cesaretini de devam ettirmeye çalışacağına kendi kendisine söz vermiş haliyle deyim yerindeyse sürünerek ayağa kalkmaya çalışmasının her anını gözlemleyerek geçirmeye devam ediyor.
Zafer için bir tür evrimdi bu gelişme. Daha yaşamın ilk aşamalarındaki oluşan canlıların dış ortama kendilerini kapatmaları gibi kendisini dış dünyaya karşı kapatmış ve dış dünyadan gelecek her türlü etkiyi sıfırlayarak kendisini dinlemeye almıştı uzun bir süredir.
Acaba bir virüs olabilir miydi beyin denilen peltemsi yapı. Hiçbir yerde tek başına değil ve daima bir başka yapı üzerinde bulunuyor. Tek yaptığı şey kendi yaşamını garantiye almak, üzerinde yaşadığı yapı da buna hizmet ettiğine göre onun canlı kalması gerekli. Tüm canlılarda beyin denilen yapı öyle veya böyle var olduğuna göre gelişimleri de üzerinde bulunduğu yapıya göre değişiyor olmalıydılar Zafer’e göre.
Zafer, uzun bir süre sessiz kalışının nedenlerini düşünmeye başladı, diğer yarısının ısrarları üzerine. Açıkça beyninin bir yarısı oyun oynuyordu kendisine, farkına varamadan yaşadığı uzun zamanlardaki duygularını gözden geçirmeye çalıştığında duygularının günden güne kötüleştiğini fark ettiğinde iş işten çoktan geçmişti. Bir türlü kendini alamadığını anladı, duygularının esiriydi adeta. Mantıklı geliyorlardı ilk önceleri, kızgınlığı artınca hıncını çıkarmak için bir şeyler düşünmeye başlıyor ve intikam duyguları rahatlamasına yol açıyorlardı bir süreliğine.
Zafer, normal nedir? Galiba biz normal olamayacağız bundan sonraki hayatımızda. Ben bunun farkına vardım. Meğer yaşamımız boyunca bir hayal içinde yüzmüşüz her şeyi normal görerek veya görmeye çalışarak.
Zafer, biliyorum, sen haklısın çok şeyde. Bunu sana itiraf ediyorum çünkü seni etkileyen bendim. Ani kararlar vermeni engelledim, ani tepkiler vermeni engelledim. İlk duyduğumuz, gördüğümüz şeylere anında tepki vermek zaten her şeyi o an için bitirmeyi gerektiriyordu. İşte bu yüzden yutkunarak zaman kazanmaya çalışmayı seçtik. En iyisi öyleydi çünkü. Bu durumların zamanla yıkıma yol açacağını hiç aklıma getirmemiştim o zamanlar ama şimdi düşündükçe keşke, keşke diyorum, keşke o zamanlar ani tepki verseydik, yani sana katılsaydım da o zaman bitseydi de bitenin yerine yeni bir hayat kurardık yine birlikte.
Zafer, hatırlıyor musun o rüyayı? Hani Glüten rüyası vardı ya. Şaşırmıştık, sen de şaşırmıştın elbette. Gerçek gibiydi değil mi? Glüten’in yapıştırma özelliğini ne kadar açık anlatmıştı o kim olduğu bilinemeyen bayan. En ilginç yanı da İsa Peygamberin, insanların önüne bazı yiyecekler serpiştirerek “işte, bunları yiyin; bakın göreceksiniz en kısa sürede farkını” diyerek o yiyeceklerin ismini söylüyordu. “Ceviz, badem, incir gibi yiyeceklerin buğdaydan daha sağlıklıdır Glüten’ den yana.”
Her insan kaygılanır bazen. Sebebi
vardır mutlaka eften püften de olsa. Hayvanlar da kaygılanıyorlardır,
aynı aileden değil miyiz?
Kuantum dolanıklıktayım bu aralar. Dolanıp duruyorum geçmiş ve gelecek arasında. Şimdiki halim gözlenmiş halim olduğuna göre gözlemlenmemiş halimi merak ediyorum. Aslında kararlarımız gözlenmişliği sağlıyor. Karar verip bir yöne hareket etmeye başlıyoruz hepimiz. Karar verildiği anda gizliliğimiz kalkıyor ortadan. Aynı yerimizde saysak, merakla beklenecek vereceğimiz karar.
Bütün mesele MTV –motorlu taşıtlar vergisi- ilk taksit ödemesiyle ilgili başladı. Ne alaka? Diyorsunuz haklı olarak. Ödemenin son gününe bir hafta kala, sıkıntı bastırdı, içimden bir ses “öde, öde, öde şunu da kurtul bir an önce” fısıldadı durdu kulağıma.
Bu yazıya 2021 yılı başlarında başlamıştım. Benim için uzun sayılabilecek sıkıntılı bir dönemdi geçen 5-6 yıl. İlk paragraftan sonraki üç paragrafı yazıp bırakmışım. Geçenlerde flaş disk elime geçti açtığımda gözüme takıldı. Dosyayı açıp okuduğumdaysa o günleri tekrar yaşadım özet olarak.
Unutma Zafer, özgürlük insanın kafasının içindedir. İnsanın hapishanesi insanın kafasının içidir. Zafer, sana söylenebilecek fazla bir şeyim kalmadı artık.
“Ne diyeceğime karar veremedim. Düşünmek istemeyişim bütün mesele. Düşünmeye başladığımda kızgınlık ortaya çıkıyor ve küfretmek geliyor içimden bol bol. Çünkü kelimeler yetersizleşmeye başlıyor düşüncelerimi anlatmaya. Haksız da sayılmaz hani, altmış yılı devirmiş bir kafa var karşımda. Altmış yıl durup dinlenmeden muhalefet yaptı bana üstelik. Altmış yılda dinlenmek nedir bilmeden çalıştı çalıştı ve kararlar aldı. İyiydi, kötüydü aldığı kararlar tartışılır ancak bu günlere geldi, getirdi…”
-Kim ne derse desin, buraya kadar.
Bundan sonra kafama eseni yapacağım.
Çocuklarından sık duyar oldu bu
cümleleri. En son oğlunun söylediklerini kızının da destek verdiği o an
gözlerinin önünden gitmez oldu.
İyi ki iki çocuk yapmışız, daha fazlası olsaymış her gün savaş yaşanırmış bu evde. Top, tüfek de icat olurdu yeniden. Nükleer desen cepte keklik zamane için.