Pazar, Eylül 04, 2022

Mağara macerası

günaydın
Günaydın

Mağara

Şehirin ağırlaşmış havasından, gürültüsünden birkaç gün uzaklaşma isteğiyle başladı içimdeki ateşlenme. Bazen cesaretsizlik sardı bünyemi bazen de roket gibi fırlama isteği. Mağaranın hayalini kura kura gerçek oldu beynimde. 

Zaman değişti sanki. Aynaya baktığımda bazen kendimi farklı görmeye başladım. Bazen de gülümsemeden yapamadım. Saç sakal birbirine karışmış, elinde taştan baltası olan bir adam dolanıp duruyor mağaranın etrafında. Bazen sırtında bir fil, bir aslan…

Zaman ayna gibidir, bakmasını bilene.

Karanlık gecelerde açık arazide sırt üstü yatıp gökyüzünü seyretmenin ne olduğunu bilmez yapmayanlar, anlatılanlar tam değildir çünkü o anki duygular anlatılamaz, tüm benliği huzur sarar. Gül bahçesine dalmış gibi olur insan. Her yıldız açan bir güldür adeta. Güzel kokular sarar her yanı. Bazen de her biri birer arkadaş, can yoldaşı, dert ortağıdır. Zaman akmaz olur, akrep ve yelkovan sarılmıştır birbirine ayrılmamacasına.

Koruyan bir şemsiyenin altında güvende hissetmenin verdiği huzur hissi, büyülenmişçesine hayran hayran seyrediş ve seyrettikçe kafandaki bütün duygu ve düşüncelerin yıldızlara odaklanmasını anlatmak hiç de kolay değildir. Gül bahçesinde sevgiliyle el ele dolaştığını düşün. Kısa sürede uykuya dalmanın sebebini de açıklar huzur duygusu.

Mağara ve gece yıldız seyretme, onların her biriyle sohbetler edip arkadaşlıklar kurma kurgusu beni çileden çıkarmadan gidip yapayım şu işi diye gaz verdim kendime. Yumruk kadar iki çocuk yapmamış mıydık yıllar öncesinde, şimdi neden yapamayacakmışım!

Evdekilerin telaşlanmaması için doğruyu söylemedim evden sırt çantamı alıp çıkarken. “bir arkadaşla kampa gidiyoruz” dedim. Onlar dünden razıymış meğer. Kapıdan çıkarken beş altı yaşlarında tıfıl bir çocuk gibi hissettim ama biraz yürüyüp durağa yaklaştıkça aslan avcısı gibi hissetmeye başladım. Güçlüydüm, ataktım. Top tüfek, tank, zırh …her ne lazım gelecekse hepsine de sahiptim. Cesaretim vardı ne gerekirse yapmaya. Dizlerimdeki sızı geçmişti mesela.

Yürürken, üstelik sırtımda ağır yük varken bedenimin her bir hücresi roket ateşliyordu beni mağaraya ışınlamak için. Işınlamak dedim çünkü haftalardır hayalini kura kura oradaydım zaten. Şimdi sadece yürüyordum oraya varmak için. Köye varıp oradan da yürüyerek mağaraya varmak bütün mesele. Sonra da iki gün kendinle baş başa, doğayla, yıldızlarla, kuşlarla, ormanların rüzgârda ve sakinken –özellikle gece- seslerini dinlemek başka bir şeydir. Dereden akan şırıl şırıl su sesi yok mu, gecede nasıl da yoldaş oluyor insana.

kalabalik

Köye vardım öğleden sonra. Hava oldukça sıcak. Yaz günleri köy boşalır, işler yoğundur arazilerde. Hasat zamanıdır. Saniyelerle yarışılır genellikle. Bir yıl gözüne bakılan hasat olgunlaşma anında yağmur yerse gitti demektir bütün emekler, hayaller ve umutlar. Karınca gibidir insanlar tarlalarda. Şarkılar, türküler, şakalar gırla gider böyle zamanlarda. Yüzelli-iki yüz hane kadardı ama cıvıl cıvıl olurdu eskilerde.

Eskimiş köyün yüzü, yaşlanmış. Zaman acımasız davranmış köye. Taş, toprak, insan dememiş.

Kimse yoktu köy meydanında. Kimseye görünmeden mağaraya ulaşmanın bir yolunu düşündüm hep. Bu kadar kolay olacağı aklımın ucundan geçmemişti hiç. Kafayı yemiş diye düşünecekleri kesin. Bakkala da uğramadım, kahvenin önünden geçerken baktım kahve kapalı, bakkal da kapalıdır diye düşündüm. İhtiyacım yok, erzak ve gerekli olacak şeyleri aldım gelirken. İki gün rahat barındırır. Toplayacağım mantarlar da ekstrası. Taze taze mantarlar ve birçok ot var toplanabilecek.

Mağaranın köye uzaklığı yürüyerek bir saat kadardır. Mağaralar aslında üç adet. Her birinin girişi ayrıdır. Balkon gibi yüzeye yakın bölümü çevreyi gözetlemek içindir. Mağaralara yaklaşınca her şey canlandı gözümün önümde. İki tıfıl, sümüklü erkek çocuk yamalıklı don ve sırtlarındaki paramparça entarileriyle içeriye giriyorlar biri diğerinin kuyruğuna tutunarak.

Gülümseme oturdu suratıma. Ter de boşandı. Adımlarım daha yavaşladı beş on metre kala. Geldim işte. Tıfıl, sümüklü Zafer nerelerde acaba? O da burada olsaydı ne iyi olurdu. Birlikte mantarları pişirirdik türküler eşliğinde. Derede balık tutar, tuzak kurup tavşan bile yakalardık. Dağ keçilerinin inatlaşmalarını seyrederdik. Konuşmalarını tercüme ederdi bana.

 Zafer:

-yol ver aga, geçeyim.

-yok öle bedava.

-Deli Dumrul musun aga?

-hee

-haraç mı isteyon len?

-he, haraç isteyom, var mı itirazın?

-hee … küüüt… yetermi bu kadar!  Üstünden atlar geçer.

zafer

İçim buruldu bir an. Neredeyse elli yıl öncesiydi. Yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorum…Neyse sızlanmanın zamanı değil, bir an önce yerleşmeliyim balkonu geniş ve düz olan mağaraya. Kalbim gümlemeye başladı mağaranın girişinden adım atınca. On metre kadarı karanlık, balkona çıkış dar bir geçitten. Şişman olmayan bir insan rahatlıkla geçer sürünerek. Geçtikten sonrası rahat.

Mağarada elli yıldır değişen bir şey yok gibi. Görmeyince öyle tabii. El fenerini sır çantasının dibine koymak hangi akla hizmetti acaba. Karanlıkta balkona çıkacağım mecburen. Üşendim çantayı dağıtıp el fenerini bulmaya..

Balkona kafamı uzattığımda kalbim daha da hızlandı. Minder vardı, yanında toprak-kil- su bardağı, testi ve toprak-kil- su kupası. Minderin yamaları gözüme takıldı, tanıdık geldiler. Saçmalama oğlum dedim ve hızla çıktım mağaradan. Oradan biraz uzaklaştım kafamı toparlamak için. Heyecanla birlikte korku sardı, elim ayağım titremeye başladı. Oturdum kimsenin göremeyeceği kuytuya. Korkudan saklandım bir süre...“bizim gül bahçesinde domuz pıtrakları var!”

Kuytuda nefeslendikten sonra karar verdim diğer iki mağaradan hangisine yerleşeceğime. Ayı aklıma geliverdi, yavruydu o zamanlar –elli yıl kadar önce-. Yaz günü mağaradan uzaklaşıp beslenmeye çıkarlar, kışın belki dönerler…

Minderli mağarayı görebilecek durumda olmalıyım. Kimdir, yerli mi yabancı mı, hatta hırlı mı hırsız mı olduğunu görmeliyim ki kalıp kalmamaya ona göre karar veririm tekrar. Üçüncü mağaranın da balkonu rahattır, geniş ve yüksek tavanlıdır. Rahatlıkla uzanıp yatılabilir. Kırlangıç yuvaları var ama olsun bana zararları olmaz. Yavrular da uçmuş zaten.

Sanki yakın zamanlarda kalınmış burada, temiz sayılır. Toz, örümcek ağları yok, temizlenmişler. Avcılar kalmıştır belki de. Benim içinde iyi oldu, az emekle bir konak sahibiyim artık. Akşam karanlığı basacak biraz sonra, ay çıkar yoldaş olur kurda kuşa. Telefon arada gidip geliyor, sinyal kesiliyor. Belki kesilmeyen bir nokta vardır ama önemli değil benim için. “Kötü haber tez duyulur” derler. Bir şey duymadıklarına göre hayattayım demektir.

Ekmek, domates, peynir, salatalık ile açlığımı bastırdım. Gece olduğu için fazla yemedim uyuyamam diye. Evde uyku kaçıyordu benden. Burada yanıma sokuldu, sarılıyor arada bir hissettiriyor kendini. Uzandım boylu boyumca. Tam dalmak üzereydim kuru ağaç dal kırılması sesleri gelmeye başladı uzaktan.

İrkilerek doğrulup oturdum. Korkuyorum. Kalbim fırlayacak gibi. Ya yavru ayıysa! Ömürleri kaç yıl acaba ayıların? Yavru ayıysa eğer, kokumu tanıyabilir, tanış çıkarız. Ya başka ayıysa. En iyisi sırt çantasını içindekilerle birlikte girişe tıkamak. … kaçarken … akla geliveren işte.

Neyse sakin olmalıyım, korku, panik kararları etkiliyor yanlış karar aldırıyor genellikle.  …nefes alışlarımı  seyrelttim elimden geldiğince  bütün bedenimle çıtırtıları takip ediyorum. Yavaşladı fakat yaklaşıyor  sesler. Nihayet çıtırtılar kesildi ama toprak yolda yürüme sesleri başladı.  Pat   pat, pat  pat,  patpat  …

Minderli mağaranın balkonunda körezik bir ışık belirdi. Demek ki kalan vardı. Loş bir ışık sızıyor etrafa. Köpek sesi geldi. Birkaç kez keyifsizce havladı, daha ziyade mırıldanmaydı. Dost belledi demek ki huzursuz olup velveleye vermedi ortalığı. Ben de rahatladım köpeğin davranışından. Velveleye verse, kokudan mağaraya gelse ortalığı yıkarcasına zafer kazanmış asker edasıyla patronunu çağırsa, beni bulmaları kesin. Akıllı köpekmiş. … keyifli bir gece geçirmek istiyor.

Uykum çamlara çıktı karşı mağarayı izliyor, benden uzaklaştı olabildiğine. Bir yıl kadar sürdü sanki uyuması. Bilirim köpek uyumaz. ne olur ne olmaz, “su uyur düşman uyumaz.”  Baykuş, çakal sesleriyle uyuya kaldım. Sabahleyin erkenden dipdinç uyandım. Güneş ısıtmamış henüz. Komşularda hareket belirtisi yok daha. Gündüz gözüyle görmem gerek kim olduğunu. Tanıdık mı, değil mi?

-ne kafa ama kimi tanıyorsun da tanış çıkacaksın be yavrum. Bir gittin pir gittin.

Hayallerim yıkılmaya başladı. Saklanmaya mı geldim. Ateş yakmak istemiyorum yerim belli olmasın diye. Kokusu yayılacak diye bir şey pişiremiyorum. Kahvaltıda peynir, zeytin, salatalık, domates var yine. Salatalığı kütüüürt diye ısıramıyorum…

Köpek,  “akşamın hayrından sabahın şerri iyidir” mi dedi acaba. Gündüz gözüyle burnuna gelen farklı insan kokusunun peşine düşer mi? Ne kadar akıllı acaba! Merak ve korkuyla beklemeye başladım sessizce.

Dönmeli miyim, kalmalı mıyım? Karar vermeliyim belki de. Kafam karmakarışık. Günlerce hayalini kurduğum mağara macerasının sonu mu? Kanımın ateşlendiği o hayaller nerede kaldılar? Şu an bir kaçak gibi saklanıyorum. Saklanmak hissi bile korku salıyor çevreye. Her şeyden korkulmalı mıydı?

 Görsel: hg

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.