İbram’ın Anası
Aradan bir yıl kadar geçti. Arada bir oynuyorduk sokakta öğleden önceleri. Evlerimiz yakın olduğu için birbirlerine, ya onların kapı önünde ya da bizim kapının önünde olurduk. Başka yere, uzağa izin yoktu.
Kimin kapısının önünde olursak kapı
sahibi arada atıştırmalık verirdi, ya yağlı ekmek –ısıtılmış yufkaya zeytinyağı
veya tereyağı sürülür- ellerimizin tozu toprağıyla tıkınırdık hemen. Ne
lezzetli olurdular. İbram’ın anası “Gardaşlık” derdi anama. Kanları kaynamıştı
iyice. “Gız, buralardan gitmek istemeyom hiç” der sarılırdı anamın boynuna.
Birkaç kere görmüşlüğüm vardır.
Ev hanımıydı. Evi çekip çeviren oydu, elinden her iş gelirdi.
Kocasına yardım olsun diye yevmiye işlerine de giderdi anamlarla birlikte. Anam
giderse giderdi, anamın olmadığı yere güvenip de gitmezdi. Saftı. Herkesi kendi
gibi iyi bilirdi, kimseden kötülük beklemez kendi aklından da kötülük geçmezdi
hiç.
Bir gün İbram ağlaya ağlaya geldi eve akşam karanlığında.
Kapı kırılacak gibi dövülüyordu. Ben açtım kapıyı, baktım İbram. İki gözü iki
çeşme, sarıldı bana. Gözünden akan yaşlar boynumu ıslattı, ılıktılar. Ev
ayaklandı İbram’ın halini öyle görünce. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu
herkes. Anam, bağrına bastı İbram’ı. Bir süre kaldılar öyle. İbramın
hıçkırıkları gitgide yavaşladı. Anam anladı sakinleşmeye başladığını. Sırtını
okşarken: “noldu guzum sana, neden ağladın sen bu kadar?..”
“Bubam anamı govdu. Anam gitti, gızı da aldı yanına. Beni
bırakmadı babam. Babamla kalacakmışım, babam öyle istemiş…” hıçkırıklar
nefesini kesiyor, ne dediği doğru dürüst anlaşılamıyordu. Nihayet anam anladı.
“amanııııın, şu herifin ettiğine bak sen!” derken bir yandan da İbram’ı bağrına
bastırıyordu. İbram yuvasından düşmüş tüysüz serçe yavrusu gibi duruyordu
anamın bağrında. Kendine yuva hissettiği kesin. Anamı Onu bağrına basışı benim
de kanımı daha fazla kaynattı İbram’a. O günden sonra kardeş belledim kendime.
Şımarmasın diye de hiç söylemedim. Bu geldiğinde söyleyeceğim artık. Yetmiş
yaşında şımaracaksa şımarsın.
Anasız bir seneyi geçkin kaldı İbram. Genellikle öğünleri
bizde geçerdi. Arada yattığı da olurdu. Birlikte yatardık. Sarılırmışız
uykumuzda. Anam öyle söylüyor. Sabahları yufka yapar anam. Her sabah olmaz ama
haftada en az iki gün yapar. İlk yufkayı sacdan aldığında hemen yağ sürer,
çökelek de vardır yanında. Biraz da çökelek döker, boru yapar. “Kalkın,
yavrılar, hadi guzularım, çökelek de ektim bu sefer…” derdi. Birincisinde
duymazlıktan gelirdik. İkinci veya üçüncü deyişinde ses verir kıpırdanırdık. Ne
kadar sıcak, duygulu söylerdi her seferinde. Kendimizi kral sanırdık. Her şeye
gücümüzün yeteceğini düşündürürdü anamın o sevgi dolu sıcaklığı.
İbram’ın babası evlenmiş tekrar. İbram yanında yapamadı. Her
şeyine karışır azarlarmış durmadan. O da koptuğu gibi bize kaçardı. Anam
bırakmazdı o zaman. Arayıp soranı olmazdı genellikle ama ararlarsa da anam
bırakmazdı o gece: “kalsın bu gece kardeşiyle” der geri çevirirdi geleni.
Süklüm püklüm gelen babası olurdu, anama bir şey diyemezdi. Dese de anamdan
okkalı zılgıt yerdi.
İbram en son geldiğinde, yine çökelekli boru ekmek yedik. Nam
tavuk yumurtası haşlamış. Birer tane verdi. Suratına renk geldi sanki İbram’ın.
Yedikten sonra: “ben gidiyom anamın yanına…” ağlamasını görmemizi istemiyor
gibiydi. Domuran yaşları sildi hemen yanağına akmadan. “hakkınızı helal edin
demeye geldim…” dedi büyüklerinin ellerini öptü. Hazırlıksız yakalanmıştık.
Gönlünü almak için bir şeyler, özellikle üç beş de olsa para vermek lazımdı.
Anam hazırlıklıdır her daim. Ölüme bile çare yaratacak ya,
işte! Yığılı yorgan, döşeklerin aralarına ellerini bir sokup bir çıkarırken,
bir küçük kese çekip çıkardı. Açtı kesenin ağzını. Ne kadar çıkardı kimse
bilemedi. Başka bir küçük keseye koyup göyneğinin iç cebine yerleştirdi. “bunu
kimseye gösterme” diye de tembihledi.
Sarıldık İbram’la. “Ben gelirim ileride seni görmeye” dedi
fısıltıyla, ben de ona “ben de gelirim” dedim. O gün İbram da gitti Kayseri’ye anasının
ve kız kardeşinin yanına. O günden sonra epeyce içimizde burukluk oldu. Ben
kendimi yalnız hissettim bir hafta boyunca. Nereye baksam İbram’ı görüyordum
temreğili suratıyla, yırtık pantolonuyla, düğmeleri yanlış iliklenmiş gömleğiyle. Gülümsediğim de
oluyordu hallerine. Yokluğuna alışmanın ne demek olduğunu daha o yıllarda
anlamıştım çocuk kafamla. İnsanın canını yakan bir şeydi yokluk. Hele sevilen
bir kişinin yokluğu, öyle böyle yakmıyordu. Cayır cayır yansa o kadar canı
acımaz gibi geliyor insana. Elden ayaktan kesiliyorsun yiyip içmediğin için.
Görsel: gg
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.