Kahvenin duvarı dibinde güneşe karşı ayakta koyu bir sohbet başladı. Şamata ağırlıklıydı konuşulanlar. İnsanlar birbirlerini uzun zamandır tanıdığı için laflarını sakınmıyorlar. Genellikle dinlemekle yetiniyorum onları. Keyfim de pek yoktu o gün.
Keyifsizliğimi fark eden arkadaş ayrılırken benimle birlikte
ayrıldı. Kahvenin köşeyi döndükten sonra,
“hayrola, kırgınsın bu gün. Var mı yapabileceğim bir şey?”
diye sordu.
“sağ ol, yok ya, sadece canım sıkılmaya başladı artık bu
salgın hikâyesinden.”
“çare ister misin?” dedi gülümseyerek. Şaka yapıyor diye
aklımdan geçti ama merak da ettim ne diyeceğini.
“hayrola?”
“benim alıştığım patronun başka bir yeri daha var, orası da
otopark. Büyük sayılmaz. İşin de fazla olmaz. İster misin oraya bekçi olmayı.
Patron yeni demişti bana ‘tanıdığın efendi birisi varsa’ diye…”
Anladım durumu. Ciddiydi. Açık otoparkta asgari ücretle
bekçilik var diyordu. Gündüz işiydi. Ancak sabah altıdan yirmi bir ya da yirmi
ikiye kadar beklenecekti. On altı saat
orada olunacaktı. İşhanlarının olduğu bir yermiş. İnsanlar sabah erken gelip
akşam da işleri geç bitenler olurmuş. İyi pazarlık yapılırsa elli, yüz lira
daha fazla koparılırmış.
Cevap vermeden düşündüm o konuşurken. Ayrılacağımız köşeye
varıncaya kadar kararımı vermem gerekli olduğunu düşündüm. Aslında iyi olacaktı
benim için. Yapılacak iş yok gibi bir şey. Ortalık paspaslanacak, gelen
gidenlerin anahtarlarıyla ilgilenilecek falan. Bol bol kitap okuyabilirim. Kafa
dinleyebilirim. En önemlisi, yıllarca öncesinde emekli bir tanıdığın dediği
gibi ‘sabah kalkınca gidebileceğim bir yerim var artık’ diyebileceğim.
“tamam, nasıl yapacağız?”
olumlu cevap vermeme sevindi. Gözleri parladı birden. İyilik
yapabilmenin sevinci gözlerindeki canlılıktan belli oluyordu. Heyecanla başladı
anlatmaya. Hemen telefon etti muhasebecilerine. İstenen evrak ne olacak diye.
Bir daha git gel olmasın boş yere diye ince düşünüyordu.
“yarın birlikte gidelim. Ben sizi tanıştırır ayrılırım.
Gerisini aranızda halledersiniz” dedi.
Köşeye gelince ayrılırken: “Eğer yardıma ihtiyacın olursa telefon
edersin, hadi bana eyvallah” deyip
ayrıldı.
Sabahleyin birlikte gittik. Bisikleti var, arkasına oturdum.
Muhasebeye uğradık, patron gelmemiş daha. Öğleden sonra gelirmiş genellikle.
“beklemenize gerek yok” dedi muhasebeye bakan adam. Emekli olmalı o da.
Muhasebeden çok muhasebeyle ilgili evrak işlerine bakıyor. Ne iş olursa
yapanlardan. Havalı. Forsu paşa forsu. Kılık kıyafet desen jilet mübarek.
Saçlar yağlanmış, özenle arkaya taranmış, tarak izleri sayılıyor. Gerçi çoğu yerde
saç teli de sayılıyor ya.
Buyurgan bir tonda “evraklarını ver” dedi. “uygun adım marş”
der gibi geldi. Gülmemek için zorladım kendimi. Boşları almaya gelen çaycıya
“çay ver yeni elemana” diye emir verdi. Kapıdan çıkan garsona “acele et” dedi.
Anladım ki benim işimi hemen halledecek. Kalabalık etmemi istemiyor.
Çözdüm adamı. Sohbet etmeyecek benimle. Çünkü amirim sayılır,
laubali olmayacak. Çay söylemesi
efendiliğini gösteriyor. Ama hepsi o kadar. Pat, küt diye kaşe bastı. Yandaki
küçük ahşap dolabı açıp içinden anahtar aldı, önüne koydu. Telefonla ocağı
aradı “çay nerde galdı laaan?” hemen
damladı çaycı elinde tek çayla. Nefes nefeseydi. Dört katı koşarak çıktığı
belli.
Çayımı hızla içtim. Daha ayağa tam kalkmadan önünde duran
anahtarı uzattı:
“bu kulübenin anahtarı. Sabah buradan alıp akşamları da
buraya bırakacaksınız. Sabah altı, en geç altı çeyrekte orda olacaksın. Akşam
da araba bitince. Sekiz mi olur, on mu olur yoksa on iki mi olur belli olmaz.
Ben en geç akşam onda ayrılırım o zaman anahtar sende kalır ancak sabah
işyerine geldiğin saatte buraya telefonla bildirirsin. Kayıt altına alıyorum
her şeyi. İzinsiz ayrılmak yok. Maaşını patron belirler, sana ben bildiririm…
Aşağıda bir eleman seni bekliyor, işyerine götürecek teslimat yapacak…” sabırsızlandım bir an önce çıkmak için.
Yakınmış otoparkın olduğu yer. Yirmi araçlık bir yer. üç
tarafı binalarla kapalı. Tek yönlü sokak cephesi tamamen açık, alt köşede bekçi
kulübesi var. İçeride bir ahşap sandalye, ecza dolabına benzer ahşap
anahtarlık, bir defter var kayıt için. Defterin boş sayfa sayısını yazıp
imzalaştık.
“Tüm kayıt işlemlerimiz bu kadar. Teslim yapılmış oldu. Artık sen sorumlusun bundan sonrasına. Patron defter sayfalarının gereksiz kullanılmasına çok bozulur. Önceki elemanın kovulmasının sebebi budur. Yazıları yazarken satırları yamuk yamuk yazmasından dolayı bir sayfa yerine iki sayfa karalamış, müsrifliktir. Günahtır. Milli servettir bu gibi şeyler…” kapıyı bir havayla çarpıp çıktı gitti eleman. Bakakaldım arkasından. Nasıl bir dünyaya geldim diye meraklandım. Gelecek günleri iple çekeceğim kesindi.
Görsel: H.G.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.