Sağlık Arayışı
Bütün mesele MTV –motorlu taşıtlar vergisi- ilk taksit ödemesiyle ilgili başladı. Ne alaka? Diyorsunuz haklı olarak. Ödemenin son gününe bir hafta kala, sıkıntı bastırdı, içimden bir ses “öde, öde, öde şunu da kurtul bir an önce” fısıldadı durdu kulağıma.
Soğuk ve rüzgârlı bir gündü, dikkatlice giyindim ve çıktım yola
bankamatikten ödemek için. Yürümek için de bahane ettim, evde pineklemekten
sıkılmıştım. Bir kilometreye yakın yürüdüm, ödedim ve bir çay içip döndüm eve. Rüzgâr
tokat gibiydi surata çarptığında.
Akşam boğazımda gıcıklanma başladı, geceyse ağrılar başladı
vücudumda. Derken ertesi güne öksürük, aksırık, balgam atmakla devam etti.
Devam eden günlerde balgam atma yavaşladı, öksürük kesilmeye başladı ancak
midemde de üşütmenin durumu tam olarak ortaya çıktı. Her şeyin kokusu normal
ama iştahımı kesiyor, sudan başka bir şey yiyip içemez oldum.
İçim yanıyor dışım serin, bolca soğuk su içtim ama midemin
üşümesi aklıma gelmiyordu hiç. Bir hafta kadar devam etti bu durum. Aynı
zamanda baş ağrısı başladı, başımın hiçbir noktasına dokunamıyorum, dokunduğum
anda balyozla vuruyorlar adeta, zonklama başlıyor.
Baş ağrısından, gözlerimin ışığa hassasiyeti arttı, baş
ağrısına etki edenler, göz, sağ kulak, bazı dişlerdeki sorunlar farkına vardıklarımdı.
Gece veya gündüzleri, yatak içinde beş dakika bile uykuya dalabildiğimde üstüme
kova boşaltılmış gibi terledim, her seferinde değiştirdim ama ciğerlerimi de
üşüteceğim.
Biraz canlandığımda acile gittim. Bu arada -ölüme beş kala-
zaman çok değerli olmaya başladı. Acilde kayıt yaptırırken –bildiğim sistem
değişmiş- şikâyetlerimi belirttim.
-Bir haftadır sudan başka bir şey yiyip içemiyorum. Halsiz
düştüm, ayakta zor duru haldeyim. Başım sürekli ağrıyor ve şiddetli. Vücudum
ağrıyor, etlerim ayrılıyor sanki. Gözlerim ışığa hassaslaştı, güneş ışığı bile
ağrıtıyor, neredeyse gözlerimi açamıyorum. ..
bir ünite kanımı alıp kayıt bilgisiyle beraber numara verdiler, sarı
kanat önünde bekledim.
Sarı kanat bölümünde –yeşil ve sarı olarak ayrılmış acil- iki saate yakın bekledikten sonra benim sıra geldi ve girdim içeriye. Anacık babacık günü, savaş alanı sanki. Pratisyen hekim elimdeki kayıtları alıp baktı, uzman hekimi çağırdı.
-Şikâyetlerin nedir?
Kayıtta anlattıklarımı anlattım tekrar, pratisyen hekimin
elindeki kayıt evrakına da baktı ve gitti. Pratisyen hekim de gitti ama hemen
yanında birisiyle daha döndü.
-Şikâyetlerin nedir? Diye sordu o da. Uzman hekimmiş.
Aynı şeyleri anlattım yine.
Yüzüme dikkatlice baktı, ben de onun gözlerine baktım, ölüme
beş kalayı anlatıyor gibiydi gözleri.
“Bizim –acil- kriterlerimizde sizin şikâyetlerinizin hiç
birisi de yok, bu nedenle bir şey yapamayız.” dedi ve dönüp hızla uzaklaştı.
Pratisyen hekim de beklemiyor olmalıydı bu sözleri ki beni
teselli etmek için “bir şeyler yapmaya çalışacağım gerekirse başka hocalarımla
da görüşeceğim, siz bekleyin dışarıda ben sizi bulurum. Kayıt evrakını elime
uzattı, isterseniz kaydınızı iptal ettirebilirsiniz.”
Bir umutla “beklerim” dedim ne olacağı hakkında bir fikrim
olmadan.
Bir saat kadar geçti, pratisyen hekim geldi, “buyurun,
içerisi sakinleşti biraz” dedi ve sarı kanat acil bölümüne girdik tekrar. Bir
ranza gösterdiler, kan almak için birisini çağırdı. Bir ünite kan daha alındı kayıtta
alınandan ayrı.
Damar yolu açıldı küçük şişe serum bağlandı ama açılmadı
çünkü yoğunluk tekrar başladı. Beni oturtacakları bir sandalye bulamıyorlar.
Pratisyen korktu sanıyorum panikle beni acilin dışındaki bekleme bölümüne
çıkmam için “siz biraz bekleyin dışarıda, ben sizi geri alacağım müsait olduğunda”
dedi, ayağa kalkmaya çalışırken tecrübeli bir sağlıkçı olmalı –hemşire- “doktor
bey, damar açık dışarıya çıkarılmaz hasta” dedikten sonra vazgeçti pratisyen
hekim beni dışarıya çıkarmaktan.
Başka bir odadan sandalye ve askılık getirdiler beni oturttular,
bir köşeye çektiler, kolumda bağlı olup kapalı olan serumu açtılar.
Şaşkınlıkla izlemeye başladım olup bitenleri. Geçmişlerde bir
kez gelmiştim acile soğuk algınlığı yüzünden. Bir iğne yapmışlardı kabadan ve
serum bağlamışlardı, yarım saat kadar sürmüştü serum, kısmen rahatlamıştım. Eve
dönmüştüm. Bunlar aklıma geldi.
Beş dakika sonra gevşeme ve terleme hissetmeye başladığımı
hissettim. Yarım saat civarı sürdü serumun bitmesi ama bu arada iki yer
değiştirdim sandalye üzerinde. Nihayet pratisyen hekim göründü. Beni göstererek
“taburcu edebiliriz hastayı” dedi. O anda kan alan delikanlı ismimi bağırmaya
başladı kim diye. Benim diye seslendim
elimi kaldırdım.
Elinde iki tüp kan vardı. Pratisyen kaptı birini. Mesele
çözülmüştü onlara göre. Benim anladığım, uzman hekimlere göre benim şikâyetlerim
işlem yapılması gerekli değildi çünkü acil kriterlerinde yoktu. Bu nedenle ilk
kayıtta alınan kanı kullanamadılar, pratisyen aldırdığı ikinci tüpü kayıtsız
kullanıp merak ettiği duruma –kandaki gaz yoğunluğu- baktı. İlk kayıtta alınan
pratisyen hekimin kaptığı kan çöpe gitti.
Taburcu oldum. Terledim. Atlet tamamen ıslandı. Bedenimin her
yanı ıslaktı. Hava soğuk, rüzgârlı. Eve geldim. Üstümü değiştirdim girdim
yatağa. Bu arada pratisyen gözümün önünden gitmiyordu. İyi niyetle çabalıyordu
farklı bir şeyler yapabilmek için. “gece gündüz bir sorununuz olursa 112’yi
çağırıp gelin hemen” demişti. Kulaklarımda çınladı durdu sözler ama nereye
gidecektim, cevabını bulamıyordum. Aynı acile gitsem değişen ne olacaktı? Bir
saat kadar kendimden geçmişim uyandığımda çırkıslaktım yine. Üzerimde ne varsa
sıkmalık ıslandığı gibi yorgan da ıslanmış. Hemen soyunup değiştirdim, yorganı
değiştirip tekrar yattım.
Ertesi gün kısmen farklılık vardı terlemeden dolayı.
Yakındaki eczaneye gidip anlattım şikâyetlerimi. Bir ilaç söyledi ki her derde
deva. Benim aradığım sadece başımın ağrılarını hafifletecek bir şeydi. Aldım
sevine sevine. Eve gelirken su aldım ve bir tane yuttum. Etkisi olmuştu sanki
vücut ve baş ağrıma. Uyumuşum iki, üç saat kadar, yine havuza düşmüş gibiydim.
İlaçtan sabah akşam birer adet alabilirsin demişti eczacı.
Bir yandan ne yapmam gerektiğini –çare neredeydi, nasıl bulacaktım, ölüme beş kala
anları- düşünüp araştırıyordum. Dâhiliye için randevu en erken 15 gün kadardı
tüm hastanelerde. Dördüncü hapı
yuttuğumda gece yarısı boğuluyormuşçasına nefes almaya çalışarak yatakta tüm
bedenin zıplayarak uyandım. Bu sefer daha derin ve uzun uyumuşum. Yine çamaşır
ve yorgan değişikliği… Birden sağlık ocağı aklıma geliverdi şimşekler çaktı
adeta kafamın içinde.
Eczanenin verdiği ilacın prospektüsünü de okuyunca şaşırdım.
Sadece ölüyü diriltemez ilaç diğer her şeye çare var, çare olduğu kadar da
öldürme riski var.
Tüm ağrıları geçirir, direnç kazandırır vb.
Yan etkilerinde, kalp krizini tetikleyebilir, mide delinerek
ölüme yol açabilir vb. daha neler neler. Hemen çöpe attım ilacı.
Sabah kendimi toparlayıp sağlık ocağına gittim.
“Burada kaydınız yok falanca yerde falanca aile hekimliğine
kayıtlısınız” dedi görevli.
Kolay kolay şaşırmayan ben bir kez daha şaşırmış ve çaresiz
kalmıştım. Yapılacak bir şey yoktu duruma göre. Bu kapıdan da umut kesildi.
Paniğim geçsin diye derin nefesler alıp verdim. On dakika kadar oturdum.
“Bir yetkiliyle görüşebilir miyim?” dedim burada kayıtlı
değilsiniz diyen görevliye. Bir isim söyledi “müsaitse görüşün” dedi. Umutla
bekledim yalnız kaldığı zamanı. Nihayet yalnızdı yetkili. Beni kapıda aciz ve
zavallı görmeli ki gayet nezaketle “buyurun” dedi.
Girdim ve ayakta duracak halim yok karşısındaki koltuğa
oturdum. Anlattım olanları. Şaşırdı ama belli etmemeye çalıştı. Kaydımı da
taşıdı sanıyorum. Kimlik bilgilerimi güncelledi. Günlerden Cuma öğleden sonrasıydı.
“Ne olduğunu anlamak için bazı tahlillerin sonuçlarını
görmeliyim” dedi ve dört ünite kan alınıp sözleşmeli laboratuvara gönderildi,
idrar tahlili yapıldı. Sonuçlar pazartesi gelecekti.
Olsun, umut oldu bana. Ölüme beş kalayı hesaplamaktan vazgeçmiştim
artık. Ne olursa olsun Pazartesi ya ölüm ya kurtuluş vardı.
Minnet duygularımla teşekkür ettim doktora ayrılırken.
Nerelerdeydi şu Pazartesi denilen gün, bir an önce gelse de
kan tahlil sonuçları görüp ne yapılacağına baksak!
İşte pazartesi, liste kabarık duruyor. Çok şey standart değer
aralıklarının ya üstünde ya da altında. “Kanda yoğun mikrop var, guatr fazla
çalışıyor gibi, daha söylüyordu benim başım dönmeye başladı. Nefes alarak
dayandım. Tahlil sonuçlarından çıktı alıp not yazarak elime verdi “bir dâhiliye
uzmanına ver bunları, sonuçtan da haberdar et beni” dedi ve ben aldım notu
doğruca hastaneye. En yakın gün 12 gün sonraya görünüyordu ve aldım elde
bulunsun diye.
Dünya bir kez daha tersine dönmeye başladı.
Eve geldim hemen il ve il yakınındaki hastanelerin dâhiliye
doktorlarının randevularına baktım. En yakın 8 gün sonrasın yani 11 Şubat’ta
bir doktor buldum. Hemen randevu aldım. Hastaneden alınan 16 Şubat iptal oldu.
Olsun bu da fena değil. Bulabildim ya bir gün. Bir ay
sonrasına olabilirdi öyle değil mi? Ertesi güne nasıl çıkacağımdan şüphe
duyarken 10-11 gün sonrasında uzman dâhiliye doktoruna görünebilmek bile umut
veriyor çaresiz insana. Yani ölmemişsen çare vardır veya yoktur.
Bu arada vücut inatla kendini toplamaya başladı. İştahsızlığım
ortadan kalktı her şeyi yiyip içebiliyorum. Kana kana bol limonlu tavuk çorbası
içtim anlatamam lezzetini ve zevkini. Yedikçe halsizliğim azalmaya başladı.
Başımın ağrısı kesildi. Vücudumda hiç ağrı kalmadı. Hatta kireçlenme çatırtı
çuturtuları bile hafifledi.
Nihayet beklene gün ve saat geldi. Uzman dâhiliyecinin odasını
bir saat öncesinden buldum geçip karşısına oturdum kaçar maçar eder, tedbirimi
alayım ben. ..
Aha, ismimi söyledi birisi. İçeriden çağırıyorlar. Ayaklarım
yerden kesildi sevinçten. Girdim “iyi günler” dedim doktor ve diğer görevliye
bakarak.
Doktorun karşısındaki sandalyeye oturdum. Elimdeki notlu
tahlil sonuçlarını uzattım uzman dâhiliyeciye. Benim dikkatimden kaçtı
anlayamadım, tahlil sonuçlarına -3 sayfa- doğru dürüst bakmadı bile. Bana
baktı.
“Ne şikâyetin var?”
“Valla şu an halsizlik dışında bir şikâyetim yok, kalmadı.
İştahım açılmaya başladı, koku tiksintim kayboldu, ağrım, sızım yok. ..”
“Vücuttaki toksinlerin etkileridir yaşadıkların. Korona
geçirmiş olabilirsin!”
Ben şaşkın şaşkın yüzüne bakıyorum doktorun.
“Hiçbir şey yapmaya gerek yok –tahlil-, reçeteye de gerek
yok. Gidebilirsin.”
Sevinmeli miyim, üzülmeli miyim anlayamadım bir süre.
Doktorun dik dik gözümün içine baktığı dikkatimi çekince kalkmayı hızlandırdım,
verdiğim notu geri uzattı. Alıp teşekkür ederek ayrıldım.
Heyecanlanmıştım nedenini bilmiyorum. İyi olmama mı, bir
şeyimin bulunamamasına mı?
Aptal aptal dolaştım sokak aralarında. Geçirdiğim 15 günü
düşündüm. Cehennem o günlerden kötü olamazdı.
Bu sefer de üç gün nasıl geçecekti Pazartesi’ye kadar. Sağlık
ocağındaki doktora bilgi verecektim. Ne demeliydim, size teşekkür ettiler mi
demeliydim nezaketen. Olmadı ki öyle bir şey. Başka, bakmadı bile diyemezdim
düpe düz terbiyesizlik. Nihayet ne diyeceğime ve ne yapacağıma karar verdim.
Pazartesi geldi gittim sağlık ocağına. “günaydın.”
Oturdum karşısındaki koltuğa. Nefeslendim. Merakla bekliyordu
sonucu.
“Hiçbir şey yapmaya gerek yok, korona geçirmiş olabilirsiniz. Gidebilirsiniz”
dedi
“Tahlil falanda mı yok?”
“Evet, tahlil ve reçete yok”
“Bu kadar basit mi yahu?” gözlerime baktı doktor. “Ne yapmayı
düşündün veya düşünüyorsun peki?
“Ben de sordum kendime bu soruyu ama üzülmeli miyim,
sevinmeli miyim bilemedim.”
“Ben iki şeye tekrar bakmak istiyorum, öncekinde çok yüksektiler
çünkü.”
“Tamam, siz nasıl isterseniz.”
İki ünite kanım alındı, laboratuvara gönderildi. Sonuç ertesi
gün gelecekti.
Doktorun odasına girdiğimde “her iki tahlilin sonuçları
temiz” dedi. Rahatlamıştım. Kendimce Şeker’den kuşkuluydum uzun bir süredir. “şeker
ölçümü yaptırabilir miyim?”
“Elbette ama en az sekiz saat aç olacaksın ilk kan alımında.
Arkasından 75’lik şeker konsantresi içip iki saat sonra tekrar kan alınıp
laboratuvara gönderilecek.”
Ertesi gün işlemleri yaptık ve bir gün sonra şeker sonucu geldi.
İlk kan tahlili normal, şeker yüklemesinden sonrakilerde maksimum standart
değerini yüzde yedi -%7- kadar şeker fazla görünüyor.
Sonuçtan çıktı alıp bana verdi. Hastane isimlerini sayarak,
“Endokrinoloji birimine git bu sonuçları göster. Diyet, yürüyüş vb.
önerebilirler.”
Önceden deneyimliyim ya, hemen hastaneye gitmedim. Eve
döndüm. Endokrinoloji biriminden randevu aradım. Çıkan uyarıda “Endokrinoloji
üst daldır, önce dâhiliyeye başvurup gerekli görülürse Endokrinoloji bölümüne
yönlendirilirsiniz” şeklinde ifade vardı.
Kendi kendime “ölme eşeğim ölme, bahar gelecek yonca
bitecek…”
Gitmeyeceğim, hastane köşelerinde uğraşırken bir hastalık
kapacağım tam olacak. Ulan bu kadarcık şeker ben kendim yürüyerek,
yiyeceklerime biraz daha dikkat ederek hallederim.
Başladım bile, günlük iki porsiyon nefis tavuk çorbası,
bulgur pilavı, şekerli yiyecekler tamamen kalktı, bol su, …
İşte böyle sayın yolcular, bir sağlık yolculuğunun da sonuna
geldik.
Sağlıklı kalın, hoşça kalın, mutlu kalın. Çok şey kendi
elimizde dikkat edin lütfen. 17.02.2022
Görsel: H.G.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.