Evini yakarım
Saffet, anladı kendisine küfür etmediğimi. Asıl demek istediğimi anlamaya çalıştı. Kafasına takacak epeyce malzeme buldu demektir.
Saffet, anladı kendisine küfür etmediğimi. Asıl demek istediğimi anlamaya çalıştı. Kafasına takacak epeyce malzeme buldu demektir.
Saffet, kafasını kaldırıp uzaklara baktı. Çocukluğundaydı, kırlarda gezindiği belliydi dudaklarının hareketinden. Belki de sınıftaydı, kış günü sıcak sobanın başında. Keyfi kaçsın istemedim sadece seyretmeyi seçtim.
Oturalı yarım saat oldu. Çayları tazeledi çaycı gülümseyerek. Saffet’in çayı koyulduğu gibi duruyor masada. Meraklanıp sarstım omuzundan. İrkildi. İlk kez görüyormuş gibi baktı. Beni şaşırmış görünce kendi şaşkınlığını gizlemek için gülümsemeye çalıştı. Beceremediğini anlayınca da suçlanıp “affet” dedi. Çaya el attı. Soğuk olduğunu anladı “ağız tadıyla çay bile içirmiyorlar adama” diye mırıldandı kendi kendine. Birer çay daha söyledi.
Neyse, “arılar kahvesi”’ ne hoş geldiniz.
Zafer, ne kadar da bitirmeye çalışsa da kendisiyle olan hesaplaşmalarını, bir türlü bitmiyor, bitecekmiş gibi de görünmemesi onu zaman zaman korkutuyordu. Bazen gücünün yerine gelmeye başladığını hissediyor içini rahatlık kaplıyor bazen ise tam tersi oluyordu ve korkularına kapılıyordu tekrar.
Zafer, kafasının içinde dolanıp duran geriye, yani eve dönüş fikrine karşı tedirginlik yaşadığını ilk hissettiğinde bir ürperti oluştu tüm vücudunda. Yalnızca kendisi değil vücudu da katılıyordu artık kendi düşüncesine ama bir terslik vardı başka bir tarafta.