Herkül
Saffet, kafasını kaldırıp uzaklara baktı. Çocukluğundaydı, kırlarda gezindiği belliydi dudaklarının hareketinden. Belki de sınıftaydı, kış günü sıcak sobanın başında. Keyfi kaçsın istemedim sadece seyretmeyi seçtim.
Aslını söylemem gerekirse ben de çocukluğuma gitmiştim. Okumayı söktüğümde ilk okuduğum az sayfalı kitabı hatırladım. Birden canlanıverdi gözümde Herkül. Ya Gulyabani’ye ne demeli. Hâlâ geceleri ay ışığında gölgesi pencereye vurur bazen. “Belki de senin düşündüğün kadar
idealist değildi herkes. Herkesi kendimiz gibi iyi niyetli düşündüğümüzden
kaynaklanıyor böyle bakış. Ya iyi ya da kötü, arasında o kadar çok katman var
ki. Sen iyi niyetli uğraşıp didinirken hatta açlığa sefilliğe katlanırken
bazılarının neler yaptığını göremiyorsun. Çünkü senin sözlüğünde olumsuz ve
kötü yok gibi neredeyse. Oğlum, kötüler de var kötüler…”
Sanki kendisine küfür edilmiş gibi
ters bir bakışla kafasını doğrultup baktı gözlerime. Ben de suçlandım adeta.
Pot mu kırmıştım acaba farkına varmadan. Konuştuklarımı gözden geçirdim teker
teker. Yoktu kişisel hakaret anlamına gelecek bir durum. Aldırış etmedim
tavrına. Bir süre sustuk. Çaylarımızdan aldık hıncımızı…
Çayı bitirmiş, bardağını sertçe
bıraktı tabağına. Anladım, bu durum bir uyarıydı. Fırtına geliyordu. Simsiyah
bulutlar toplanmaya başlamıştı kafasının içinde.
“Sen bana, çağı yakalayamadığımı mı
söylüyorsun?”
“Hayır, çok iyi niyetli olduğunu
söylüyorum sadece. Sana bir soru; en son torunlarına ne zaman tatlı ısmarladın,
istedikleri tatlıdan tabii ki?”
Şaşırdı. Şaşırdığına göre demek ki
yakınlarda ısmarlamamış. Cebi delik yani.
“O kadar belli mi yahu? Hanıma o
kadar diyorum şu ceplerimi sağlam iplikle dik diye ama nafile. Kendin söyle
kendin dinle…”
Görsel: hg
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.