Kayserili İbram
Ah ulan İbram ah! Takıldın aklımın kuyruğuna, bırakmadın o günden beri. O gün dedim de, dünkü gün değil, taa çocukluk günlerinden beri. Torunlar sorup duruyorlar seni. “çok şakacı” diyorlar senin için. Çok çok güldürmüşsün onları son gelişinde. Şaşırdım. Sende bu kadar değişik ne buldular acep? Ben yıllarca baktım hâlbuki.
İbram, ben Yasim, Yasim –Rasim-,
Önce selam ederim selam. Veletlere
dedim “bana mektup yazıverin” diye, sıpalar burun kıvırdılar. “işim çooook” dedi her biri,
dalga geçer gibi. Sanki gergef işleyecekler. Ya kahvede ya da sokaklarda
zimidecekler işte. Neyse kırıldım, kızdım onlara da kendim geçtim başına. Kendi
işini kendin gör diye boşuna dememişler.
Ula İbram, kafama taktım iyice, ne
anlattın bu veletlere de seni sorup duruyorlar ne zaman gelecek diye. Telefon
etmişler sana, “gelemeyeceğim bu aralar, kış olsun da bakarız” demişsin birine.
Kış da yaklaşıyor hani, sıkıştırmaları biraz da ondan. Rahat vermez oldular
bana. Her gün sabah akşam “dede ara şu İbram’ı da gelsinler” diye kapıyı dövüp
kaçıyorlar. Ne uyku kaldı ne tünek.
Ha, “İbram” dedikleri için
ağızlarının payını verdim ben, sen darılma. Veletlik işte, zamane ne yaparsın.
Atsan atılmıyorlar, satsan satılmıyorlar. Allah ayaklarını taşa değdirmesin.
Dur ya, aklım başıma yeni yeni
gelmeye başladı. Yoksa nasıl evlendiğini mi anlatıverdin çocuklara? Ula İbram,
utanmadın mı karının önünde anlatmaya. Doğruya, neden utanacaksın kırk yıllık
karından, değil mi! alan almış satan satmış artık kime ne!
Bir ay geçti geçmedi, İbram’ı
beklerken mektubu geldi. Arkasından bir ay geçti geçmedi İbram geldi sülalece. Neyse,
sığdırdık bir şekilde, alt alta, üst üste. Yeter ki gönüller dar olmasın.
Misafir nasibiyle gelir derler bizim oralarda. Misafir geldi mi bayram gelir
sanki eve. Dertler de dökülür ortaya paylaşılır, sevinçler de. Ne dert kalır ne
de tasa bir süre sonra.
İbram benim çocukluk arkadaşımdır
İzmir’den ama Kayserili oldu sonradan. İbram iki kardeşti. Diğeri kızdı.
İbram’dan küçük. Babası öğretmen, ilkokul öğretmeni. Hasbel kader olmuş işte,
Türkçeyi zor konuşuyordu o zamanlar. Kayseriliydi anası da babası da.
İbram’ın babası bir gün sokakta
ibram ile oynarken gördü okul sonrası evine gelirken. “oyun mu oynuyonuz len, İbram
akedeşin mi bu velet senin?” dedi, benim kulağıma yapıştı. Seviyor sandım dedem
gibi. Dedem öyle ever beni. Kulaklarımda hak geçirmeden sırayla tutar,
sevecekse yumuşakça okşar işaret ve başparmağı arasında. Cezalandıracaksa vay
halime, bağırttırır avazım çıktığı kadar. Kulakları da duymaz kolay kolay.
Gırtlağım yanıncaya kadar bağırırım ben de. Mahallenin öbür ucundan dinle, ta
öyle işte.
İbram’ın babasının tutmasına anlam
veremedim ama sevecek diye aklımdan geçiverince gardımı almadım. Ana, durdukça
sıkıldı kulağım, yanmaya başladı, uyuştu, hissetmemeye başladım. Kulağım düştü
sandım, bastım yaygarayı: “Kulağımı kopardı, kulağım koptu…” diye.
Benim bağırmama aldırış etmeden
“adın ne bakim senin?” diyordu. İki mi üç mü tekrarladı soruyu ama her
tekrarlayışta daha fazla yanıyordu canım.
“Rasim, Rasiiiiiiim!” diye bağırdım. “Yasim, Yasim ha?” adım o günden
beri “Yasim kaldı sokakta. Sokaktan dışarıda Rasim, köşeyi dönüp sokağa girdim
mi Yasim oluyordum.
Sokaktakiler tepemize üşüştü.
Baktılar ki mahalleye yeni taşınan öğretmen. Başka bir el yapıştı diğer
kulağıma. Ondan al bir o kadar. Ağlayamadım da. İbram bana bakıyor ben
İbram’a. İbram ne olduğunu anlayamadı.
Beni teselli etmek istedi ama babası yaka paça alıp eve çıkardı.
Görsel: hg
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.